100. yıl böyle geçmeyebilirdi
ABD Başkanı Barack Obama, o meşum sözcüğü değil de “büyük felaket” anlamına gelen Ermenice deyimi kullanacakmış; buna karşılık Avusturya ile Almanya’nın başını çektiği bazı ülkeler, büyükelçilerimizi merkeze çağırmayı gerektirecek sertlikte birer bildiri yayınlıyor...
Birçok ülke, Türkiye’deki Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü törenine değil, Ermenistan’da yapılan “soykırımı anma” törenlerine en üst düzey temsilciyle katılmayı yeğliyor.
Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin bile...
Kimse ‘’Bunu beklemiyorduk’’ demesin. Bekliyorduk. Bu yıl sonuna kadar Ermenistan veya “diaspora” Ermenileri tarafından düzenlenecek daha pek çok etkinlik var ve hepsi de canımızı sıkmayı amaçlıyor...
Yıllardan beri ‘’Geliyorum’’ diye bağıran bu gelişmeye karşı biz ne yapıyoruz? Anlamlı hemen hiçbir şey... Tek anlam verilebilecek etkinlik, ASALA terör örgütü tarafından katledilen diplomatlarımızın artık hepsi emekli olmuş çalışma arkadaşlarının Ankara’da düzenledikleri yürüyüş...
Böyle mi olmalıydı? Daha doğrusu, böyle olmak zorunda mıydı?
Değildi.
2009, Türkiye için “sorunlarını geride bırakmaya kararlılık yılı” olarak tarihe geçebilecek bir yıldı. Devletin en tepesinde alınan kararlarla hem “Kürt sorunu”, hem de Ermenistan ile normalleşip yakınlaşarak 100. yılı sorunsuz atlatma girişimleri başlatıldı 2009’da...
Önceki gün, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı sorumluluğu taşıdığı dönemde, kendisinin de tarafı olduğu, Ermenistan ile aradaki sorunları geride bırakma amaçlı bir dizi girişimi hatırlattı.
Doğrudur. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, futbol milli takımları arasındaki karşılaşmalarla girişimi başlattı: Kendisi Erivan’a gitti karşılaşmayı izlemek için; Türkiye’deki rövanş maçında Ermenistan Cumhurbaşkanı’nı Bursa’da ağırladı...
Ahmet Davutoğlu da İsviçre’de, Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan ile bir iyi niyet protokolü imzaladı.
Nalbandyan başlangıçta ‘’Beni ülkemde çarmıha gererler’’ diye itiraz etse de devreye Türkiye lehine girenler, protokolün çıkmasını sağladılar.
Protokollerin en önemli maddesi, birkaç kozmetik açılım karşılığı, Türkiye’nin Ermenistan sınırını belirleyen 1921 Kars Antlaşması’nı Erivan’ın tanımasıydı.
Toprak talebi iddiasından Ermenistan’ın vazgeçmesi anlamına geliyordu bu.
Azerbaycan’ın itirazları da Ankara tarafından dikkate alınmıştı; protokoller yürürlüğe girer girmez, Ermenistan, Dağlık Karabağ’da işgal altında tuttuğu bazı reyonlardan askerlerini çekecekti.
O kadar ki, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, varılan anlaşmanın perde gerisi bilgileri kendisiyle paylaşıldığında, Türkiye’deki muhataplarına nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu.
Sözün özü şu: Türkiye malum olayın 100. yıldönümünde şimdilerde kapısı aralanan yalnızlaştırma girişimini imkânsız kılmak için 2009 yılında ciddi adımlar attı.
Ancak arkası gelmedi. Daha doğrusu, gelişmenin kendilerini de rahatlatacak boyutundan habersiz bırakılan, ne malum, bilseler de çıkarlarına uygun bulmayan bazı Azeri siyasilerin gürültülü çıkışları Ankara’yı telaşa sürükledi.
Daha sonra olanı biliyoruz: O telaşla Bakü’ye gidildi ve Cumhurbaşkanı Gül tarafından açılan kapı, orada yapılan konuşmalarla, Başbakan Erdoğan tarafından kapatıldı.
Süreci yakından izlediğimi biliniz. Milli maçı izlemek üzere Cumhurbaşkanı Gül’le Erivan’a giden gazeteci heyetindeydim; sonrasında Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından bilgilendirilen gazeteciler arasındaydım.
Yalnız Türk tarafıyla değil, Ermeni siyasilerle de görüşüyordum: Türkiye’de yapılan rövanş maçı için Bursa’ya gelen Ermenistan Cumhurbaşkanı ve ardından Ermenistan Dışişleri Bakanı ile de görüşmüştüm.
Gerçekten yazık oldu.
Umarım bundan böyle vahim yanlışlar yapılmaz.