Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE’nin Suriye sınırının öte tarafında artık “DAEŞ” diye anılmaya başlanan güruhu Kobani’den kovmayı başaran PYD örgütünün aslında DAEŞ’ten “daha tehlikeli” olduğunu on gün önce öğrenmiştik...

        Geçen hafta sonu durum değişti; Kobani’yi almak için yeniden saldırdığında, yetkili ağızlar, “DAEŞ çok tehlikeli” söylemiyle karşımıza çıktı.

        DAEŞ veya PYD fark etmiyor, aynı yetkililer, Türkiye olarak ikisiyle başa çıkmanın tek yolu olduğu görüşündeler: TSK’yı Suriye sınırından içeri göndermek... Askeriyle girip orada bir “tampon bölge” oluşturacakmış Türkiye; böylece Suriye’deki savaşın sınırlarımızın içine sıçramasının önü kesileceği gibi, sınırın karşı tarafında Türkiye’ye düşman bir yapı oluşması da engellenecekmiş...

        Hükümet geçen yıl ekim ayında TBMM’den geçirilmiş tezkerenin bu iş için yeterli olduğu kanaatinde. “Bize verilecek her görevi en mükemmel biçimde yerine getiririz” mesajını veriyor TSK, ama gazeteler askerlerin bu konudaki talimatı yeni oluşacak hükümetten beklediğini yazmakta.

        Bazı ağızlar daha şimdiden “Suriye’ye girelim” marşları söylemeye, bazı kalemler de bunun propagandasını yapmaya başladı.

        Tıpış tıpış veya koşa koşa savaşa gidiyoruz... Haydi hayırlısı...

        Gitmesine gidelim de, önce zihinlerimiz belirsizliklerden ve kuşkulardan arınsın da savaşa öyle gidelim.

        Acaba sınırımızdaki ihtilafta gerçek “düşman” hangisi?

        İkisi birden olamaz; çünkü DAEŞ’in arkasındaki güçler farklı; PYD’nin sırtını sıvazlayanlar, DAEŞ karşısında başarılı olması için yardımına koşanlar daha farklı...

        Bu sebeple PYD’yi yerinden etmek için müdahale edeceksek bazı müttefiklerimizi, DAEŞ’le savaşırken de dostlarımızdan bazılarını rahatsız etmemiz gerekecek...

        DAEŞ ile savaşıyor diye PYD’yi Batılı ülkeler destekliyor; DAEŞ’in arkasında da Türkiye ekonomisine katkıları olduğu bilinen bölgenin bazı devletleri bulunuyor.

        Eee, bu durumda ne olacak?

        Ayrıca “düşman” diye tanımlanan iki güç arasında niteliksel olarak da fark var.

        PYD Suriye’nin kuzeyinin “yerlisi” olan Kürtlerin silahlı örgütü; her ne kadar bazı devletlerin “terör örgütü” listesinde yer alsa da, uluslararası hukuk açısından PYD’nin durumu tamamen silaha dayalı “yabancı” silahlı bir güç olan DAEŞ’le herhalde kıyaslanamaz...

        DAEŞ’le yaşamak mümkün değil; ancak DAEŞ’le yürüttüğü savaş sona erdiğinde PYD ile birlikte yaşamak için Türkiye’nin ortak zemin bulması mümkün.

        Allah korusun, sınırımızın öte yanında varlığını pekiştirmiş DAEŞ, Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecektir.

        Önce PYD’nin “daha tehlikeli” olduğunu söyleyen, sonra aynı iddiayı DAEŞ için tekrarlayanların mücadele için hep aynı yöntemi tavsiye etmesine ne demeli?

        “Savaş” dışında bir mücadele yöntemi yok mudur Allah aşkına?

        Bölgenin dört bir tarafı yangın yerine çevrilmişken, Türkiye’yi de sıcak çatışmaların içine çekmek istemenin mantığı ne?

        Daha “savaş” sözcüğü telaffuz edilir edilmez Türkiye’nin “gidilmemesi gereken ülkeler listeleri” içine konulması ve bunun ekonomimize getireceği yük de mi önemsenmiyor?

        Nedir bu acele?

        Türkiye 1 Mart 2003 tarihinde bir savaş tezkeresini reddetti ve o sayede “kaybedenler” arasında yer almaktan kurtuldu. Bugün durduk yere batağa saplanmamız mı arzulanıyor?

        “1 Mart tezkeresi” yeni seçilmiş bir Meclis ve yeni kurulmuş bir hükümetin önüne dayatılmıştı; şimdi yeni hükümetin oluşması bile beklenmek istenmiyor.

        Reva mıdır?

        Diğer Yazılar