Kabataş olayında suçlu ararken
TÜRKİYE bir yıl aradan sonra yeniden “Kabataş olayı” ile çalkalanıyor; her kafadan farklı bir ses çıktığı gibi siyasiler ile köşe yazarları mahkemelik olacak kadar birbirine giriyor... Buna karşılık, her olaya burnunu sokmakla tanınan kulunuz kılını bile kıpırdatmıyor.
Bu ne iş?
Geçen yıl da, olay ilk kez kamuoyunun bilgisi dahiline girdiğinde, bendeniz sadece bir yazımı bu konuya ayırmıştım. Başkalarından her bakımdan ayrılan bir yazıydı. Şimdi bu yeni yazıyla da kendimi taraflardan ayrıştırma işlemine devam edeceğim.
Her konuya bir kulp bulup mutlaka değinirken “Kabataş” konusunda suskunluğumun bir sebebi var: Hangi tarafa hak versem tarafların olay üzerine yaptıkları değerlendirmeleri fazla şık bulmuyorum.
Tehlikeli bulduğumu bile söyleyebilirim.
Olayı yeni çocuk sahibi olmuş genç bir kadının anlattığı biçimiyle kabul etmem, anlatımın her ayrıntısı doğru olsa bile, bana gîran geliyor. Bebeğiyle bir kenarda eşini bekleyen bir kadına “toplumsal linç” saldırısı hiç hoş bir şey değil. Yere devirmeler, üzerine pislemeler, korumaya gelen yaşlı adamı bunu yaptığına pişman etmeler...
İddia edilenler akıl alır işler değil; tek kelimeyle “çirkin” işler...
Böyle durumlarda benimsediğim evrensel bir ölçüm var: Saf zihinleri idlâl etmemek... Yani? Yani, böyle çirkinliklerin yapılabileceği yolunda bir kabul uyanmasına sebep olmamak...
Karşı taraf ise böyle bir olayın hiç yaşanmadığı ısrarında. Olayı bütünüyle “uydurma” olarak görüyor, konuyu deşeleyen yazarları “yalancılık” ile suçluyorlar. Bıraksanız, olayın, saldırıya uğradığını söyleyen kadının da içinde yer aldığı planlı-programlı bir senaryo olduğunu ileri sürecekler...
Nitekim öyle olduğunu söyleyen ve yazanlar da var.
Oysa “28 Şubat süreci” öncesi ve sırasında Kabataş olayının öznesi olan genç kadına benzeyen pek çok kişi büyüklü-küçüklü saldırılarla karşılaşmıştı. Kabataş’taki abartılı ayrıntılar yaşanmış olmasa bile, bazı kritik dönemlerde, siyasilere kızıp hıncını korunmasız başörtülü kadınlardan almaya kalkışanlar çıkmadı mı?
Sözün kısası, olayın yaşandığına, genç kadının “Yaşadım” dediklerinin doğru olduğuna inanan ve inandıklarını okurlarıyla paylaşanlar da bu arka plana sahipler...
Bütün bu kavga-gürültü arasında okurlar şaşırıyor.
Keşke işi bu raddeye vardırmadan “gerçek” ortaya çıkarılsaydı; herkesin üzerinde birleşebileceği kanıtlarla desteklenmiş gerçek...
Mesela, çevredeki güvenlik kameraları kayıtlarıyla anlatımın önemli unsurlarının doğru olmayabileceği ortaya çıktığında, o güne kadar geçmişte yaşananların etkisiyle anlatımın her ayrıntısını doğru kabul edenler, “Yanılmışız” diyebilirlerdi.
Deselerdi ne kaybederlerdi?
Ya da, “Gördünüz mü her şey yalanmış, kumpas var, kumpas” diye bağırıp çağıranlar, bunu yapmak yerine, biraz sağduyulu davranarak, ilgili-ilgisiz herkesi suçlamaktan vazgeçip ilk anlatımın abartısının sebeplerini araştırsalardı?
Araştırsalardı, muhtemelen, yeni anne olmuş başörtülü bir kadının fazla önemsenmeden de geçiştirilebilecek bir taciz olayını abartmasının, fazlaca büyütmesinin, Türkiye’nin o genç kadının yetiştiği dönemden kalma sendromlarıyla ilintisini keşfedeceklerdi.
Tabii o genç kadının yanında yer alan insanların tavırlarının sebebi de anlaşılabilecekti.
Kimse kimseyi anlamak niyetinde değil bu ülkede; herkes “karşı” bildiğini suçlayacak malzeme olarak yaklaşıyor her olaya.
Bu yazımı bile bambaşka yönlere çekecekler mutlaka çıkacaktır; ilk yazımın başına geldiği gibi...