Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "Çelişki yönetimi" kavramını USAK Başkanı Özdem Sanberk'ten ödünç aldım. Sanberk, kavramı, daha çok uluslararası ilişkilerde farklı aktörlerin çelişen taleplerinin ortak noktada buluşturulması ve anlaşmazlıkların giderilmesini izah ederken kullanıyor.

        İşin aslı çelişkiler sadece devletler arasında değil, ulusun kendi içinde de olabiliyor. Hatta genellikle aynı ülkenin mensupları kendi aralarında daha fazla çelişkiye düşüyor. Bu çelişkilere toplumun içerisindeki farklı gruplar arası çatışmalar neden olabileceği gibi çoğu defa devlet ve toplum arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi de neden olabiliyor.

        Demokrasiler bu çelişkileri özgürlüklerin korunması, hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması gibi ilkeler ve müzakere gibi yöntemlerle çözmeye çalışır. Dolayısıyla devletin, toplumun taleplerini yönetme becerisi demokrasi ilkeleri ve hukuk prensipleri çerçevesinde şekillenmiş olur.

        ÖZGÜRLÜK GÜVENLİK DENKLEMİ

        Sendikaların 1 Mayıs kutlama taleplerine baktığımızda farklılıklar göze çarpıyor. Bazı işçi federasyonları ve konfederasyonlar hükümetin gösterdiği Taksim dışındaki diğer meydanlarda 1 Mayıs kutlamalarını kabul ederken, DİSK bunu kabul etmiyor. DİSK, 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamanın en doğal hakları olduğunu düşünüyor. Hükümet ise Taksim'in katiyen 1 Mayıs kutlamalarına açılmayacağında ısrarcı.

        İşte tam bu noktada çelişki yönetimi becerisiyle özgürlük ve güvenlik denklemindeki denge akla geliyor. İşçi Bayramı gibi farklı özgül ağırlıkları olan sınıfsal ve siyasal içeriği ağır tarihler, normal gösteri ve kutlamaların ötesinde anlamlar taşır.

        Buna bazen toplumların ve grupların tarihsel benliğinde yer eden acılar (1 Mayıs 1977'nin hatırası), bazen de sınıfsal siyasal dayanışma (ekonomik, etnik vb) neden olur. İşte bu ve benzeri nüanslar yönetici akıl tarafından doğru okunması ve kaçırılmaması gereken detaylardır. Zira duygusal içeriği yüksek gösteri ve yürüyüşler diğerlerine göre daha fazla kırılganlığa sahiptir.

        Anlaşılmadıklarını, muhatap alınmadıklarını düşünen gruplar meydanlarda farkındalıklarını ortaya koymanın yolunu daha fazla öfke ve otoriteye meydan okumada görebilirler. Birçok ülkenin tarihinde olduğu gibi bizim tarihimiz de bunun onlarca örneğiyle doludur.

        2010 yılında 1 Mayıs kutlamaları 33 yıl aradan sonra Taksim de yapılmış ve hiçbir olayın yaşanmadığı kutlamalar tam bir bayram havasında geçmişti. Başbakan Erdoğan 1 Mayıs 2010'u "Türkiye'nin nasıl değiştiğinin, olgunlaştığının, tabularını nasıl yıktığının, statükoyu nasıl aştığının, tahrik ve provokasyon korkularından nasıl sıyrıldığının somut bir abidesi" olarak resmetti. 2010 yılında hükümet, güvenliği özgürlük alanını genişleterek sağladı.

        Oysa Gezi Parkı eylemlerinde bunun tersi bir anlayış sergilendi ve siyasal ve sosyal talepler bir güvenlik meselesi haline getirildi. Bunun sonucunda gösteriler daha da şiddetlendi. Aynı şekilde özgürlük alanının daraltıldığı dönemlerde Nevruz kutlamaları daha fazla çatışmaya yol açmıştır. Çoğu zaman bu tür tutumlar yöneticilerin arzu ettiği ve planladıklarının tersine daha fazla güvensizlik doğurmuştur.

        Taksim Meydanı tartışmasının 1 Mayıs kutlamaları açısından özü birçok kişinin iddia ettiği gibi meydanın sembolize edilmesi değildir. Asıl önemli olan kişilerin sosyal psikolojilerinden kaynaklanan bir tanınma ihtiyacıdır.

        Asıl düşünülmesi gereken bu meydanı sembolize ederek onun üzerine yüklenen anlamla "Ben buradayım" diyen toplumsal grupların farkındalık arzusudur. Konuyu mekânsal analizden toplum psikolojisini anlamaya taşıyabilirsek sanırım 1 Mayıs'ı daha hasarsız ve verimli geçirme fırsatını yakalamış olacağız.

        Diğer Yazılar