Ne oldu neden oldu?
OLANIN tasvip edilecek bir tarafı yok; ama sonuçta beklenen oldu: Gazetecileri de içine alan kapsamlı gözaltılar başladı.
Hayır, beklenti sosyal medyada bu yolda yapılan uyarılar sebebiyle çıkmış değildi; sosyal medya haberleri genellikle yanıltıcı oluyor çünkü. Ancak, söylentilerin yaygınlaşması üzerine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “O kadar geniş kapsamlı olacağını sanmam” anlamına gelen açıklaması dün yaşananlara hazırlayıcı mahiyetteydi.
Geniş, ama sosyal medyada verildiği kadar geniş kapsamlı değil gözaltılar...
Kendi hesabıma şu kadarını daha girişte söyleyebilirim: İşin bu noktaya varması gerekmezdi.
AK Parti 12 yıldır ülkeyi yönetiyor. Her seçimde oyunu artırarak iktidarını perçinleyen bir hükümet işbaşında. Süreç içerisinde siyasi ağırlığını kalıcı hale dönüştürmeye yarayan anayasal ve yasal düzenlemeler yaptı hükümet; bu da onu daha önce hiçbir sivil kadronun sahip olmadığı bir siyasi güce kavuşturdu.
İktidarını, sandıktan çıkmamış herhangi bir güçle paylaşmaya yanaşmayan bir yönü var AK Parti’nin; varlığının ve iktidarının sorgulanmasını “vesayet” olarak görüyor ve vesayetle ağırlığını yok edene kadar mücadeleyi de birincil görevi biliyor...
Ne demek istediğimi anlamak için, içeride ve dışarıda güç kullanmayı gelenek haline getirmiş yerli-yabancı odakların eski ve yeni durumlarına bakmak bile yeterlidir. Hâlâ anlamayanlara, son seçimden yüzde 50’nin üzerinde oy alarak cumhurbaşkanı olarak çıkmış Tayyip Erdoğan’ın zaman içerisinde söylediklerine göz atmalarını tavsiye ederim.
Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı, iktidarın paylaşılamaz olduğuna inanan ve bunun için her türlü kavgayı göze alabilen bir siyaset adamı...
Son kavganın başlangıç tarihi olarak gösterilen 17 ve 25 Aralık 2013 olaylarının öncesi var; bizler bilmesek de şimdi kendilerine karşı operasyon yürütülenlerin bildikleri olaylar... Galiba işin operasyon noktasına kadar varmasının sebebi de, zaman içerisinde, tarafların alışılmışın ötesinde birbirlerine yakın durmaları...
Yakınlık, şimdi hedef haline dönüşenleri yanlışa sürüklediği gibi, onları “hedef” görmeye başlayanları da haklarında “mutlaka güçleri kırılmalı” kanaatine sevk etmişe benziyor. Bir taraf, “Güçlüyüm, bana bir şey olmaz” diye düşünürken, operasyon kararı verenler de “Çok güçlendiler, bu güç yok edilmezse tehlikeli olur” noktasına varmış gibi...
Bir yanlışlık da, gücünü büyük çapta iktidarla yakınlıktan alanların nedense bu gerçeği bir türlü fark edememeleridir. İktidarla desteklenmeyen bir güç siyasette fazla bir anlam taşımaz; öyle bir güç, yine bir güç olarak kalmak istiyorsa, ya siyasi alanı terk etmeli ya da siyasi bir güce dönüşmelidir.
Görüldüğü gibi, ben hâlâ bir yıl önce bıraktığım yerde ve işin felsefesindeyim. Bu bir yıl içerisinde siyasetin doğasının gerektirdiği türden davranış sergilemediği gibi geçmişte benzer tehditlerle karşılaştığında derhal duruma uygun tavırlar alabilmiş olanlar, yine ancak “güç” kavramıyla ifade edilebilecek bir meydan okuma içerisine girdiler...
Siyaseti geriletebilecekleri ve meydan okumaya devam ederek istedikleri sonucu alabilecekleri güvencesiyle...
Dıştan bakıldığında bile kendini belli eden bu meydan okuma hali, siyaset kadroları tarafından, bir güç projeksiyonu olarak görüldü.
“Paralel yapı” teşhisinin bir devlet politikasına dönüşmesi bunun sonucudur.
Yazık oldu. Bu kadarını da yazıyı bitirirken söyleyebilirim.