Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN hafta genel yayın yönetmenleriyle beraber Finlandiya, İsveç ve Polonya’ya gittik ya...

        Genel yayın yönetmeni arkadaşlarımızdan biri İstanbul’daki bahar havasına aldanıp, yanına palto falan almadan gelmiş.

        Haliyle Stockholm’de bir tarafı donmak üzereyken “Bir kaban alayım bari” deyince dünyaca ünlü ucuz giyim zincirlerinden birinin mağazasına attık kendimizi.

        Bilmiyordum, meğer bu marka zaten İsveç asıllıymış.

        Türkiye’de de bir iki mağazalarına girmiştim.

        Mahmutpaşa’nın bile daha kaliteli ürünlerle dolu olduğunu görünce de “Kadınlar bu mağazada ne buluyor acaba?” diye merak edip kendimi zor dışarı atmıştım.

        Çünkü marka tanıtımında ünlü yüzler ve yine ünlü modacılara yaptırılan tasarımlardan söz ediliyordu hep ama mağazaya girince tam bir hayal kırıklığı yaşamıştım.

        Neyse, Stockholm’deki mağazaya girince şaşkınlığa uğradım.

        Çünkü gerçekten şahane bir mağazaydı.

        Türkiye’deki dükkânlarıyla alakası yoktu.

        Gayet kaliteli mallar, son derece düzgün bir sunum, tam anlamıyla “ucuza moda” diyebileceğimiz bir tarzı vardı.

        Gerçekten şaşırdım.

        Yayın yönetmeni arkadaşımız 59 Euro’ya gayet güzel bir kaban alırken, ben de şaşkınlığımı oradaki yönetici görünümlü İsveçliyle paylaşmak istedim.

        “Türkiye’de de mağazalarınız var ama buradakinden çok farklı. Buradaki ürünler Türkiye’de yok. Burada çok daha şık, güzel şeyler var. Her ülkeye farklı kalitede ürün mü yolluyorsunuz?” dedim.

        Görevlinin sözleri şaşkınlığımı daha da artırdı.

        “Farklı ürün üretildiğini zannetmiyorum. Ama Avrupa’daki mağazalarımızdaki ürünlerin biraz daha farklı olduğunu söyleyebilirim. Türkiye’yi bilmem ama yeni ve çok satan line’larımız genelde Avrupa’daki önemli mağazalarda alıcı bulduğu için Türkiye‘ye gitmiyor olabilir. Belki de beğeniden kaynaklanan nedenlerle buralarda satılmayan bazı ürünler periferideki ülkelerdeki mağazalara yollanıyor. Elbette ki Paris’teki, Londra’daki, Roma’daki, Stockholm’deki mağazalarda bulduğunuz ürünleri Türkiye’de bulamayabilirsiniz” dedi.

        Bu sözlerden anladığım şuydu.

        Bu büyük mağaza zinciri için Türkiye 2. sınıf ülkeydi.

        İyi ve kaliteli mallar, modacı ürünleri Avrupa’daki mağazalarda satılıyordu.

        Türkiye’ye ise “elde kalmış ürünler” postalanıyordu.

        Açıkça söylenmese de durum buydu.

        Burada merak ettiğim şu:

        Acaba bu “2. sınıf muamele” ile ilgili olarak bakanlıkların yapabileceği bir şey var mı?

        Doğrusu ağırıma gitti.

        Barzani ziyareti iyiye işaret

        BİR zamanlar “küstah” dediğimiz, adam yerine koymadığımız Barzani’nin Türkiye’ye gelmesi ve Başbakan’la görüşecek olması kimilerince eleştiriliyor.

        Eleştirilerin geldiği kesimlerin birlikteliği de çok ilginç.

        Bu ziyaret ve görüşmeden “rahatsızlık” beyan edenler, bir yanda BDP’liler, diğer yanda ise ulusalcılara yakın durmaya çalışanlar.

        “Küstah Barzani” nasıl şimdi “Dost Barzani” olurmuş.

        Bal gibi olur, şahane olur.

        Uluslararası ilişkiler dediğimiz de tam olarak budur.

        Uluslararası ilişkiler kan davası üzerine kurulmazlar.

        Gelişen ve değişen çıkarlar üzerine kurulurlar.

        Uluslararası ilişkilerde kalıcı düşmanlık veya kalıcı dostluk diye bir şey olmaz, olamaz.

        Hakiki dış politika budur, olması gereken de budur.

        AK Parti hükümeti, özellikle Davutoğlu döneminde dış politikanın bu esnekliğini ne yazık ki kaybetmişti.

        “Vay sen bunu yapmıştın” siyaseti güdülüyordu.

        Barzani’nin 10 yıl önceki konumu ile bugünkü konumu farklı.

        Türkiye’yle pek çok paralel noktası var.

        Suriye’deki PKK oldu bittilerine karşı Türkiye’yle benzer bir yaklaşım içinde olması bunların en önemlisi.

        Zaten baktığınız zaman bir dönem Türkiye’nin politikalarına karşı Barzani’yi savunan Türkiye’deki Kürt milliyetçilerinin bugün Barzani’nin ziyaretinden duydukları rahatsızlık da bunun göstergesi.

        Üstelik Türkiye’nin Barzani’yle yakınlaşması yeni de değil.

        Kuzey Irak Kürt yönetimiyle uzunca süredir “fazla iyi” bir ilişki içindeydik ve bu durum hem ABD’yi, hem de Irak merkezi hükümetini rahatsız ediyordu.

        Amerika’nın “telkin” ve “tehdit”leriyle Irak merkezi hükümetiyle olan kopukluğumuzu gidermeye başladık.

        Fakat aynı anda Kuzey Irak Kürt yönetimiyle de ilişkilerimizi bozmadan yürüteceğimizin işaretlerini alıyoruz.

        Barzani’nin ziyaretinden rahatsızlık duymak son derece anlamsız.

        Tam aksine, dış politikada “duygusallıktan” uzaklaştığımız ve rasyonaliteye döndüğümüzü göstermesi bakımından iyiye işaret.

        Terry takımın asabını bozar

        CHELSEA’nin efsanevi savunma oyuncusu John Terry devre arasında Galatasaray’a transfer olacakmış.

        İngiliz basınında bu iddia ciddiyetle yer alıyor.

        Ancak John Terry’nin Galatasaray’a gelecek olması, Galatasaray’ın rakiplerinden çok Galatasaray futbol takımı için bir tehlike.

        Çünkü Terry’nin geçmişine baktığınız zaman rakip hücum oyuncularından daha çok kendi takım arkadaşları açısından önemli bir tehdit.

        Galatasaraylı futbolcular, yönetime bir ültimatom verip “Biz bu herifi istemiyoruz” diye kazan kaldırırlarsa kimse şaşırmasın.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Taraftar tepkisini kulübün paralarını saçarak dindirmeye çalışmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar