Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NASIL da gözümden kaçmış.

        Reza Zarrab isimli 29 yaşındaki dolar milyarderi ve "saygın işadamı" tutuklandıktan bir süre sonra, yanlış hatırlamıyorsam yılbaşı gecesi "üzgün ve süzgün" eşi, ünlü sanatçı Ebru Gündeş de Emniyet'e davet edilip ifade vermişti.

        Herkesin aklına gelen şuydu:

        "Eşinin işleri, para bağlantıları hakkında sorgulanmıştır."

        Ve hatta herkes kızmıştı:

        "Kardeşim, kadının kocası suçlanıyor diye çocuklu bir kadını niye yılbaşı akşamı Emniyet'e çağırıp ifadesini alıyorsunuz."

        Sonra anlaşılmış ki, işin sırrı başka.

        Ebru Gündeş Zarrab isimli "mağdur ve mağrur" eşin biraderinin 200 bin dolar borcu varmış.

        Bu borcu ödemek için ablasından 200 bin dolar rica etmiş.

        Ablası ise "Sevgili kardeşim, olsa dükkân senin ama yok" demiş.

        Kardeş ısrar edince abla yüreği dayanamamış.

        "Tamam bir çaresine bakarız" demiş ve bu parayı kocasından, yani Reza Zarrab isimli 29 yaşındaki dolar milyarderi kocasından istemeye karar vermiş.

        Ancak saygın ve düzgün bir aile oldukları için bu parayı Reza Bey'den, "Kardeşim sıkışmış, 200 bin dolarcık lazım" diye istemeye utanmış ve saygın bir işadamından nasıl para istenirse öyle istemiş.

        "Rezacığım. Sen şimdi tutuklusun ya, ben seni kurtarmanın yolunu buldum. Savcılara 200 bin dolar rüşvet vereceğim. Sen de kurtulacaksın" demiş.

        29 yaşındaki dolar milyarderi saygın işadamı Reza Zarrab da son zamanların saygınlık mertebesine erişen tüm işadamları gibi bu saygın teklife evet demiş ve 200 bin doları Ebru Gündeş'e vermiş.

        Mağdur ve mağrur eş Ebru Gündeş Zarrab da bu parayı alıp kardeşine vermiş ve kardeşi de borcunu kapatmış.

        Tabii tüm bunlar teknik takibe takılmış.

        Meğer Ebru Gündeş'in emniyete ifadeye gitmesinin nedeni buymuş.

        Ben bunları Milliyet Gazetesi'nde okudum.

        Epey de oldu bir yalanlama görmedim.

        Demek ki, saygın işadamlarının saygın aileleri böyle yapıyor.

        Eğer "saygın" olmak istiyorsanız, davranış modeliniz bu olsun.

        Yeni Türkiye'nin saygın işadamları ve eşleri böyle yapıyor.

        Pennsylvania'ya zorla mı götürdüler!

        YILLARDIR ortalıktayım, bilirsiniz ki, ne cemaatle, ne tarikatla işim olmaz.

        Meşrebime uygun değiller.

        Ben almam, alana da mâni olmam.

        Allah'la arama kimseyi sokmam, sokma ihtiyacı hissedene de saygı duyarım, karışmam.

        Bunu girişte söyledikten sonra gelelim konumuza .

        Fethullah Gülen'in ve Cemaat'inin "saygın ve makbul" kabul edildiği günlerde, erbab-ı siyaset ve erbab-ı hükümet, erbab-ı ticaret ve erbab-ı matbuatın pek çok ismi "saygı, sevgi, bağlılık ve hatta biat" beyan etmek üzere Pennsylvania'ya koşuyordu.

        Hükümetin bile Gülen'e "temsilci" gönderdiği sır değildi.

        O günlerde "mebzul miktarda makbul" olan Cemaat ve Gülen, 17 Aralık günü bir genel kurul kararıyla "Cemaat"ten "çete"ye dönüştürülünce o günlerde Pennsylvania'da el ve hatta eteğe buse konduran matbuat erbabında da hızlı bir dönüş oldu.

        Dün öptükleri eteğe bugün tükürmeye başladılar.

        Cemaat de haliyle "Yahu dün buradaydınız" dedi ve "en uzağa tükürme" yarışında birinciliği elde etmek için çırpınanlardan bazılarının Fethullah Gülen ile çekilmiş fotoğraflarını yayınladı.

        Vay vay vay!

        Bir infial bir infial.

        "Meğer hocaya ziyaretimizi bize şantaj malzemesi yapacaklarmış" diyorlar şimdi.

        Anlamadım şantaj bunun neresinde.

        Hani Pennsylvania'da gizli kamerayla çekim yapsalar, zamparalık görüntüleri falan yayınlasalar anlarım da makbul günlerinde Gülen'le kol kola 32 diş ortada poz verip, Gülen gözden düşünce o gün güç gösterisi olan bu pozu bugün şantaj malzemesi gibi algılamak neyin nesi.

        Ama kabahat Cemaat'te.

        İlk günden beri diyorum ki: "Oraya giden gazetecilerin ve gitmek isteyip de götürmediğiniz gazetecilerin bir listesini yayınlayın."

        Yayınlayın da hep beraber görelim.

        Yayınlayın da hep beraber gülelim.

        Birkaç mektup, bir ağız tadı

        SÖYLÜYORUM ya, bugünlerde bol küfür yiyorum diye.

        Eminim ki, küfredenlerin büyük bölümü ne beni okuyorlar, ne bu gazetenin hangi haberleri yazdığını biliyorlar.

        Pek büyük bir bölümü de bilerek veya bilmeyerek beni "Alo Fatih" zannediyorlar.

        Buna mukabil yüzlerce, binerce okur da mail'le, mektupla "Takmayın. Biz sizi tanıyoruz, biliyoruz, yıllardır okuyoruz" diyor.

        Pek büyük bölümü gençliklerinden beri beni okuduklarını, bir gazetecinin yazdıklarıyla yargılanması gerektiğini söylüyorlar.

        Birkaç gün önce postadan minik bir paket çıktı.

        Açtım. Bir paket incir ve bir mektup.

        Şöyle diyor:

        "Sevgili Fatih Bey, Aydın'da yaşayan, tarım ürünleri ihracatı yapan siz yaşlarda biriyim. Yıllardır sizi izlerim. Deyim yerindeyse ruh ikiziniz gibiyim. Sizde kendimi görüyorum. ...

        ...Dün akşam sizi izlerken üzüldüm. En çok da ciğeri beş para etmez, taş üstüne taş koymamışların eleştirilerini duydukça.

        Sizin ağzınızın tadı kaçmıştır. Size ürünlerimden minik bir hediye gönderiyorum. Ağzınız tatlansın, Allah yardımcınız olsun."

        Gözlerim dolu dolu okudum.

        Sağolsun. Ağzımın tadını incir değil bu mektup düzeltti.

        Sonra bir başkası.

        Cezaevinden yazmış. Cezaevinde doktorasını hazırlayan bir üniversiteli.

        "Sizi CNN'de izledim. Yazayım dedim. Derim de genelde yazmam. Ama bu kez yazdım.

        Sizi çok dürüst bulurum, eskiden beri. Olan bitene üzüldüm ve sizi çok iyi anlıyorum. Muhtemelen siyasi görüşümüz aynı değildir. Kendimi ülkücü olarak tanımlıyorum. Sizi yıllardır okurum ve bilirim ki siyasi tercihimiz aynı olmasa bile olaylara bakışınız ve fikirlerinizle benimkisi arasında hiçbir fark görmüyorum.

        Diyeceğim odur ki, orada kalmalısınız, yazmaya devam etmelisiniz. Giderseniz sadece gitmiş olursunuz. Kimseye bir yararı olmaz. Siz orada olmalısınız. Yazılarınızdan anladığım kadarıyla Türkiye'yle ilgili kaygılarımız da aynı. Yaşadığınız zorluğu yüzünüzde gördüm. Dayanmalısınız. Umarım bu mektup size gelinceye kadar siz pes etmemiş olursunuz. Yazılarınız için ayrıca teşekkür ederim. Sizi okumaya devam edeceğiz. Koğuş 8-2 gazetenizi almaya devam edecek."

        Ve daha böyle yüzlercesi.

        Dayanma gücünü verenlere çok teşekkür ediyorum.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Arenada ölen boğanın, mezbahada kesilen boğadan daha fazla acı çektiğini ama daha saygın olduğunu herkes anladığı zaman.

        Diğer Yazılar