Duayla, yeminle...
AK Parti listelerine son biçimini veren üst kurulun üyeleri, telefonlarını genel merkezin sekizinci katında bıraktıktan sonra bir kat yukarıya çıkıp toplantılarına duayla başlamışlar... Bu bilgiyi veren kurul üyesi, “İçerideki bilgiyi başkalarıyla paylaşmamaya yemin ettik” ayrıntısını da veriyor...
Eh, üstlendikleri görev, böylesine bir ciddiyeti fazlasıyla hak ediyor.
1980 öncesinde partilerin hepsi adaylarını önseçimle belirlerdi. Her parti genel merkeze belli sayıda kontenjan ayırır, geri kalan isimler ve sıralama partililere bırakılırdı. Önseçimde beklediği başarıyı gösteremeyen aday, bir dahaki seçime kadar parti tabanında çalışma sürdürmesi gerektiğini bilirdi.
Şimdi CHP dışındaki partilerde durum farklı. Gönlünün hoş edilmesi gerekenlerin sayısı çok kısıtlı. En tepede bir-iki kişi, listelere son biçimini veren üst kurul, hadi bunlara ilk elemeleri yapan komisyonların üyelerini de ekleyeyim, hepi topu 10-15 kişi...
AK Parti, Başbakan Ahmet Davutoğlu makamında oturur, listeleri onunla birlikte hazırlayanlar ayakta dururken çekilmiş bir fotoğrafı kamuoyuyla paylaştı zaten...
MHP ve HDP’de aday belirleme sürecinin çok farklı olması için görünür bir sebep yok; onlarda da adayları az sayıdaki parti büyüğü belirlemiştir.
Seçmen oyunu kullandığı partinin listesinde kimlerin yer aldığına fazla aldırmıyor; oylar daha çok parti kimliğine, biraz da liderin şahsına veriliyor... 1980 öncesi ile sonrasındaki seçimler arasındaki en önemli fark da bu: Şimdilerde listelerde yer alanların önemli bir bölümü, 1980 öncesinin önseçimli elemelerinde, eleğin üstünde kalma şansına zor sahip olurdu.
Önemli mi? Elbette önemli. 1980 öncesinde Meclis’e giren milletvekilleri örgütle ve parti tabanıyla uyumlu çalışmaya, kendini öncelikle onlara beğendirmeye çabalardı; şimdilerde milletvekili kim(ler)in gönlünü hoş tutması gerektiğini biliyor ve ona göre davranıyor.
Her partide listelerde yer verilmeyen milletvekilleri bu gözle incelense, lidere ve yakın çevresine ters düşenlerin elendiği görülecektir. CHP’de bile, bilgisi, çalışkanlığı, halka yakınlığıyla göze çarpan milletvekilleri ya listeden silinmiş (sözgelimi Hurşit Güneş) ya da listelerde bulunması gereken yerin çok altına itilmiş (mesela İhsan Özkes) durumda.
Listeler açıklandığından beri değişik illerdeki tanıdığım partililerle görüşerek adaylar hakkında bilgi derlemeye çalışıyorum. Manzara şu: Partilerinin önceki seçimlerde aldığı oy durumuna göre seçilebilecek yerlerden aday gösterilmiş yeni yüzlerin önemli bir miktarı, aday oldukları illerde fazla tanınmıyor...
Bazısı adaylığın kesinleşmesi süreci içerisinde bile seçim bölgesine gitmeden listeye alınmış...
Eskiden yararlı olacağına inanılan tanınmamış adaylar büyük iller listelerine konurdu; şimdi öyleleri İstanbul ve Ankara dışında da kendilerine yer bulmuş durumda.
Ağızlardan hiç düşmeyen ve liderlerin de artık sıkça tekrarlamaya başladığı 7 Haziran seçiminin hayati önemi şu soruyu kendiliğinden gündeme taşıyor: Acaba seçmen bu defa da listede yer alan adaylara takılmadan parti kimliğine ve lidere bakarak mı oyunu kullanacak?
Öyle kullanacaksa mesele yok, ama ya daha önce göstermediği hassasiyeti bu seçimin özelliği yüzünden şimdi mesele ederse?
Mesele eder mi, bilemem elbette; ancak bu seçimde öyle bir gelişme yaşanırsa, belki ilk seçimde her parti örgütün ve tabanın sesine kulak verme ihtiyacı duyar.