Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ŞUBAT soğuğunun en dondurucu günleri... “Bin yıl sürecek” tespiti eşliğinde vesayetin en koyusu siyasetin üzerine dayatılmış... Yargı dahil bütün bürokrasi, brifinglerde boy göstermekte... Medyanın ileri gelenleri için Aslanlı Kapı’dan içeri davet edilmek ek itibar vesilesi sayılıyor...

        O günleri hatırlamakta zorlananlar “28 Şubat” ile ilgili herhangi bir kitaba göz atabilir...

        Hatırlatma sebebim, geçmişteki yaraları kaşımak değil; tam tersi, geçen geçti, o dönemde demokrasiyi Türkiye için “lüks” görenlerin çoğu bugün farklı noktada. Dersler alındı.

        Sebebim, o günlerde ortaya atılan bir tezin, yalnız ülkemizde değil, uluslararası arenada da şimdilerde uygulamaya konulduğunu düşünmem.

        Tez şuydu: “Köşelerde ve özellikle ekranlarda süregiden tartışmalarda vesayetin karşısındaki kesim kazançlı çıkıyor; televizyon programlarından bizler çekilelim, aralarındaki ihtilafları belirgin hale getirmek üzere hep onlardan birilerini karşı karşıya getirelim...”

        28 Şubat sürecinde gerçekleşmeyen tez şimdilerde yansımasını bulmuş durumda. Günümüzün hararetli tartışmalarının ülkemizdeki taraflarına bakın; geçmişte vesayete karşı omuz omuza mücadele vermiş olanlar, bugün, birbirlerinin gözünü çıkarmakla meşgul...

        Hiç nazik olmayan ifadelerle birbirlerine saldırıyor dünün kardeşleri, birbirinin eksiği gediği aranıyor ve bulunduğunda habbe kubbe yapılarak herkesle paylaşılıyor. Bulunamazsa? Bulunamazsa da niyetler okunarak aynı sonuç alınmaya çalışılıyor. Kimsenin kimseye acıdığı yok.

        Kesileceğe de benzemiyor bu kavga... 28 Şubat bin yıl sürmemişti, fakat adı henüz konulmamış bu yeni süreç bayağı uzun süreceğe benziyor.

        Uzun süreceğine dair beklentim, biraz da uluslararası platformda yaşanan bir gelişme yüzünden...

        Türkiye’de kavga süregiderken İslam dünyasının hemen her köşesinde, düzeyi farklı ve etkisi çok daha büyük bir topyekûn savaş yaşanıyor: Ortadoğu’da... Afrika’da... Uzakdoğu’da... Hatta Müslümanların azınlık hayatı sürdürdüğü Avrupa ve ABD’de bile...

        Boko Haram “İslami” iddialı bir Afrika örgütü; ama en büyük düşmanı, faaliyet gösterdiği Nijerya ve çevresinde yaşayan Müslüman nüfus. 2011’in ağustos ayından bu yana hiçbir Batılı hedefe saldırmadı Boko Haram; öldürmek için seçtiği kişiler de, kaçırdıkları kızlar ve kadınlar da kendileri gibi düşünmediğine inandıkları...

        Aylardan beri “IŞİD” ismi tekrarlanıp duruyor bütün dünyada. Suriye’de boy gösterdi, Irak’a yöneldi, şimdilerde Lübnan’ı etkisi altına alma çabasında... IŞİD din ayırmıyor, Müslümanlar kadar Hıristiyanları ve Yezidileri de öldürüyor, tarihi eserleri yok ediyor; ismi “İslam Devleti”, ancak onun da esas hedefinde İslam konusunda kendilerinden farklı düşünenler var...

        Yalnızca “terör” eylemlerine başvuran aşırıları anmam bir anlam taşımayabilir; Mısır’da, Libya’da, Cezayir’de, Tunus’ta, hatta Filistin’de de kavga yine dıştan bakınca birbirine benzeyen kesimler arasında...

        Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri Müslüman Kardeşler’i (MK) “tehdit değerlendirmesi” içine aldı ve örgüte karşı ağır bir mücadele başlattı; Gazze’ye İsrail saldırılarına o ülkelerden sert itiraz yükselmemesi HAMAS’ı MK’nın Filistin şubesi görmeleri yüzünden...

        Mısır’da Gen. Sisi’nin de hedefinde MK var...

        Libya/Bingazi’de hâkimiyet mücadelesi veren Gen. Khalifa Haftar’ın “düşman” belledikleri kimler dersiniz? Evet, Müslüman Kardeşler örgütü...

        Kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışmıyorum burada; sadece bir tespitte bulunuyorum.

        Bir son nokta daha: Kavganın bir tarafı diğerinin sırtını yere getirdiğinde zafer çığlıkları farklı tribünlerden yükselecek...

        Geçmişte “bin yıl süreceği” ilan edilmiş süreç, sanki bize yakın coğrafyada devam ediyor...

        Diğer Yazılar