Gelin önce kendimizi demokratikleştirelim
Yıllardan beri “basın kartı” taşıyorum; hem de “sürekli basın kartı”... Cebimdeki kartların en çirkini... Fazla uzak olmayan bir geçmişte yenilendiği halde, en az 20 yıl önceye ait bir gençlik fotoğrafımı, bir yerlerden bulup buluşturup her haliyle ilkel bir karta iliştirmişler.
“Başbakanlık” tarafından verildiği ve üzerinde kişiye özel bütün bilgiler yer aldığı için güya “kimlik” yerine de geçiyor; ancak hiçbir kamu kuruluşu ona “nüfus cüzdanı” muamelesi yapmıyor.
Uzun yıllar önce onun sayesinde uçaklar ve trenlerde indirimli tarifeden yolculuk eder, sabit telefondan indirimli konuşur, onu göstererek toplu taşıma araçlarında bedava seyahat ederdik; çoktandır indirimler kalktı. Belediyeler onaylamazsa toplu taşıma araçlarında bilet almak gerekiyor.
Ne işe yaradığını bilmiyorum, ama basın kartımı yine de cebimde taşıyorum.
İlk kez cebime koyduğumda tattığım heyecan ve sevinci hiç unutmadığım için, onun varlığına bugüne kadar itiraz etmek aklımın ucundan geçmedi. Sonuçta, belediye onayı gerekse de toplu taşıma araçlarından ücret ödemeden yararlanılması bile genç gazetecilerin bütçelerine önemli bir katkı.
“Basın kartı”, meslek örgütleri de içinde yer aldığı için dengeli sayılabilecek, temsile dayalı bir “komisyon” tarafından, şartları tutan medya mensuplarına veriliyor. Kartlar, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün, dolayısıyla Başbakanlığın onayını taşıyor.
Kamu kurumları son yıllarda “akreditasyon” uygulamasını yaygınlaştırdıkları için, pek çok basın mensubu, kart sahibi olduğu halde, devlet adına yürütülen etkinlikleri izleyemiyor.
Şimdi kartlarla ilgili yönetmelik değiştirilmiş; meslek örgütleri de keyfiliğin hâkim olacağı endişesiyle komisyondan çekilmiş...
Tepkiler, yönetmeliğin geri çekilmesini sağlamaya yönelik; meslek örgütleri komisyonun ve şartların önceki haline döndürülmesini talep ediyor.
Ne kadar yanlış.
Demokratik ülkeler arasında medya mensuplarının devlet tarafından verilmiş bir kartı taşımak zorunda bırakıldığı tek ülke Türkiye. Bildiğim bütün ülkelerde, gazeteciler, kimlik yerine de geçen bir kart taşıyorlar; ancak o kartları meslek örgütleri veriyor.
Tabii, o örgütler de, gazeteciler arasında ayrım gözetmiyor; mesleği icra eden herkese kapılarını açık tutuyor.
Bizde, meslek örgütleri, istemediği gazeteciyi, -”kart” taşısa bile- üye kabul etmeyebiliyor.
“Komisyon”la “kart” verme ihtiyacı bu yüzden çıkmış olmalı.
Yanlışı düzeltmek için devlet adına hareket edenlerin insafa gelmesini beklemeye ne gerek var? Meslek örgütleri, bu müdahaleyi fırsat bilip demokratik ülkelerde var olan uygulamayla ülkemizi tanıştırabilirler.
Medya kuruluşları yalnızca muteber bir meslek örgütü tarafından verilmiş “basın kartı”nı tanımaya başlayarak ilk adımı atarsa, göreceksiniz, arkası gelecektir. Medya kuruluşları arasında taraf tutma yanlışlığına sebep olan “akreditasyon” uygulamasının üstesinden de ancak böyle bir yolla gelinebilir.
Mesleki dayanışma yoluyla...
Tabii, her şeyden önce, “kart” konusunda görev üstlenecek meslek örgütlerinin kendilerini demokratikleştirip bütün gazetecilere üyelik kapısını açık tutması ve “ahbap çavuş ilişkisi” görüntüsünden uzaklaşması beklenir.
Kapılarını bir “kulüp” gibi sımsıkı kapalı tutan meslek örgütleri ve böyle bir düzenin devamını sağlamak üzere düşünülmüş “basın kartı” uygulamasıyla, önüne gelenin tokatladığı bir camiaya dönüştü medya; bundan kurtulmanın yolu, demokrasiyi örgütlere taşımaktır.
Var mısınız?