Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Demokrasi eksenli her tartışma hayırlıdır; başlangıçta hayırlı görünmese bile...

        Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Beyler, Türkiye’de sistem benim Cumhurbaşkanı seçilmemle birlikte değişti” anlamına gelen sözlerini tartışanların, ülkeye en büyük hayrı yapmak üzere olduklarını düşünüyorum.

        Umarım, tartıştıkları konuyu ekseninden saptırmaz, doğru bir mecraya yönlendirebilirler.

        Türkiye’de sorun “Anayasa”... 12 Eylül (1980) darbecilerinin son rötuşlarını yaptığı metnin zaman içerisinde pek çok maddesi değişti, fakat askerlerin metnin içerisine yerleştirdikleri bubi tuzakları hâlâ yerinde duruyor. Özellikle de “devlet” ve “iktidar” kavramlarını ilgilendiren maddeleri...

        Askerler bir gün nasıl olsa yönetimden gidecekleri hesabıyla, devletin düzenini kendilerinin uygun gördüğü dar kalıplar içinde tutmaya yarayacak ve sistem üzerindeki “vesayet”in devamını sağlayacak maddeleri Anayasa metninin içine yerleştirdiler.

        “Bubi tuzakları” dediğim bu.

        Evet, biliyorum, “askeri vesayet” artık tarihe kavuştu; ancak 1982 Anayasası içerisinde yer alan, iktidarı elinde tutanlara demokrasilerde pek rastlanmayan olağanüstülükte yetkiler veren maddeler yerli yerinde duruyor.

        O maddeler “güç hassasiyeti” bulunan iktidar sahiplerinin işine geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının en başındaki “İster kabul edilsin, ister edilmesin” cümleciğinin altında yatan anlam budur.

        Çağdaş demokrasi aşağıdan yukarıya doğru ve rıza üzerine oturuyor; oysa 1982 Anayasası ile çerçevesi çizilmiş Türkiye’deki sistem tepeden inmeci bir anlayışı yansıttığı gibi, “rıza” diye özetlediğim gönülden kabule dayalı bir vatandaşlık anlayışını da ortadan kaldırıyor. Pek çok şeyi aklımız ve fikrimizle onayladığımız için değil, bize böyle davranmak zorlandığı için “istesek de istemesek de” yapıyoruz.

        Hele bir yapmayın bakalım...

        Sorunun temelinde “Anayasa” yatıyor ve oradaki “vesayet” anlayışını yasallığa kavuşturan maddeler değişmeden karşı karşıya kaldığımız demokratik sıkıntıların üstesinden gelmemiz mümkün değil.

        Bir vesayet biter, onun “tepeden buyurgan” tarzı ve yaptırıcı gücünün yerini başka bir vesayetin alması fazla gecikmez.

        Ne yapacağız o zaman?

        AK Parti bu yazının ana düşüncesini kabul eden bir yaklaşımla ve 1982 Anayasası’nın özellikle “vesayetçiliğe” geçit veren maddelerini değiştirme amacını kitlelere kabul ettirerek iktidara erişti; ancak kolay bir yola saparak vesayetçi kurumlara yer değiştirtmekle yetindi.

        Geçmişte “asker’ kurumunun bulunduğu yerde bugün Cumhurbaşkanlığı makamı var.

        Resmi ideolojisi değişti devletin, onun devamını sağlayan mekanizmaları da buna ayak uydurdu.

        Sevsek de sevmesek de, istesek de istemesek de günümüzün gerçeği bu.

        Kaldı ki, bu durumdan memnun kitleler ve yaşananların “demokratik” olduğunu onlara anlatan kanaat önderleri de var.

        “O halde?” sorusunun bendeki cevabı şu: Beğenmeyenlerin beğenilecek bir sistemi Anayasal çerçeveye kavuşturmak için kolları sıvaması şart.

        Sistemin imkânlarını kullanarak kendilerini ve fikirlerini insanlara benimsetmenin, kitleleri sandığa yönlendirmenin, bu yolla elde edecekleri iktidarı amaçları için seferber etmenin yolundan başka bir yol yok.

        Anayasa değişmeden demokratik sıkıntılar ortadan kalkmaz, Anayasa değişikliğini gerçekleştirmek de ancak sistemin elverdiği sınırlar içerisinde siyasetin imkânlarını kullanarak iktidara ulaşmakla mümkündür.

        Mevcut partiler kendilerini bu gerçeğe göre yeniler veya yanlışlıkları eleştirenlerin safında toplanacakları yeni partiler ortaya çıkar ise, şimdilerde süregiden tartışma “hayırlı” sonuca ulaşır.

        O zamana kadar...

        Bu düzen böyle devam eder...

        Diğer Yazılar