Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YENİ Ortadoğu'nun mimarı, komşularıyla sıfır sorunlu Türk dış politikasının beyni, stratejik derinliğin sahibi Dışişleri Bakanı'mız Sayın Ahmet Davutoğlu, Irak Şam İslam Devleti, yani IŞİD "ordusunun" Musul'u işgali ve Türk Konsolosluğu'nu rehin alması sonrası "çok ama çok önemli" bir demeç daha verdi.

        Bu muazzam beyanat şöyleydi:

        "Kimse Türkiye'nin gücünü ve kararlılığını sınamaya kalkışmasın."

        Bu cümle çok önemli ve çok etkili bir cümledir.

        Özellikle de Sayın Ahmet Davutoğlu'nun ağzından çıkınca çok daha büyük önem kazanmaktadır.

        Zaten büyük bir ihtimalle Sayın Ahmet Davutoğlu da sarf etmiş olduğu bu önemli hatta "okkalı" cümlenin yarattığı etkinin farkındadır

        En azından ben farkında olduğunu zannediyorum. Zannetmekten öte eminim.

        Çünkü Sayın Ahmet Davutoğlu bu cümlenin öneminin, ağırlığının ve etkisinin farkında olmasa idi bu cümleyi bu kadar sık sarf etmezdi.

        Sayın Davutoğlu bu cümleyi her fırsatta tekrarlamaktadır.

        Mesela, Suriye Türkiye'nin F4 uçağını vurup 2 pilotumuzu şehit ettiği zaman da Sayın Davutoğlu, "Kimse Türkiye'nin kararlılığını test etmeye kalkışmasın" demiştir.

        Nitekim bu müthiş cümle üzerine Suriye'nin Devlet Başkanı Beşar Esad büyük bir korkuya kapılmıştır.

        Korkudan adını değiştirip "Esed" yapmıştır.

        Keza Reyhanlı'da patlayan bir bombayla 52 vatandaşımızın hayatını kaybetmesinden sonra Sayın Davutoğlu yine "ağır" konuşmuş ve "Bizi provoke etmesinler. Türkiye'nin kararlılığını sınamaya kalkışmasınlar" diyerek bir kez daha gücümüzü "dahili ve harici" düşmanlarımıza göstermiştir.

        Davutoğlu'nun Türkiye Büyükelçisi'ni sınır dışı eden General Sisi'ye karşı da benzer bir tavır koyduğu bilinmektedir.

        Bu çıkıştan aşırı korkan General Sisi çareyi acilen seçimlere gitmekte bulmuş ve Mısır Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

        Durumu gören Beşar Esad (yeni adıyla Esed) da çareyi seçime gitmekte bulmuş, o da bu korkuyla yeniden Suriye Devlet Başkanı seçilmiştir.

        Bu kez de aynı Sayın Davutoğlu, Irak Şam İslam Devleti'ne aynı ağırlıkta bir tepki göstermiştir.

        Bu sert çıkışın sonrasında IŞİD'in de Irak ve Suriye'de kontrol altında tuttuğu bölgelerde seçime gitmesi ve demokratik yollardan iktidara gelmesi muhtemeldir.

        Musul, İngiliz oldubittisidir

        MURAT Bardakçı dün İngilizlerle yaptığımız Ankara Anlaşması'ndan birkaç maddeyi yazınca mümtaz basınımız, özellikle de televizyonlarımız Murat'ın orada adını geçirdiği Cahit Kayra'nın peşine düştü.

        Cahit Bey'i birkaç yıl önce Teke Tek Özel'de ağırlayıp bu konu da dahil olmak üzere pek çok konudaki yaşadıklarını ve bilgilerini paylaşmıştık.

        Ancak mümtaz basınımız bilmeli ki, Türkiye'nin Irak'la olan sınırı Ankara Anlaşması ile çizilmemiştir.

        Bu sınır ve bugün hâlâ tartıştığımız Musul ve Kerkük meseleleri bir İngiliz "fait accompli"si, yani "oldubittisi"dir.

        Öncelikle şunu belirterek başlayalım.

        ATEŞKESTEN SONRA İŞGAL

        Osmanlı İmparatorluğu, Musul'u ve o dönem için çok da önemli sayılmayan Kerkük'ü 1. Dünya Savaşı sırasında kaybetmedi.

        Ne Musul, ne Kerkük 1. Dünya Savaşı sırasında ele geçirilmedi, işgal edilmedi.

        Ancak 1918 yılının Ekim ayının son günü imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında, Musul "hukuksuz" bir şekilde 15 Kasım günü İngilizler tarafından işgal edildi.

        Mütareke "olay çıkan yerlerin işgaline" izin veriyordu, ama Musul'da hiçbir olay çıkmadan işgal gerçekleştirildi.

        Daha sonra uzun görüşmeler başladı.

        Lozan sırasında Musul meselesi gündeme geldi.

        İngiliz belgelerinden anlayabildiğimiz kadarıyla İngilizler, Musul'u "pazarlık masasında kullanmak üzere" işgal etmişlerdi ve asıl hedefleri Basra ile Bağdat'ı elde tutmaktı.

        Görüşmeler sırasında Lloyd George hükümeti devrilince yeni başbakan, Lozan'daki görüşmeci Lord Curzon'a "Musul'u gerekirse verebilirsin" deme ihtiyacı hissetti.

        MUSUL KOZDU

        Ancak Curzon bunu dinlemedi ve Lozan'da Musul konusunda ısrar etti.

        Bu sırada Türkiye'de Meclis'te de bu konuda ateşli tartışmalar yaşanıyor, Misak-ı Milli sınırları içindeki Musul'dan masada vazgeçilmesine karşı sesler yükseliyordu.

        Bu konuda yapılan gizli oturum artık bir sır değil ve İş Bankası Yayınları, bu gizli oturum zabıtlarını yıllar önce kitaplaştırdı.

        Lozan'da Türk tarafı buranın ahalisinin büyük oranda Türk olduğunu, Irak'ın o gün 5 milyon civarında olduğu düşünülen nüfusunun 2 milyondan fazlasının Türk olduğunu iddia etti.

        TÜRKLER, TÜRKMEN OLDU

        Curzon ise buna karşılık, "Hayır onların yarıdan fazlası Kürt. 1 milyon kadarı ise Türk değil Türkmen. Onların Anadolu'daki Türklerle bir bağı yok" diyerek itiraz etti.

        Oysa Irak'ta "Türkmen" denilenlerin Türkiye'deki Türklerden hiçbir farkı yoktu.

        Aynı yoldan, aynı şekilde gelmiş ve yerleşim yeri olarak Anadolu'yu değil biraz daha aşağısını seçmiş olmaktan başka farkları yoktu.

        Bu mesele Lozan'da da tam olarak çözülemeyince İngilizler, "Bu meseleyi bilateral" olarak çözme teklifinde bulundular.

        Türkiye bunu kabul etti.

        KÜRT İSYANLARI

        Mesele "multilateral" olmaktan çıkıp "ikili mesele" haline dönüştü ve böylelikle bu konuda Musul'u İngilizlere kaptırmamak için Türkiye'nin yanında yer alması muhtemel olan Fransa devre dışı kaldı.

        Geçici sınır olarak "Brüksel hattı" denilen ve hemen hemen bugünkü Irak sınırımız olan çizgi zaten kabul edilmişti.

        İngilizler konuyu Milletler Cemiyeti'ni götürdüler ve meseleyi orada resmileştirdiler.

        Türkiye konuyu kolay kapamadı ve buradaki haklarını arama gayretini sürdürdü.

        Ancak bu gayret Türkiye'de İngilizlerce organize edilen ve genç Cumhuriyet'i oldukça yıpratan Kürt isyanlarına neden oldu.

        MALİ HAKLARI MENDERES BIRAKTI

        İngilizler peş peşe Kürt isyanlarını kışkırttılar ve sonunda Ankara Anlaşması yapıldı.

        Murat'ın dün yazdığı Ankara Anlaşması ise Musul'la ilgili olarak Türkiye'nin mali haklarını tanımak açısından "minimal" bir öneme sahiptir ve siyasi bir anlam taşımaz.

        (Türkiye buradaki mali haklarından doğan alacağından ise Menderes hükümeti döneminde imzalanan bir anlaşmayla tamamen vazgeçti.)

        Meselenin detaya girilmeden özeti budur.

        Gizli saklı bir tarafı yoktur.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Osmanlı'yı perişan edenin hayalperest bir paşa olduğunu unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar