Üzüntüyü bile paylaşamıyorsak
ÇOK samimi söylüyorum; Kabataş'ta Z.D.'ye belden yukarısı çıplak, deri pantolonlu, deri eldivenli 100 kişiyi bırakın tek 1 kişi bile kıyafeti, yaşam tarzı, inancı yüzünden dokunduysa; bırakın dokunmayı, hakareti, tek bir "terbiyesiz" kelime söylediyse, tek bir kötü bakış fırlattıysa, ben bunu "alçaklık" ve "aşağılık" bir durum olarak görürüm.
Benim çevremden birine dekoltesi, etek boyu yüzünden hakaret edilirse ne hissedeceksem, aynısını Z.D. için hissederim.
Eminim Türkiye'nin yüzde 90'ı da benim gibi düşünüyordur, benim gibi hissediyordur.
Kendi yaşam tarzımıza müdahale edilmeye çalışılmasına karşı yıllardır nasıl tepki gösteriyorsak, başkasının yaşam tarzına müdahale edilmesiyle ilgili tepkimiz de aynı olur.
Peki ya Z.D.'nin hakkını savunduğunu söyleyenler ve bunun için kıyamet koparanların ne kadarı böyle düşünüyor acaba!
Dediğim gibi, bırakın fiziki müdahaleyi, tek bir kötü bakışı bile hoş görmemiz mümkün değilken ve Z.D.'nin hissiyatını aynıyla hissederken, herkes "empati" konusunda bu kadar başarılı mı?
Z.D. asla ve asla bir kadına, bir insana yapılmaması gereken bir şeye maruz kaldı diye haklı olarak "tepki" gösterenler, acaba ekmek almaya giderken kafasına gelen gaz bombasıyla haziran ayından bu yana komada olan küçük Berkin için de aynı hissiyata sahipler mi?
Polis kurşunuyla ölen gencecik çocuklar için, sokak arasında linç edilen Ali İsmail için de Z.D.'ye duydukları üzüntünün yüzde birini, hadi ondan geçtim binde birini yüreklerinde hissediyorlar mı?
Z.D.'nin çocuğunun bacağındaki 2 milimlik üç çizik için hissettikleri acının binde birini orantısız güçle gözünü kaybeden, kafatasının yarısını kaybeden başka anaların çocukları için hissediyorlar mı?
Sevinçleri paylaşmayı çoktan unuttuk zaten.
Ama en azından üzüntüleri, acıları hâlâ paylaşabilir miyiz diye merak ediyorum.
Üüzüntüyü bile paylaşamıyor ve üzüntüde bile ikiye bölünüyorsak yazık bu halka.
Aslında "millete" demem lazım belki ama belli ki, millet olma özelliğimizi çoktan kaybetmişiz!
Gül'ün siyasete dönüş sinyali
CUMHURBAŞKANIMIZ Abdullah Gül mesajı verdi:
"Ben Anayasa Mahkemesi değilim."
Şifreyi çözmek için âlim olmaya gerek yok.
"İçinden çıktığım partinin benim önüme yolladığı yasaları Anayasa'ya uygunluk yönünden denetleyecek halim yok. Bu yüzden de ben imzalarım, gerisine Anayasa Mahkemesi bakar."
Yani internetle ilgili düzenlemeyi imzalayacak.
"Anamuhalefet Anayasa Mahkemesi'ne götürsün, orada halletsin meseleyi" demek istiyor.
Büyük ihtimalle HSYK ile ilgili düzenleme için de aynı yola başvuracak.
Yıllar önce adliyelerden birinde bir savcı vardı.
Hakkımda en abuk sabuk şikâyetlerde bile dava açıyor.
Bir gün konuşuyoruz.
"Sayın savcım, hakkımda yüzlerce dava açtınız. Ama bunlardan bazıları gerçekten komik. Ortada davalık hiçbir şey yok. Ki siz de ifademi alırken bunu söylüyorsunuz ama sonra dava açıyorsunuz. Boşu boşuna zaman kaybı. Mahkemeler iki yıl sürüyor. Sonunda beraat ediyorum" dedim.
Yanıtı güzeldi:
"Fatih Bey, ben açmasam bir üst mahkemeye itiraz edecekler, orada açılacak. Bu da benim sicilimi kötü etkileyecek. Ben davayı açayım, siz nasılsa dava sonucunda beraat edeceksiniz."
"Yazık değil mi onca kayıp zamana, onca mahkeme masrafına" demem üzerine, "Eee, bana da yazık değil mi, sicilime işleniyor bunlar" demişti.
Gül'ün durumu da bu galiba.
Büyük ihtimalle yeniden aktif siyasete dönmeyi, Başbakan Erdoğan Köşk'e çıkarsa o da AK Parti'nin başına geçmeyi planladığı için olsa gerek "sicilini" korumak istiyor.
Ama bence yanılıyor.
Bu dönem hepimizin siciline kötü yazılıyor.
3 dönem sınırı kaldırılır
BAKIN bu satırları bir şey bilerek, bir kulis bilgisine dayanarak falan yazmıyorum.
Bu satırların altında yatan tek şey "hissiyat" ve "yılların siyaset gözlemciliği"ne dayanarak yürütüğüm akıldır.
Biliyorsunuz, AK Parti'nin meşhur bir 3 dönem kuralı var.
İktidar partisi kuruluş döneminde 15 yılı çok uzak bir gelecek olarak gördüğü için, parti mensuplarının herhangi bir görevi 3 dönemden fazla yürütmesini yasakladı.
Milletvekilliği de, bakanlık da, genel başkanlık da, başbakanlık da 3 dönemle sınırlı.
Partinin kurucularının, en etkin isimlerinin ve tabii Başbakan Erdoğan'ın 3. dönemleri doluyor ve bir kez daha aday olmaları mümkün değil.
Bazı bakanlara ve kurucular kurulu üyelerine, belediye başkanlıklarına adaylık yoluyla birer görev bulundu. Kazanırlarsa 3 dönem derdinden kurtulacaklar.
Başbakan Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmak istediği bir sır değil. O da çıkarsa konu onun açısından da kapanmış olacak.
Ama parti içinde bu kadar şanslı olmayan pek çok kişi var.
Gerilen siyasi ortamın da etkisiyle şimdi AK Parti içinde bu sınırlamanın bir tehdit olmaya başladığı algısının oluştuğu kanaatindeyim.
Pek çok partili, özellikle de milletvekili, 3 dönem sınırlamasından kurtulmanın yolunu AK Parti'den ayrılmak olarak görmeye başlayabilir.
Özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra AK Parti'den toplu kopuşlar, toplu ayrılışlar başlayabilir.
Hele hele siyasi gelecek arz eden mevcut bir parti veya yeni kurulacak bir partiye doğru kayma olabilir.
3 dönem sınırına takılacak pek çok isim, yeni bir partiyle yeni bir başlangıç yapmak isteyebilir.
Bu yüzden ben, AK Parti'nin 3 dönem sınırlamasını bu yıl içinde gözden geçirebileceğine ve en azından "kurucular kurulu için" bu sınırlamanın kaldırılmasının gündeme gelebileceğine inanıyorum.
AK Parti'nin 2015 yılına "3 dönem sınırlaması" ile girmesini imkânsıza yakın bir ihtimal olarak görüyorum.
Hele hele 17 Aralık'tan sonra...
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Başı açıklar başı kapalılara, başı kapalılar başı açıklara yapılan eziyete duyarsız kalmadıkları zaman.