Yeter ki süregiden tereddüt bitsin
Bir güne ne çok uğursuz gelişme sığarmış böyle: İstanbul’da gece yarısı polis merkezine, sabaha karşı ABD Başkonsolosluğu’na saldırıldı; gün boyu yurdun çeşitli yerlerinden cana kastedici eylem haberleri geldi.
PKK, IŞİD, DHKP-C gibi örgüt isimleriyle doldu gün boyu kulaklarımız...
Tabii sınır ötemizdeki hedefleri vurmakta olan hava güçlerini takviye için İncirlik’e gelen uçaklar ile Amerikalı mürettebatı da günün bilançosuna eklememiz gerekiyor... O uçakların sınırlarımız içerisindeki varlığı ve her gün yaptıkları sortiler, sonuçta, ülkemizi, ne zaman biteceği bilinmeyen, ABD bütçesine her gün 10 milyon dolara mal olan “sürekli bir savaş”ın şimdilik suskun tarafı haline dönüştürüyor...
Gelişmeleri yüreğiniz ağzınızda izlediğinizi biliyorum; ama hepinizin aklının, benim gibi, günün esas konusunu teşkil eden Davutoğlu-Kılıçdaroğlu buluşmasında olduğundan ise eminim. Başbakan Ahmet Davutoğlu ile CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun haftalardır süren iki parti arası görüşmelerin koalisyonla sonuçlanmasına onay verip vermeyecekleri hepimizin merakı...
Muhtemelen dünü cehenneme çeviren teröristlerin amacı da, iki liderin verecekleri kararı etkilemekti.
Terörle gelişmeleri etkilemek, bizim gibi ülkelerde sık kullanılan yöntemlerdendir.
AK Parti 13 yıldır iktidarda ve “milli irade” yi arkasında bulduğu yıllar boyunca ülkemizi istikrarsızlığa sürüklemeyi amaçlayan gizli-açık oyunları boşa çıkarmanın yollarını hep buldu. İçeriden ve dışarıdan yürütülen algı operasyonları son yıllarda işe yaramaz olmuşsa, bundandır.
“Çözüm süreci” diye adlandırılan girişime biraz yakından baktığımızda uzun yıllara yayılan bu başarının ipuçlarını alabiliriz. Süreç, bir yandan “barış ve kardeşlik” üzerine otursa ve toplumsal rahatlamayı arzulasa bile, bir yandan da teröristin elinden en işe yarar gerekçeyi alarak “terör ile sonuca ulaşma” arayışına en büyük darbeyi indirdi.
En işe yarayan gerekçesi teröristin, “Bu ülkede hak ancak devleti dize getirerek alınabilir” gerekçesiydi. Devlet, hak arama ve talepleri dile getirmenin siyasi alanda ifadesini sağlayan demokratik açılımlara girişerek, terörü gerekçesiz bırakabileceğini “süreç”le birlikte öğrendi.
Yeniden eski günlere dönüldüğü görüntüsüyle karşı karşıya kalmamızın sebebi, sürecin rafa kalktığı ya da devamının gelmeyebileceği görüşünün ağır basmasıdır...
Teröriste yeniden gün doğdu.
Oysa yeniden yapılması gereken, siyasete alan açmaktır.
Biz dikkat etmesek de, terörü Türkiye’yi dize getirme amacıyla kullanmakta yarış edenler, ülkemizin bir süredir geçici bir hükümetle yönetildiğinin ve 8 üyesi artık milletvekili olmayan hükümetin sorumluluk gerektiren kararlar alamadığının farkındadır.
Günlük rutin işlerle meşgul bir hükümetle yönetiliyoruz.
Aslında “süreç” rafa kaldırılmış değil; kamuoyu araştırmalarına göre halkın önemli bir çoğunluğunun desteğine sahiptir süreç ve savsaklanması “milli irade”ye terstir. 7 Haziran’da sandıktan çıkan irade henüz hükümete dönüşmediği için, teröre kapı aralayan bir belirsizliğin kurbanıyız.
Sandıktan en fazla oyu alarak çıkmış ilk iki partinin liderleri dün bir araya geldiklerinde, herhalde, yalnızca gün boyu hepimizi rahatsız eden terör olaylarını değil, teröre hayat öpücüğü sağlayan bu gerçeği de zihinlerinde taşıyorlardı.
İster ‘’Ülkeyi birlikte yönetelim’’ kararına varmış olsunlar, ister ‘’Milli iradeyi yenileyelim’’ niyetiyle sandığın hakemliğine başvurmayı yeğlemiş, fark etmez, kabulümüzdür.
Her iki durumda sorumluluk kendilerine aittir.