Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HEPİMİZ, tünelin sonunda ışık göründüğü için, ülkemiz adına umutlara kapılarak bayram ediyoruz iki gündür; bunda haklıyız da... Çetelesini tutmadığımız için yuvarlayarak 30 bin olduğunu söyleyegeldiğimiz kayıplara yol açan büyük kavganın bitebileceği beklentisi kimi sevindirmez ki?

        Cumartesi günü Dolmabahçe’den duyurulan “silahlara veda çağrısı”, muhataplarından olumlu cevap alırsa, Türkiye’nin soluğunu kesen kronik sorunun çözümü yolunda en keskin dönemeç aşılmış olacak.

        “Daha demokratik bir Türkiye ideali” yolunda yeni bir adım bu.

        Türkiye’nin çelişkili bir durumu var: Birbirine ters ve zıt görünen unsurların aslında birbirini tamamladığı gerçeğine işaret eden Çin felsefesindeki “yin ve yang” gibi, umutsuzluğa kapılmamızı getiren “yin” günümüzü belirliyor bazen; bazen de umutları şaha kaldıran “yang”ın etkisini üzerimizde hissediyoruz.

        Birbirine taban tabana zıt unsurlar arasında, bir sarkaç gibi, bir o yana bir bu yana, gidip geliyoruz.

        Dün çıkarmaya çalıştığı “iç güvenlik yasası” ile polis devleti olma yolunda kaldırım taşları döşediği düşünülüyordu hükümetin, Anayasa’yı değiştirecek Meclis çoğunluğunu tek adam rejimi oluşturma amaçlı istediğine de inanılıyordu; “silahlara veda çağrısı” adı altında kabullenildiği duyurulan esaslara biraz yakından bakıldığında, aslında tam ters bir istikamete doğru yol alacağımız fark ediliyor.

        İyiden kötüye kayma tehlikesi hâlâ var.

        Silahla mücadeleyi yöntem bilmiş ve göz kırpmadan insanları öldürme emrini verebilmiş bir kadroya, gücünün esasını teşkil eden silahlarını bıraktırmayı kabul ettirmek hiç kolay değil; karşılığı ne olursa olsun..

        Aynı durum, neredeyse bir asır öncesinden belirlenmiş temel esaslarından farklı bir tavır alması beklenen devlet için de söz konusu; devletler silahların gölgesinde “al-ver” pazarlığı yapmaya da, maliyeti yüksek bile olsa yanlış kabullerinden vazgeçmeye de alışık değiller.

        Hele Türkiye’nin devlet mekanizması hiç alışık değil...

        Onun için de, “çağrı” ile başlayan yeni süreç, taraflar için, olağanüstü ciddi riskleri içinde barındırıyor.

        Çağrının muhatapları için “risk” hiç küçük değil: Bir kongre toplamaları ve kongrede silahlı mücadeleyi bitirme kararı almaları kendilerinden bekleniyor. Lafı döndürerek, topu çevirerek vakit kazanma dönemi bitti; vakit geçirmeden bu kararı vermeleri gerekiyor.

        Devlet de vatandaşlarının tümünü mutlu edecek “çağdaş demokratik ilkeler” etrafında düzenlemelerle kendini yeniden tanımlamayı göze alıyor. Hak ve özgürlüklerin alanını genişletmek, demokrasinin kanallarını açmak, zora dayanmayan eşitlikçi bir düzen oluşturmak yolunda adımlar atmayı da...

        “Silahlara veda” etmeleri kendilerinden beklenenler bunu derhal pratiğe dönüştürmekle mükellefler; devletin sözünü yerine getirmesi için Anayasal düzenlemeyi mümkün kılacak zeminin oluşmasını ise beklemek zorundalar.

        Riskli değil mi? Elbette riskli.

        Yalnız süreç için söz konusu değil risk; siyasete dönük riskler de var.

        Süreci yürüten AK Parti ve HDP seçime kısa süre kalmışken yaptıkları bu açıklamayla, bütün ömürleri elde silah geçmiş bir kadronun insafına kendilerini bırakmış durumdalar: Kongre toplamada isteksiz davransa ya da kongreyi toplasa ama beklenen keskinlikte “Evet” kararı almasa bir türlü, gecikmeden topladığı kongreden “Silahlı mücadeleden vazgeçiyoruz” kararı çıkarsa bir başka türlü sonuca ulaşılacak...

        “Yin” mi, “yang” mı, hangisi?

        Diğer Yazılar