Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Rus savaş uçağının “angajman kurallarını ihlal ettiği için” düşürülmesi büyük bir olay. Bu yüzden kolayca çatışmacı bir ortam yaşanabilirdi; tıpkı 100 yıl önce 1. Dünya Savaşı’na girildiği gibi... Bereket şimdilik ortama “sağduyu” hâkim...

        Hiç değilse Türkiye tarafında durum öyle. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları Türkiye’nin haklılığını vurgularken olayın büyümesinin de önüne geçme amaçlı.

        Yine de dikkatli olmakta yarar var.

        Bu uyarının sebebi, savaşların her zaman göz göre göre ve şartları hazırlanarak çıkmadığı gerçeği yüzünden...

        Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya, 1914 yılında, varlıklarını sona erdirecek bir çatışmaya doğru yol alındığını görebilselerdi, Almanya’nın oldubittisiyle baş gösteren Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) zırhlılarının sebep olduğu ihtilafı, İstanbul’un özrünü Moskova’nın kabul etmesiyle kapatırlardı.

        İhtilaflarda herkes kendini haklı görür ve sonucuna da katlanmak zorunda kalınır.

        Özellikle medyanın bu tarihi arka planı bilerek savaşkan bir dil kullanmaktan kaçınması gerekir.

        Dün “Son Sadrazamlar” kitabından alıntılar yaptığım İbnülemin Mahmut Kemal İnal, kitabın “Sadrazam Said Halim Paşa” bölümünde ele aldığı 1. Dünya Savaşı yıllarını anlatırken, basına yansıyan hırçın kalem kavgalarına şöyle bir dokunup geçer.

        Cepheler oluşmuş ve taraflar en kıyıcı ifadelerle birbirlerine saldırmışlardır.

        Halbuki Avrupa’daki kapışma başladığında İstanbul basını olabildiğince sorumlu bir yayın çizgisi izlemekteydi.

        Savaş sırasında Osmanlı ve Rus gazetelerinin tutumlarını inceleyen Muğla Üniversitesi’nden Doç. Tuncay Öğün, Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmış bir ülkenin yorgun halkının, 1914’te, savaş fikrine hazır olmadığını vurgular (“History Studies” Dergisi 2013, 5/6): “Seferberlik beyannameleri 2 Ağustos’ta sokaklara asıldığında, İttihat ve Terakki’nin gayr-ı resmi yayın organı olan Tanin gazetesi bile, bu seferberliğin öncekilerden farklı olarak savunma amaçlı olduğunu belirtmek zorunda kalmış, savaşa katılmanın kimsenin aklına gelmediğini yazmıştı.”

        Basınımız, o günlerde, Türkleri Avrupa’dan kovarak İslam âlemini zillet altında yaşatmak isteyen Avrupa devletlerinin birbirlerini yemeye başlamasından memnuniyet duymaktaymış...

        İş daha sonra değişir. Basına “sansür” uygulanmaya başlanır ve muhalif seslerin kısıldığı özgür olmayan ortamda yalnızca hükümetin tek yanlı propagandası yayınlara yansır. Alman istihbaratı da basın manipülasyonu için devreye girer. Tabii basını besleyen parasıyla...

        Yavuz ve Midilli zırhlılarının Karadeniz’de Rus hedeflerini dövmesi İstanbul’da pek çok yetkili için sürpriz olsa bile, eldeki belgelere göre, Ruslar böyle bir saldırıyı beklemekteydi. Tuncay Öğün, “Rus basını Türk filosunun harekete geçmeye hazırlandığını haftalar öncesinden yazmaya başlamıştı” diyor.

        Saldırıda 37 Rus ölmüş, 14’ü de yaralanmıştı.

        İlk ateşi açan Yavuz (Goeben) zırhlısı olduğu halde, gemilerin Alman komutanı Amiral Souchon, raporunu,“Ruslar sebep oldu” tezi üzerine oturtur. Cemal Paşa aynı görüşü paylaşarak raporu Enver Paşa’ya gönderir.

        Osmanlı basını bayram havasına girer. “Rus gemilerinin batırıldığına ve limanlarının vurulduğuna dair yapılan açıklama Türk basınında sevinç ve mutluluk yarattı” diye yazıyor Öğün. Tanin, “Eski sevgililerimiz zafer ve nusret yine bizimle” der; İzmir’de çıkan Ahenk, “Osmanlı bahriyesinin kahredici kuvveti”nden, Yunus Nadi de “cihad-ı ekber”den söz eder.

        Coşkulu mitingler izler bu haberleri...

        Böyle girdiğimiz savaşın sonu malum: Osmanlı İmparatorluğu da Çarlık Rusya da yıkıldı.

        Diğer Yazılar