Savrularak bir yere varamayız
CUMHURİYET Bayramı’nı bu yıl da milletçe -ama biraz buruk ve içimiz kan ağlayarakkutladık. İçimizin kan ağlamasının tek sebebi, Karaman’ın Pamuklu Köyü’nde meydana gelen maden kazası değildi; bu bayram, maalesef, birlik ve dirliğimize dönük beklentilerimiz ve gelecekle ilgili umutlarımızın hız kaybettiği bir döneme denk geldi.
Hep unutuluyor: Cumhuriyet milletin neredeyse bütününün ortak değeridir. Kaybedilen bir imparatorluğun yerine oluşturulan “cumhuri idare”, uzunca sayılabilecek yolculuğu boyunca bazı badireler atlatsa da, bugün bile halkımızın ilerleme, kalkınma, muasır medeniyetle buluşup onu geçme ideallerinin yansıma noktasıdır.
Özellikle de çok partili demokratik sisteme geçildikten sonra...
İdrak ettiğimiz şu 91. yılında, birlik ve dirlik noktasında sıkıntılar yaşanması, cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle ters düşüyor...
Adı olarak (“Türkiye”) etnik bir kimlikle irtibat kurulabilecek bir sözcük seçilmişse de, Türkiye Cumhuriyeti, tek bir “etnik kimlik” üzerine inşa edilmedi. Birinci Meclis’in çok renkli yapısı yanında, kurucu kadro da, ilk yıllarda, yeni cumhuriyetin Türkler ile Kürtlerin ortak devleti olduğunu her vesileyle vurguladı.
O dönemin, imparatorlukların yerlerini hızlıca ulus devlet yapılarına terk ettiği bir dönem olduğunu unutmayalım. Kurucu iradenin cumhuriyete geçilmesinden bir süre sonra vurguyu “Türklük” üzerine kaydırması, dönemin bu özelliğiyle ilgilidir. Zaman içerisinde o vurguya bazen “ırkçı” anlamlar yüklendiği anlık kırılmalar yaşandı yaşanmasına; ancak sapmalar, toplumun sağduyusuyla kalıcı hale gelmedi.
Son 30 yılı “Kürt” sözcüğünün fazlaca telaffuz edildiği terörlü bir ortamda geçirmemize rağmen toplum, dışarıdan zerk edilmeye çalışılan “düşmanlık” zehrini de kabul etmedi. Teröre bulaşanlar ile terörle mücadele adı altında her türlü insanlık dışı davranışı sergileyenleri etnik kimliklerle bağdaştırmak yerine, onları “kriminal” tipler saymaya devam etti.
“Çözüm süreci”, “barış süreci” veya “barış ve kardeşlik projesi” adlarıyla anılan, şiddete son verme ve ülkeyi eksikliği hissedilen yeni demokratik hak ve özgürlüklerle tanıştırma hamlesinin, toplumda genel kabul görmesinin sebebi budur.
Etnik farklılıklar toplum katmanlarında düşmanlığa dönüşmüş olsaydı, süreç, bugüne kadar zor ayakta dururdu.
PKK’nın şimdilerde yeniden şiddete bulaşan bir dili tercih eder görüntüsünün en tehlikeli yönü işte budur: Süreçle denenenin başarıya ulaşmaması zihinlerdeki kabullerde yıkıma yol açabilir...
Aynı durum, son zamanlarda yaşananlara bakıp “barış süreci yara alıyor” diye sevinç duyanlar için de söz konusu: Bundan böyle eski duruma dönmek muhaldir...
Doğru olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni, çağdaş demokrasiyle de taçlandırarak kuruluş felsefesi istikametinde birlikte ileriye taşımaktır.
Son iki yılda beslenilen umutlar, bunun pekâlâ gerçekleşebileceğini, daha da önemlisi, gerçekleştiği takdirde ülkemizin her alanda büyük sıçramalar yapabileceğini herkese gösterdi.
Herkese gösterdi, ama “herkes” geniş kümesi içinde yer alanlardan bazıları, gördüklerinden geri kalanımız kadar memnuniyet duymadı. Dışarıdaki bazılarının kurdukları “oyun” yüzünden bir süredir çalkalanıp sarsılıyoruz.
Ne yapmalı?
Yapılacak şey belli: “Yeni Türkiye” iddiasının sahipleri, bu kavramın içini ortak değerlerle doldurmalı, yanlış anlaşılmalara sebebiyet veren söylem ve eylemleri, kendi yakınlarından başlayarak sorgulamaya durmalıdır. Hem de geç kalmadan.
Zaman, toplumun ortak değeri olan cumhuriyete yeni ortak değerler katmanın zamanıdır.