Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇEN hafta ne yazdım bu köşede.

        "Reza Zarrab ve bakan çocukları tahliye edilecekler" dedim.

        Demedim mi?

        Doğrusu ben geçen hafta tahliye bekliyordum. Kısmet bu haftayaymış.

        İstanbul Adliyesi'nde bana bu bilgiyi veren kaynağım, tahliyeler gecikince mesaj atmıştı.

        "Yazın, işi bozdu. Birkaç gün sonra tahliye edilecekler" diye.

        Ben de kendisini arayıp sordum: "Yazıyla ne alakası var tahliyenin?"

        "Birkaç gün bekleyecekler. Her gün 'Bugün tahliye olacaklar' diyemeyeceğini biliyorlar. Üç beş güne salıverirler" dedi.

        Gerçekten de bu konuşmadan beş gün sonra, 17 Aralık operasyonuyla ilgili tutuklu sanık kalmadı.

        Hatta "sanık" kaldı mı ondan da emin değilim.

        Çünkü Başbakan, tahliyelerle ilgili yorumunda "Adalet yerini buldu" dedi.

        HSYK'da yapılan son değişiklikten sonra Başbakan, "Adalet yerini buldu" dedikten sonra "Hayır bulmadı" diyecek birinin çıkma ihtimali artık yok gibi.

        Gibisi fazla. Artık yok.

        Zaten tahliye kararına baktığınız zaman, toplumsal tepkiden korkmasalar "beraat" yazacaklarmış gibi bir hava var.

        Henüz iddianame yokken beraat nasıl olur diye saçma sapan bir soru sormayın.

        Bal gibi olur.

        Olmaz diyorsanız, seçim sonuçlarını bekleyin.

        Bakın bakalım sandık ne diyor.

        Yine büyük ihtimalle, "Milleti de fazla kızdırmayalım" kabilinden "yurtdışı" yasağı da koymuş mahkeme.

        Bence çok lüzumsuz bir "yasak".

        Niye mi?

        Onun için alttaki yazıya geçelim.

        Salak mı bunlar yurtdışına kaçsınlar!

        MAHKEME, salıverdiği Reza Zarrab ve bakan çocukları için "yurtdışına çıkış yasağı" koydu.

        Mahkeme kararını okurken, bunu görünce gülmeye başladım.

        Biz vatandaşlar salak olabiliriz, ama 29 yaşında dolar milyarderi olan Reza Zarrab'ın ve genç yaşta milyonlarla oynayan bu çocukların salak olma ihtimali sıfır.

        Cin gibiler.

        Cin gibi oldukları için de yurtdışına falan kaçmaya kalkışmazlar.

        Niye kalkışsınlar ki!

        Buradaki rahatı nerede bulacaklar! Nereye kaçacaklar!

        Mesela, Reza Zarrab'ın İran'daki ortağı tutuklu ve hâlâ içeride.

        Reza ne yapacak, İran'a mı kaçacak, içeri atılmak için!

        İran'la "garip bir ticaret" yaptığı ortadayken Amerika'ya mı kaçacak?

        Ya da Avrupa Birliği ülkelerine veya İngiltere'ye mi?

        Keza bakan çocukları...

        Niye kaçsınlar ki!

        Koskoca bir iktidar partisi, dört koldan onları kurtarmak için binlerce kişinin görev yerini değiştirir, hâkim-savcı demeden oradan oraya atar, HSYK'yı kanunla iktidara tam ve kesin olarak bağlarken niye kaçsınlar.

        Başka hangi ülkeye gitseler, o ülkenin başbakanı bunlar için "Suçsuzlar" diyecek?

        Hangi ülkenin en yetkili ve tek yetkili ağzından bu çocukların salıverilmesi için "Adalet yerini buldu" cümlesi çıkacak?

        Kaçmak bir yana, bunları kovalasan Türkiye'den gitmezler.

        Nerede bulacaklar böyle memleket.

        Çoluk çocuk meselesinde farklı bir taraf

        GÜLAY, "Fatih Bey, telefonda bir hanım var. Israrla sizinle konuşmak istediğini söylüyor" deyince telefonu aldım.

        Telefonda gerçekten bir hanımefendi.

        Biraz üzgün, biraz öfkeli, biraz kırgın bir ses tonu.

        "Fatih Bey" dedi, "Bizim Başbakan'ımıza ulaşma, sesimizi duyurma imkânımız yok, ama siz duyurabilirsiniz. Bizim üzüntümüzü kendisine aktarabilirsiniz".

        Önce bir taleple karşı karşıya olduğumu zannettim.

        Ama değilmiş.

        Bir sitemin iletilmesini istiyordu telefondaki hanımefendi.

        "Fatih Bey, Başbakan'ımız geçen hafta Devlet Bahçeli'nin çocuğu olmadığını söyleyerek onu eleştirdi. Bugün de Fethullah Gülen'e aynı eleştiriyi yöneltti. Sanki bu bir kabahatmiş gibi" derken araya girdim.

        "Hanımefendi, MHP'li misiniz, Cemaatçi mi?" diye sorma ihtiyacı hissettim.

        "Hayır" dedi, "Eşimle ben ne MHP'liyiz, ne Cemaatçi. Yani Gülen Cemaati'nden değiliz. Tam aksine AK Parti'ye oy verdik hep. Ama Başbakan'ımıza kırılıyoruz. Eşim 46, ben 42 yaşındayım ve çocuğumuz yok. Olmuyor. Çok uğraştık, çok tedaviler denedik. Ama nasip kısmet değilmiş. Allah bize bir çocuğu nasip etmemiş. Başbakan'ımız 'Çoluk çocukları yok' dedikçe kahroluyoruz. Sanki bu bir ayıpmış gibi. Mukadderat bu. Kimine Allah evlat nasip etmiyor. Kaderimiz bu. Sanki kadere biz hükmedebilirmişiz gibi konuşuyor Başbakan'ımız. Kırıyor bizi. Üzüyor bizi".

        Açıkçası Başbakan'ın siyasi veya dini rakiplerini "özel hayat" üzerinden eleştirmesi garibime gidiyordu.

        Hatta bunu "ayıp" olarak görüyordum ama işin bu yönü hiç aklıma gelmemişti.

        Hanımefendiye, "Başbakan'ı göreceğimi hiç zannetmiyorum, ama bunu yazarım" dedim.

        "Çok sevinirim. Çünkü çok sevdiğimiz Başbakan'ımıza çok kırgınım" dedi.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Sandığa gidip oy vermeyenin şikâyet etmeye hakkı olmadığını bildiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar