Bu badireyi de atlatabilirsek...
DAHA derin tahliller yapmak her zaman mümkün elbette, ancak “çözüm süreci”nin yeniden bir darboğaza girdiğini fark etmek için derinleri kazımak gerekmiyor. Tarafların söylem ve tavırları, yeniden kopma noktasına doğru hızla yaklaşıldığına işaret ediyor.
Böyle süreçlerin doğası bunu gerektirir. Sonuçta bir pazarlık süreci bu ve her pazarlıkta olduğu gibi, taraflardan birinin kabul edebileceği noktaya yaklaşıldığında öbür tarafın kabul noktasından uzaklaşılmış oluyor...
Önemli olan, masanın yıkılmamış, pazarlığın sürüyor olmasıdır.
Ancak böyle bir noktaya gelindiğinde, masanın yıkılmasının da an meselesi olduğunu unutmayalım. İki tarafı hâlâ masada tutan, masadan kalkmanın faturasının ağırlığıdır.
İki taraf da, pazarlığın kesilmesi durumunda ortaya çıkacak tablodan ve onun getireceği eskiye dönüş halinden ilk sorumlu olmak veya hiç değilse öyle görünmek istemiyor. Ancak tarafların, gelinen noktada, ilerlemenin mi yoksa kopmanın mı daha ağır maliyet teşkil edeceği hesabını yaptıkları da çok aşikâr...
6-7 Ekim olayları yaşanmış ve “sokak” sözcüğünün meydana getirebileceği yıkım çıplak gözle de görülür hale gelmişken, 2 ay sonra yeniden içinde “sokak” tehdidinin yer aldığı cümleleri sarf etmek hazmı güç bir çıkış... Bu çıkışı yapan da, hükümetin “iç güvenlik reformu” adıyla Meclis’e sunduğu düzenlemeden rahatsız... Etraftan da İmralı’nın beklentisinin “özerklik” elde etmek olduğuna dair açıklamalar duyuluyor...
Pazarlıkta son kozlar mı masaya sürülüyor?
Muhtemeldir.
Ancak daha önce masaya getirilmemiş “yeni” şartların telaffuzu, her pazarlığı zora sokar.
Tarafların giderek daha keskin hale gelmesinin sebebini anlayabiliyoruz: Seçim yaklaşıyor ve seçim her bakımdan el sıkışmanın da son tarihi... Haziran ayında yapılacak genel seçimden sonra 4 yıl sandık görmeyeceğiz. Ne genel, ne yerel, ne de Cumhurbaşkanlığı seçimi var sonraki 4 yıl boyunca...
Keşke taraflar öyle görmese; ancak bugünkü tavır alışlara bakılırsa, milat gibi bir şey 2015 Haziran ayı...
El sıkışılacak noktaya erişmek veya kopuş, seçimin kaderini de belirleyebilir; hatta sadece seçimin değil siyasetin de kaderini...
AK Parti, seçime, sorunu bir daha tekerrür etmeyecek biçimde çözmüş bir siyasi kadro olarak gitmek ister. On binlerce can almış, yüz milyarlarca dolara mal olmuş bir sorunun çözümüne yardımcı olmak HDP/BDP çizgisi için de önemli bir kazanç teşkil edecektir.
Tabii, erişilen “çözüm”ün kamuoyunu tatmin etmesi durumunda...
Darboğaza girme, iki tarafın kamuoylarının farklı beklentilere sahip olmasından kaynaklanıyor.
HDP/BDP çizgisinin tatmin etmesi gereken “kamuoyu” fazla kalabalık değil: İmralı ile Kandil... Buna hatta yalnızca İmralı da denebilir. Giderek sabırsızlanan İmralı’nın kendisinin geleceğiyle ilgili beklentisini seçim öncesinde karşılayabilir mi AK Parti? Karşılarsa seçimde nasıl bir sonuç alabilir?
Ya karşılamaz ve masadan kalkarsa? Öyle bir durumda gidilecek seçimde sandık şansı ne olabilir?
İnce hesaplar bunlar... Ancak demokrasilerde sandık hesabı yapılmadan da bir yere varılmıyor işte...
Geldiğimiz noktadan, ipi fazla germeden, sürecin şimdiye kadar elde edilmiş kazanımlarını tehlikeye atmadan, daha da önemlisi umudu yok etmeden çıkmanın ve badireyi az zararla atlatmanın yolları aranmalı.
Zor, ama imkânsız değil...