Açarsan sınırı herkese provokatör de girer Muhaberat da
MEMLEKETİN bir bölümünde geçen hafta meydana gelen olaylar hepimizin ödünü patlattı.
Bizler gençliğimizde yaşadığımız günlere geri dönen bir Türkiye’den korkarken, gençler hiç görmedikleri bir Türkiye tablosunun kâbusunu görmeye başladılar.
Gerçekten de “terör’’ günlerinden farklı bir ortamdı.
Millet birbiriyle kavgaya, dövüşmeye, birbirini linç etmeye başlamıştı.
Bu başka bir şeydi...
Dağdaki adam değildi, komşumuzdu, yan mahallelimizdi...
Haliyle de çok tehlikeli bir durumdu.
Sağolsun hükümetimiz ya da iktidarımız, suçluları hemen bulup çıkardı.
Anamuhalefet CHP, paralel yapı ve biraz da “Öcalan’ı dinlemeyen sorumsuz Kürtler’’.
Ve tabii “provokatörler’’.
Elbette birtakım provokatörler vardır, böyle olayların olmazsa olmazıdır “provokasyon’’ ama bu provokatörlerle ilgili suçlu ararken hiç aynaya bakma ihtiyacı hisseder mi “iktidar sahipleri’’.
Şimdi soralım kendilerine ve tabii haliyle size:“Yıllarca PKK’yı Türkiye’nin başına musallat eden hangi ülkeydi?’’
Yanıt: “Suriye.’’
Peki o zaman ikinci soru şu: “Bugün sınırlarımızdan içeri sorgusuz sualsiz, kontrolsüz biçimde girip Türkiye’nin her yerine yayılan yaklaşık 3 milyon kişi hangi ülkenin vatandaşı?”
Yanıt yine “Suriye’’.
Peki ey iktidarın sahipleri, bu 3 milyona yakın kontrol dışı Suriyeli içinde hiç mi Esad ajanı yoktur?..
Türkiye’ye yayılan bu milyonlarca Suriyeli arasında Esad tarafından Türkiye’yi karıştırmak için yollanmış olması muhtemel hiç mi Muhaberat elemanı yoktur?
Biliyor musunuz kim geldi?
Var mı elinizde bir kayıt kuyut.
Girenler nerelere dağıldı, tespitli mi?
Gelenlerin Esad muhalifi olduklarından nasıl emin oldunuz, sınırda kokladınız mı?
Tüm bu sorulara vereceğiniz yanıt “Hayır’’.
Bilmiyorsunuz kime kucak açtınız, kimi dibimize, kimi içimize soktunuz.
Şimdi o uzun parmaklarınızı milletin üzerine doğrultup “Siz sorumlusunuz’’ derseniz, biz de kendi küçük parmaklarımızla “Asıl sizsiniz sorumlu’’ desek kim haklı olur!
Ben mi Suriye ile herkesten daha fazla “papaz oldum’’!
Ben mi kapıları Suriye’den gelen herkese kim olduğuna bakmadan açtım!
Ben mi bunların Türkiye’nin her tarafına yayılmasına izin verdim!
Elbette bu işin içinde Türkiye’deki bazı hainler de vardır.
Ama siz asıl dışarıdan gelmelerine izin verdiğiniz hainlere bakın... Çünkü onların sayılarını da bilmiyoruz, kim olduklarını da...
Uçak-Saray-Müsteşar
SON zamanların en sıkı Ankara dedikodusunu dün Erdal Sağlam’ın köşesinde okudum.
İddiaya göre Başbakan Ahmet Davutoğlu, eski Başbakan’la birlikte Çankaya’ya çıkan Başbakanlık Müsteşarı’ndan boşalan makama atama yapamıyormuş.
Çünkü Davutoğlu’nun atamak istediği müsteşarı Cumhurbaşkanı “beğenmemiş’’ ve başka bir isim vererek onu atamasını istemiş.
Ahmet Davutoğlu da Cumhurbaşkanı’nın “Bunu ata’’ dediği isimden hoşlanmamış. O da onun atamasını yapmamış.
İddianın doğruluk payı yüksek gibi duruyor; çünkü 1 ayı aşkın süredir makam boş.
Bürokrasinin en üst makamının böylesine uzun süre boş kalması görülmüş şey değil.
Benzer bir “atarım-atatmam-ata-atamam’’ durumu Hazine Müsteşarlığı için söz konusu diye de konuşuluyormuş Ankara’da.
Davutoğlu’nun bu konudaki inadını anlamak mümkün değil.
Başbakan olurken ne zannediyordu ki!
Türkiye’yi yöneteceğini mi!
Yeni Başbakanlık binasını, yeni Başbakanlık uçağını bırakmayan yeni Müsteşar atamasını bırakır mı!
Sorun hastada değil doktorda
BAZI okurlar “Çok karamsarsın’’ diyorlar.
Hayır değilim.
Gerçekçiyim sadece.
Türkiye’de çok ciddi sorunlar var.
Bu sorunların bazılarını kendi elimizle yarattık.
Türkiye bundan daha vahim sorunların üstesinden gelerek kuruldu, daha vahim sorunları aştı.
Benim karamsarlığımın nedeni, bu sorunlarla baş etmesi gerekenlerin sorunu teşhis etmedeki yetersizliği veya bilgisizliği.
Akciğer kanserini öksürük şurubuyla tedavi edersen ve “Babası da içerdi’’ diyerek sigaraya devam etmesini istersen, hastalığın suçunu da oda havalansın diye camı açan hemşireye atarsan hastayı iyileştiremezsin.
Benim kaygım bu...
Dolapdere mi, Nişantaşı mı?
“NE işimiz var bizim Ortadoğu bataklığında’’ deyince iktidardan veya iktidar gibi düşünenlerden itiraz geliyor: “Orası bizim komşumuz.’’
Bakın bizim gazetenin binası da Taksim’de. Talimhane’de.
Binanın bir yanı Taksim Meydanı’na, Beyoğlu’na, İstiklal Caddesi’ne, bir yanı Şişli’ye, Nişantaşı’na, bir yanı da Dolapdere’ye bakıyor.
Biz Habertürk çalışanları binadan çıktığımız zaman yemek için, alışveriş için, gezmek için ya Taksim tarafına gidiyoruz, ya Nişantaşı tarafına.
Çünkü Dolapdere tarafı pek “hoş’’ değil.
Genelde olay var.
Ya iki farklı siyasi grup arasında olay oluyor, ya kavga dövüş var, bıçaklama var, uyuşturucu satıcıları eksik değil, kaçak göçmenler kol geziyor.
Bu yüzden de mecbur kalmadıkça oralara pek gitmiyoruz.
Komşumuz, dibimiz ama Dolapdere’de cirit atmıyoruz.
Çünkü biliyoruz ki, oraya çok gidersek bir gün tatsız bir şeyle karşılaşabiliriz.
Elbette Taksim’de, Nişantaşı’nda da karşılaşabiliriz bir tatsızlıkla ama olasılık Dolapdere’de çok daha fazla.
Türkiye’nin dış politikada yaptığı da bu.
3D yazıcı çıktı, haberiniz var mı!
SABAH Türkiye’nin önemli haber televizyonlarından birinde bir haber.
“Bir üniversitemiz kendi geliştirdiği bir aletle her türlü 3 boyutlu nesneyi yapabiliyormuş. Her şeyi kopya edebilecek bir teknoloji imiş. 3D modellemeyle bu üniversitemizin yapamayacağı hiçbir şey yokmuş.’’
Haber ilgimi çekti.
Dönüp ekrana baktım.
Bir 3D printer ekranda.
Sanırsın bizim üniversite icat etmiş.
Ulan 3000 dolara almayanı dövüyorlar.
Mahalle arasında bile bulunur olmuş.
Ama bizim muhabirin haberi yok.
Hadi muhabir cahil, editörün de haberi yok.
Hadi editör cahil...
Neyse uzatmayayım.
Haber televizyonculuğumuz bu durumdaysa, memleketin durumu normaldir.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Uçmaktan zor olanın inmek olduğunu bildiğimiz zaman.