Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AYLAR boyu üzerinde konuşulan ve galiba bundan böyle de konuşulmaya devam edilecek olan “17 Aralık” (2013) soruşturması, hukuk cephesi açısından sona erdi. Dosyayla görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı “yolsuzluk” iddialarını yersiz buldu ve soruşturulanlar hakkında takipsizlik kararı verdi.

        Yolsuzluk yapmak, rüşvet almak ve konumunu kötüye kullanmakla suçlanan bakanlar, koltuklarını kaybettikleriyle kaldılar. TBMM’de oluşturulan konuyu araştırmakla görevli komisyon da, kuruluşu üzerinden hayli zaman geçtiği halde, çalışmalarına bir türlü başlayamıyor zaten...

        Ne oldu, her şey bitti mi?

        Umarım bitmemiştir.

        Ve umarım, aylar boyu suçlamalara muhatap kalmış siyasilerle yakınları da, dosyanın bu şekilde kapatılmasından rahatsızlık duymuş, konunun bir mahkeme kararıyla sonlandırılmasını kendileri de arzu etmişlerdir.

        Siyasi kadrolara yönlendirilebilecek en yaralayıcı ithamlar, görevin kötüye kullanılmasına yönelik olanlardır. Siyasi kimliği bulunan birinin konumunu paraya dönüştürme çabasına girmesi, rüşvete tenezzül etmesi, yolsuzluk yapması herkesi çok rahatsız eder. Bütün hukuk sistemlerinde bu tür iddialar ciddiye alınır.

        Bizde de, siyasi makamlarda bulunan kişiler, görevleriyle ilgili konularda yargılanmaları gerektiğinde, konunun ciddiyeti gereği, Yüce Divan’a sevk ediliyor...

        Yüce Divan... İsmi bile ürkütücü...

        Öte yandan, siyasi hesaplaşmalarda karşıdakini faka bastırmak için başvurulan kolay yollardan birinin, aslı astarı bulunmasa bile, yolsuzluk suçlamaları olduğu da biliniyor. Geçmişte pek çok politikacı bu tür iddialara muhatap olmuştu. Seçim kampanyalarında “Koskotas dosyalarını açacağız, Yüce Divan’a göndereceğiz” diye bas bas bağırıldığını hatırlıyoruz.

        Dosyaların kampanya sonrasında unutulmaya terk edildiğini de...

        Cumhuriyet Savcısı tarafından “takipsizlik kararı” verilen “17 Aralık” ile ilgili soruşturma da bir seçim öncesi girişimiydi aslında; şAibeli dinlemelerle kayda alınmış telefon konuşmaları internet üzerinden kamuoyuyla paylaşılmış ve kanaat oluşturması sağlanmıştı.

        Polisler ve yargı mensuplarının içinde yer aldığı siyaseti etkileme amaçlı bir oluşumun -devlet içerisinde “paralel yapılanma”var olduğu tespitine yol açan sürecin de başlangıcıydı 17 Aralık 2013 tarihi...

        O gün bugündür, bir taraf yolsuzluk iddialarını öne çıkarıp siyaseti geriletmeye, diğer taraf da “paralel yapı” içerisinde yer alanları tasfiyeye çabalıyor.

        Kamuoyumuz, biraz da şaşkınlıkla, olan biteni izliyor.

        Zaten yolsuzluk iddialarına muhatap olanlarla ilgili hukuki süreç için “Umarım, Cumhuriyet Savcısı’nın takipsizlik kararıyla bitmemiştir” temennim de, kamuoyunun hassasiyetinden kaynaklanıyor. Kamuoyuna mal olmuş ve geniş kitlelerin dikkatini çekmiş iddiaların tek bir savcının mütalaasıyla rafa kaldırılması elbette mümkündür, ama bu işlem ağızları kapatmak için yeterli sayılmaz.

        Ağızlar torba değil ki büzesin...

        Suçlanan bakanlar da, eminim, tek savcının mütalaasıyla değil, “Türk milleti” adına karar veren mahkemelerce aklanmayı tercih eder...

        Peki şimdi ne olacak?

        Olacak fazla bir şey yok...

        Hukuki süreç, hiç değilse ilk açılan soruşturmayla ilgili olanı, bu kararla durmuş bulunuyor. Başka bir savcının eldeki verileri güçlendirecek farklı bulgulara dayanarak soruşturma açması veya tarafların kendi talepleriyle yeni bir hukuki süreç başlatılması mümkün elbette, fakat bayağı küçük bir ihtimal bu.

        Görev, bundan böyle, TBMM’ye düşüyor. Komisyon görevini ciddiye almalı ve bütün yönleriyle irdeleyip kamuoyunu tatmin edecek bir sonuca ulaştırmalı.

        Yalnızca kişileri yıpratmaz bu tür iddiaların gündemde kalması, bütün siyasi kadrolara ve Meclis’in itibarına da zarar verir.

        Diğer Yazılar