Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KÖŞE yazarları arasında son zamanların moda terimi "açık istihbarat".

        "Gazetelerde, dergilerde, internette okudum" demektense "Açık istihbarat kaynaklarından derledim" demeyi tercih ediyorlar.

        Belki de doğru bir terminolojidir.

        Çünkü açık kaynaklar, kapalı kaynaklardan daha çok şey anlatır genelde.

        17 Aralık'ta başlayan "yolsuzluk operasyonları" sonrasında ben de "açık mı kapalı mı" bilmem ama Türkiye dışındaki medyadan olayın yansımalarını detaylı bir biçimde takip ediyorum.

        Tek bir kelimeyle özetlemek gerekirse, yabancı medyada durumumuz "rezalet".

        Bu aynı zamanda dünyadaki algımızın da aynı kelimeyle ifade edilebileceğini gösteriyor.

        Çünkü sonuç olarak algıyı medya oluşturuyor.

        Gezi olaylarıyla biten Türkiye'nin "cilalı imaj" devri, AK Parti hükümetine "Batı dünyasında" epey bir zarar vermişti.

        Ancak o dönemde Cemaat'in oldukça güçlü olan yurtdışı "entelektüel ilişkileri" Türkiye ya da iktidar aleyhine bir "enformasyon" çabası içinde değildi.

        Bu yüzden de Gezi'nin yarattığı etki sınırlıydı.

        Ancak uluslararası basın çevreleri ve entelektüel gruplarla yıllardır çok iyi bir diyalog kuran Cemaat, artık bu diyaloğunu hükümet lehine kullanmıyor.

        Bu yüzden de uluslararası alanda Türkiye'nin imajı hızla bozuluyor.

        Gezi sırasında Batı'da "antidemokratik" hatta "totaliter" olarak adlandırılmaya başlayan AK Parti iktidarına, şimdi bir de "corrupted" yani "yolsuzluk yapan" damgası da yapıştırılıyor.

        Ancak son günlerde bundan da vahim bir tablo yavaş yavaş oluşturulmaya başlandı ki, bu Türkiye'yi gerçekten vahim bir noktaya sürükleyebilir.

        Şimdilik düşük tonda da olsa Türkiye'ye yönelik bir "teröre destek veren ülke" tanımlaması yapılır oldu.

        Bu durum dediğim gibi şimdilik "sınırlı".

        Daha çok "bülten" denilebilecek raporlarda veya bazı internet medyasında ileri sürülüyor ama bana göre bunlar işaret fişeği.

        Bunun büyük mecralara yansıması ve Batı'da önce böyle bir toplumsal algı yaratılıp sonra da yönetimlerin buna göre tavır almasının sağlanması an meselesi.

        Üstelik bu noktada bir "ittifak" da var.

        Hiç görülmediği bir şekilde ABD, Alman, Fransız, İngiliz kaynaklarının yanı sıra Rusya ve hata bazı Arap kaynakları da bu noktada yayın yapmaya başladılar.

        Bunlar şimdilik "küçük ve önemsiz" yayınlar ama belli ki bu bir hazırlık.

        Bir sonraki aşamada bunun büyümesi ve Türkiye'ye uluslararası yaptırımlar uygulanması bile ihtimal dahilinde.

        Öyle ki, bu durum Türkiye'nin nükleer programını bile etkileme potansiyelini içinde barındırıyor.

        Türkiye'yi yönetenlerin bu kampanyaya ve sonrasındaki olasılıklara göre şimdiden bir "düzeltme" yapması şart.

        Her şeyi gösteren bir rapor

        12 Eylül referandumunda halktan "Evet" istenirken HSYK'nın "demokratik bir yapı" haline geleceği, yargı mensuplarının da aktif katılımıyla HSYK'nın yapısının düzeleceği ve buradaki "sultaların sona ereceği" söylendi hep.

        Referandumda "Evet" diyenler, buna da bu yüzden "Evet" dediler.

        Ama üzerinden 3 sene bile geçmeden "Yanlış yapmışız" noktasına geldi "Evet" isteyen iktidar.

        O gün HSYK'nın yeni yapısını savunanlar şimdi, "Bu yapı hatalı olmuş" noktasındalar.

        Referandum sonrası HSYK'nın yeni yapısı oluştuktan sonra TESEV isimli düşünce kuruluşu

        "Referandumdan sonra HSYK" başlıklı bir yuvarlak masa toplantısı düzenledi ve bu masada konuşulanları raporlaştırdı.

        Raporu okuduğunuz zaman, bugünkü "pişmanlığın" işaretlerini aslında görebiliyorsunuz.

        Öncelikli eleştiri "HSYK'nın yeni yapısı oluşturulurken, yargı bürokrasisinin seçimlere ağırlık koyması".

        Yani Adalet Bakanlığı, HSYK'nın yeni yapısını oluşturmuş.

        Bu o günlerde çok konuşuluyordu. Listelerden söz ediliyordu.

        Referandum döneminde Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olan, sonrasında ise HSYK 1. Daire Başkanlığı görevine seçilen İbrahim Okur da bu toplantıda "HSYK'nın yargısal süreçlere müdahale yetkisi olmadığını" söyleyerek yeni yapıyı savunuyor, HSYK'daki Cemaat ağırlığı eleştirilerine de "Dün yargıda hangi görüşler var ise bugün de aynı görüşler var. Cemaat'e yakın isimler de var" diyor ama sorunun Cemaat'te değil sistemde olduğunu anlatmak için de "Bunun Cemaat'in etkinliğinden daha çok savcı kolluk ilişkilerinden kaynaklandığını düşünüyorum" diyerek savcıların ellerinde imkân olmadığı için kolluk kuvvetleri, yani polis ne derse ona bağlı kaldığını ima ediyordu.

        Yazar Ali Bayramoğlu ise "Kurulda hafif de olsa bir cemaatin ağır bastığı iddiaları var" diyerek HSYK'daki dengeyi teyit ediyordu.

        Anlayacağınız, aslında her şey dün de gün gibi ortadaydı.

        Ama o zaman "uzlaşı" vardı, şimdi ise "kavga" var...

        Öz: Düzmece belge 3 dakikada

        SON 8 yılın en flaş yargı mensubu Zekeriya Öz, dün bir basın toplantısı yaptı ve hakkındaki iddialara yanıt verdi.

        Öz hakkındaki belgelerin sahte olduğunu, 80 bin TL'yi bulan bir harcaması olmadığını, 4 bin küsur dolarlık hesabı kendisinin ödediğini, faturaların sahte olduğunu ve kendisi döndükten sonra yapılan bazı harcamaların bile bu sahte faturalarda kendisinin harcaması olarak gösterildiğini söyledi.

        Öz'ün sözlerini yan manşette okuyabilirsiniz.

        Ama bana göre Savcı Zekeriya Öz'ün en önemli cümlesi şuydu:

        "O belgenin aynısını ben de 3 dakikada hazırlayabilirim."

        Zekeriya Öz'ün başlattığı pek çok davada sanıklar da bunu söyleyip durdular.

        Ama onlar Zekeriya Öz kadar şanslı olmadıkları için bu sözlerine yeterince itibar edilmedi.

        Ama Zekeriya Öz'ün bu sözleri bile "yeniden yargılama için bir kanıt" niteliğindedir.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Etme bulma dünyasında yaşadığımızı unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar