Öcalan, Meclis'e girer mi?
YILLARCA “Terör dursun, kan akmasın, oturup her şeyi konuşalım” demedik mi?
“Silah sesleri konuşmamızı ve anlaşmamızı engelliyor” demedik mi?
Dedik!
Silahlar öyle veya böyle sustu.
Şimdi her şeyi konuşuyoruz.
Doğrusu da bu. Konuşulacak, azami müştereklerde buluşacağız.
Hükümet, barışı “Öcalan vasıtasıyla PKK ile yaptı”.
Ama şimdi farklı bir yöntem uyguluyor.
Bölgeye barışı tattırdı, huzuru tattırdı.
Şimdi barışın kalıcılığını halkla konuşuyor.
Doğru yöntem mi?
Bence doğru yöntem.
PKK’ya kaynak sağlayan durumu ortadan kaldırıp PKK’yı dağdan indirmeyi amaçlıyorlar.
Yürür mü?
Yürümese bile PKK’nın elini zayıflatır.
Diğer yandan “İmralı” lakaplı Öcalan’la da görüşmeleri sürdürüp PKK’nın yeniden teröre başvurmasını engellemek istiyorlar.
Başbakan’ın “Cezaevleri boşalacak” demesi bundan.
“İnin dağdan, terör suçlarına af ilan edelim” demiyor ama sonunda olacağı bu.
Zaten bu işin evrensel gelişimleri hep böyle olmuş.
Terör bitti mi, uzlaşma sağlandı mı af çıkar.
Toplum buna hazır mı? Bana sorsanız “Hazır değil” derdim düne kadar.
Ama bugün “Hazırmış galiba” diyorum.
Tam hazır değilse de üç vakte kadar hazır olacak gibi görünüyor.
1999 yılı, Öcalan’ın yakalanıp yargı karşısına çıkarıldığı günlerdi.
Oldukça milliyetçi olduğunu hiç saklamayan bir dostum, “Eğer bu yargılamanın sonunda idam kararı çıkmazsa, ikimiz de Öcalan’ın Meclis’te yemin ettiğine şahit oluruz” demişti.
Siyasetten anlamayan ama halden anlayan bir büyüğümdü.
Hafta sonunda yapılan tüm konuşmaları dinledim.
Başbakan’dan sonra Şivan Perver’i dinledim, Barzani’yi dinledim.
Gösterilen tepkilere baktım.
Galiba 1999 yılında bu sözleri söyleyen dostum haklıymış.
Ömrü vefa ederse Abdullah Öcalan’ın TBMM’de yemin ettiğini de görme ihtimalimiz büyük.
Onu göremesek bile Türkiye’nin bazı bölgelerinde epey bir heykelini, büstünü göreceğimiz kesin.
Tabii bir soru da “Türkiye bölünmeye mi gidiyor?” sorusu.
Terörün bitmesi ile bölünmenin hiçbir bağlantısı yok.
Terör varken ne kadar bölünme riski var ise terör yokken de o kadar bölünme riski var.
Onun kararının bu coğrafyada verilmeyeceği ise kesin.
Köle olmayan kadın erkeği tahrik eder
KADINA şiddet davalarını yakından izliyoruz.
Çünkü kabul edilemez buluyorum.
Kadına karşı işlenen suçlarda, özellikle şiddet suçlarında son 10 yılda büyük bir sıçrama var.
İstatistik verileri son 10 yıllık dönemde kadınlara karşı şiddet suçlarındaki artışı yaklaşık 10 kat olarak veriyor.
Yüzde 1000’lik bir artış.
Ancak bunun gerçek bir artışı yansıtıp yansıtmadığından tam olarak emin olamıyoruz.
Acaba eskiden kadınların “Kocamdır yapar” diyerek normal karşıladığı birtakım şiddet eylemleri, medyanın oluşturduğu bilinç sayesinde kadınlar tarafından “artık” normal karşılanmadığı için mi artış yaşanıyor, yoksa gerçekten kadına karşı şiddette bir artış mı var? Bilemiyoruz.
Ancak yılın ilk 10 ayında kadınların ölümüyle sonuçlanmış kadına karşı şiddet davalarında 50 dava karara bağlanmış.
Bunlardan 29’u “müebbet” kararıyla sonuçlanmış.
17’si ise iyi halden indirimli cezayla nihayete ermiş.
Ancak bu davaların içeriğine ve işleyişine baktığınız zaman “iyimser” olmak mümkün değil.
Çünkü davaların büyük bölümünde yargıçlar “tahrik” unsurunu öne çıkarıp kabul etmişler.
Ancak “tahrik” denilerek davanın seyrini erkeğin lehine değiştiren unsurlara baktığınız zaman pek çoğu komik.
Yemek yapmamaktan eve geç gelmeye, komşuya gitmeye, ev işlerini iyi yapmamaya dayanan birtakım tahrikler söz konusu.
Yani “kadını köle ve hizmetçi” gören mantık yargıda devam ediyor ve köle olmayan kadının dayağı, kötü muameleyi ve hatta öldürülmeyi hak ettiğini düşünen bir yargımız var.
Kadının yerini en azından yargı kafasında netleştiremediği müddetçe, daha çoook kadın öldürülür.
Tahrik ettiği için.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İki kişi kavga ederken araya girenin genelde sopayı yediğini unutmadığımız zaman.