Oyunda kazanma kılavuzu
BİR yazıma başlık olarak seçtiğim “Oyun oyun içinde” sözcük yığınının şu günlerde yaygınlık kazanmasından kendime pay çıkaracak değilim. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın benzer bir tespitte bulunması, şu sırada karşı karşıya olduğumuz olayın “oyun” sözcüğüyle anılmasına yol açtı...
Zihinler nihayet fazla mesai yapmaya başladığı için nasıl seviniyorum bir bilseniz...
Türkiye yıllarca her olaya düz akılla bakılmasını marifet saydı; her yeni gelişme olduğu gibi kabul edildi, “Acaba?” sorusunu gündeme getirenlere iyi gözle bakılmadı.
Her olay, ya tesadüfle ya da “etki-tepki” ikilemiyle açıklandı ülkemizde.
Farklı yaklaşan, hele “Dünyada ‘tesadüf’ diye bir şey yoktur; sizin ‘tesadüf’ dedikleriniz öyle kabul etmeniz için inceden inceye planlanmıştır” tarzı akıllara “Ne olacak ‘komplocu’ işte” tepkisi verildi.
Sonuç? Sonuçta, hemen her gelişmeden ülkemiz zararla çıktı.
Kimse kusura bakmasın, şimdi de tersinin yaşanmasından, yani “Bu işin içinde mutlaka başka bir iş var” kuşkuculuğuyla yanlışlara sürüklenilmesinden endişeliyim...
Elbette şu son gelişmeler Türkiye’nin merkezinde bulunduğu bir oyun, buna hiç kuşku yok. Dikkatlerin üzerinde yoğunlaştığı Kobani’yle Türkiye sınanıyor. Aslında Kobani daha büyük bir oyunun parçası ve o büyük oyun bölgenin yeniden dizaynıyla yakından ilişkili.
Ancak etrafımızda cereyan eden olaylara bakıp “oyunu” fark etmemizin ve kalabalıklara dönüp “Bu bir oyun” dememizin oyun kurucuların yapmak istediklerini önleyeceğinden o kadar da emin olmamak gerekiyor.
Oyuna muhatap olanların, kurguyla başlarına getirilmek isteneni başarısız kılmak, hatta oyunu kendi lehlerine çevirebilmek için, çoğu kez, oyunun farkına varmamış görünmeleri bile gerekebilir.
İşi hayli zorlaştırdığımın farkındayım; ancak ne çare, “oyun içinde oyun” varsa, onu kendi lehine çevirmek, oyunu kuranların sahip olduğundan daha fazla marifet gerektirir. Kolay değildir kurulan oyunla baş etmek; hiç kolay değildir...
Ne demek istediğimi daha iyi anlayabilmek için Sovyetler Birliği’nin yıkılış sürecine biraz yakından bakmak gerekecek...
Sovyetler Birliği önde götürdüğü Soğuk Savaş’tan mutlak galip çıkmak üzere kurduğu bir oyunun kurbanı olarak yıkılmıştır...
Ronald Reagan’ın ABD’ye başkan seçilmesini (1980) nihai başarıyı getirecek bir gelişme olarak gördü Moskova. Reagan bir Hollywood figürüydü, artistti. California’da valilik yapmıştı, ama işte o kadar...
Moskova’daki oyun kurucular, Reagan’ın işbaşında bulunduğu ABD’yi kolayca tuşa getirebileceklerini düşündüler...
Ve... Sovyetler Birliği’nin yıkılışına giden yolu kendi elleriyle açmış oldular...
Türkiye’de yönetimde bulunanlar, bir “oyuna” muhatap olduklarına gerçekten inanıyorlarsa, “Oyun bu, oyun” veya “Bu işin arka planında bir üst akıl var” gibi açıklamalar yapmayı bırakıp, “Oyunu nasıl istediğimiz istikamette bir sonuç alabilmek amacıyla kendimiz kullanabiliriz?” sorusunu sormaya başlamalı...
Soruya doğru cevap bulabilmenin yolu da, Ronald Reagan’ın ABD’de yaptığını taklitten geçiyor: Denklemi tersine çevirecek bir “karşı oyun” kurmaktan...
(Galiba ABD’nin Kobani’de yaptığı bu: Washington sonunda Şam’a doğru yürümeyi hedefleyen bir oyunu bizim kurduğumuzu düşündü ve kendi karşı oyunlarını oluşturdu.)
Oyun kurucular, eğer acemi değillerse, karşı tarafın yapabileceği bütün hamleleri önceden hesap ederler; bu da onlara oyunda üstünlük sağlar... Elinde “sihirli” olduğunu söylediği bir deste tutan sihirbaz gibidir oyun kurucu; kartlara bakışınızı daha ilk andan sihirbaz belirler...
Aslında ortada sihir mihir yoktur, göz boyamaca vardır.
Bilmem anlatabildim mi?