Washington'la bilek güreşi
WASHINGTON’dan gelen haberleri takip ediyor musunuz?
Bence etmelisiniz...
Eskiden ABD başkentinde her gazetenin bir muhabiri olurdu; kimi uzun yıllar orada yaşayan, kimi dönmek üzere gönderilse bile Washington’un içini dışını iyi bilen muhabirlerdi bunlar... Amerika ve başkenti ülkemiz için hiç şimdiki kadar önemli olmamıştı; buna rağmen medya kuruluşları Washington’da muhabir bulundurmakta eskisi kadar istekli değiller...
Oysa şu sırada Washington’da bir muhabir ordusu bulunsa yeridir.
Sebebi açık: Dünya dengelerinin özellikle Ortadoğu merkezli olarak sarsıldığı bir dönemden geçiyoruz ve her yeni gelişme ülkemizi yakından ilgilendiriyor. Değişimde en etkili ülke ise, hiç tereddütsüz ABD; onun yanında bulundurmayı en fazla arzu ettiği ülke de yine hiç kuşkusuz Türkiye...
Zaman zaman kızsalar da, köpürseler de, Türkiye’den vazgeçemez Amerikalılar...
Ankara’nın Washington’un niyetlerini doğru okuması ve kendi çıkarlarına uygun politikalar belirlerken o niyetleri göz önünde bulundurması gerekir. Yanlışlıklar yapılmasını engellemek açısından da, doğruları daha kolay gerçekleştirmek için de Washington’un niyeti önemlidir.
Ne demek istediğime örnek olarak iki olayı hatırlatabilirim.
Günümüz gelişmeleriyle pek çok bakımdan benzerlikler gösteren ilk Körfez Savaşı döneminde (1991), Cumhurbaşkanı Turgut Özal, “Madem bölge yeniden dizayn ediliyor, ben de dizayncılar arasında yer almalıyım” görüşüyle hareket etti. İstediklerini bütünüyle gerçekleştiremedi; hepsini gerçekleştirseydi iyi mi olurdu, ondan da kuşkuluyum. Ancak yöntemi doğruydu.
James Baker, o günlerde, ABD Dışişleri Bakanı olarak Ankara’ya doğru yola çıktığında, cebinde Türkiye’den talepler listesi vardı; Cumhurbaşkanı Özal o listede neler bulunabileceğini düşünüp zarar vermeyecek bir-ikisini, konuk henüz havadayken, kendisi hayata geçirdi.
Yumurtalık boru hattını kapatma kararı böyle alınmıştı ve bu yolla ilişkiden “baskı” unsuru kaldırılmış oldu.
Diğer örnek, daha yakın bir tarihten: İkinci Körfez Savaşı’na gidilirken, Meclis tarafından “1 Mart tezkeresi”nin reddedilmesi de yine bir niyet okuma sonucudur. İktidara yeni gelmiş AK Parti hükümeti, ABD saflarında savaşa katılmayı TBMM kararına bırakarak ve askerlerin isteksizliğinin daha iyi görünmesi için MGK toplantısını oylamanın bir gün öncesine alarak kritik dönemeçten geçerken fazla yara almamayı başarmıştı.
İsmet İnönü, büyük devletlerle ilişkiyi ayı ile yatağa girmeye benzetmişti. Doğrudur. Bu sebeple, ABD’yle ilişkide, koynuna atılırken de teklifini reddederken de akılcı davranmak gerekir.
Joe Biden, ABD Başkan Yardımcısı, yarın ülkemize geliyor. Washington vaktiyle Türkiye’nin uyguladığı yöntemleri göz önünde tuttuğunu belli eden davranışlar sergilemeye başladı.
Daha yola çıkmadan, Ankara’nın neredeyse “olmazsa olmaz” gücünde telaffuz ededurduğu Suriye’de tampon bölge ve uçuşa kapalı bölge taleplerine olumlu bakmadığı açıklamasını yaptırdı Biden; bu arada ABD’nin ilk önceliğinin IŞİD ile mücadele olduğunu da duyurdu.
Esad’ın Şam’dan gitmesini Washington “acil ihtiyaç” olarak görmüyormuş...
Yönetime yakın Amerikan medya organlarında, Erdoğan ile Davutoğlu’nun ellerini zayıflatmayı amaçlayan, başta Türkiye’yi IŞİD konusunda hatalı gösteren değerlendirmeler olmak üzere, bir dizi haber ve yorum da çıkıyor... Amaç, hiç kuşkunuz olmasın, görüşmelerde el üstünlüğü kazanmak...
Washington geçmişteki Özal-Baker olayını ve “1 Mart tezkeresi”nin reddini hatırlayıp kendi çıkışını yaptı; peki Biden için Ankara ön alıcı bir çıkış yapacak mı?
Üste çıkmak için yapmalı.