Bugün dersimiz tarih
İbnülibin Mahmud Kemal İnal, 1914 yılı Eylül ayının 10. günü, Kurban Bayramı törenlerine katılmak üzere kardeşi Ahmed Tevfik Bey ile birlikte geldiği Dolmabahçe Sarayı’ndadır. Bir gün önce, Yavuz ve Midilli adları verilen iki Alman zırhlısı, Alman amirali Souchon komutasında, Rusya’nın Karadeniz sahillerindeki askeri tesislerini top atışlarıyla dövmüştür.
“Devlet ve milletin uğrayacağı çeşitli zararları düşünerek derya-yı eleme daldık” notunu düşer İbnülemin o günün ruh hali için; anlatımına “Herkes sevinç içindeydi, ama biz matem eyledik” anlamına gelen bir mısra da ekleyerek...
İngiltere, Fransa ve Rusya ile savaşmakta olan Almanya, Osmanlı Devleti’nin de yanında yer almasını istemekte, aralarındaki askeri ittifakı bunu sağlamak amacıyla kullanmaktadır. Alman generali Liman von Sanders, Osmanlı’nın Genelkurmay Başkanı’dır. Gemilerin Karadeniz’e çıkarılması, Rusya’daki hedeflerin dövülmesi bu sebeple zor olmamıştır.
Ülkeyi savaşa sokacak karardan Sadrazam Said Halim Paşa’nın haberi yoktur.
“Hükümet idaresinin başında bulunan sadrazamın herkesten evvel bilmesi gereken devletin hayatıyla ilgili böyle mühim bir meselenin, bir-iki bakanın oyuyla gerçekleşmesinden ve sorumluluk birinci derecede kendisine ait iken yabancı gibi dışarıda bırakılmasından duyduğu tepkiyle, Said Halim Paşa istifaya karar verir.”
Paşa’yı kararından vazgeçirirler. Paşa, dönüş sebebini, “Memleketi böyle bir felaket içinde bırakıp çekilmeyi vicdanen uygun görmedim” diye açıklayacaktır.
Kalacak ve olayın savaşa yol açmaması için çalışacaktır. “Biz tarafsızlığımızı korumak istiyoruz. Bir kaza olmuştur; zarar ve ziyanın tespiti için bir komisyon kurulsun, özür de dileyelim, siz de olayı olmamış kabul ediniz” diye İtilaf devletlerine başvurur; olayın kaza olduğuna dair bir resmi raporu da başvuruya ekler.
Beklentisi, Osmanlı’nın “tarafsız” kalmasını istediklerini sandığı karşı tarafın başvuruyu kabul etmesidir. Büyükelçiler kendisine böyle bir izlenim vermişlerdir. “Fakat onlar” der Said Halim Paşa, “Teklifimi uygun bulmadılar”.
Son bir gayretle bakanlarını evine çağırır Paşa ve onlara “Biz yine de tarafsızlığımızı koruyacağımızı ilan edelim, savaş dışında kalalım” görüşünü açıklar. “Turan’ı, Mısır’ı, Trablus’u, Tunus’u, Cezayir’i yeniden alacağımız türü iddialardan da vazgeçelim” der ve ekler: “Biliyorsunuz, her milletin 3 devri vardır: Fetihler (fütuhat) devri... Duraklama (tevakkuf) devri... Çöküş (inhitat) devri... İnşallah bizimki çöküş değildir. Tarafsız kalalım, sınırlarımızı koruyalım.”
Yine de başarılı olamaz. Görevden ayrıldığında bir şeyi fark edecektir: “Başbakan bir şey yapamaz, makamı bakanların insafına kalmıştır. (...) İçlerinden bazısı onun makamına gelmek ister.” Kendisinin istifaya zorlanmasının ardından (4 Şubat 1917) ülkeyi savaşa sokan üçlü gruptan (diğer ikisi Enver ve Cemal paşalardır) Talat Paşa sadrazam olarak atanacaktır.
Ne çare, o dönemin sorumluluğunu taşıyan kadro savaş sonrasında ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Talat Paşa Berlin’de (15 Mart 1921), Said Halim Paşa Roma’da (6 Aralık 1921), Cemal Paşa da Tiflis’te (21 Temmuz 1922) uğradıkları suikast sonucu hayatlarını kaybeder. Turan ideali peşinde Orta Asya’da askeri harekât sürdüren Enver Paşa ise Tacikistan’da (4 Ağustos 1922) öldürülür.
Not: Bu yazıda İbnülemin’in “Son Sadrazamlar” adlı dev eserinin 5. cildinde yer alan Said Halim Paşa bölümünden (s. 1892-1932) yararlandım; hafifçe günümüz diline uyarlayarak...