Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İlginçtir, kökleri geçmişe dayanan bir film şirketi, basına filmlerini tanıtmak ve göstermekten ziyade korsan piyasasını desteklemeyi tercih ediyor. Pazarlama ve reklam stratejilerini antik çağlar seviyesinde uygulayan, şu anda reklamı bile 30 yıl önce çekilmiş ses ve görüntüyle devam eden bu şirketten de başka bir şey beklenemez. Zira gişede sinema yazarlarının analizleriyle yürüyecek film ile buna ihtiyacı olmadan yürüyecek film arasındaki farkı çözmekten aciz bir yapıya sahipler. Üstelik bu şirketin, dört büyük şirketimizin arasında olması da onların ‘korsan tetikçisi şirket’ konumunu daha da korkutucu hale getiriyor. Son dönemde “İlahların Aşkı” ve “Ayrılık” için sinema yazarlarına alttan alta ‘korsandan izleyip yazın!’ diyen ve birkaç geri dönüş alan bu şirketin, gişe rakamları kötü gelince filmi korsan kopyadan seyreden izleyicilere kızma hakkı var mı peki? Yok elbette. O zaman ya yabancı film satın almayın ya da bu işi yapmayın!

        Sinema sektöründe her türlü meslek kolu var. Şirket sahipliği, sinema işletmeciliği, sinema yazarlığı, muhabirlik, basın işleri koordinatörlüğü vs vs, bu liste uzar gider. Ülkemizde şu sıralar baskın olarak faaliyet veren beş dağıtımcı şirket var. Bunlar hem filmlerin dağıtımlarını üstleniyorlar, hem de zaman zaman projelere yapım desteği veriyorlar. Ancak bir yapıtı tanıtabilmek veya eldeki üründen para kazanabilmek için belli aşamalardan geçmek de gerekiyor.

        Stratejisizlik, Geri Kafalılık

        Tamam, bir film yurt dışından, genelde Cannes Film Festivali, Toronto Film Festivali veya Los Angeles’taki Amerikan Film Marketi’nden, belli bir meblağ karşılığında satın alınıyor. Bunun sonucunda da ondan kar etmek için bazı koşullar gözleniyor. Büyük ihtimalle stratejik planlar yapılıyor. Tabii bunu herhangi bir filmin satın alınması, yani şirketler arasındaki adıyla ‘dış alım’ durumu için söylüyoruz. Öyle ki Universal, Warner Bros, Columbia, Fox, Paramount ile DreamWorks’ün zaten Türkiye’de dağıtımcıları var ve onların bütçe politikaları farklı işliyor. Yıllık anlaşmalarla yürüyor.

        Diğer bağımsız alımları yapınca, örneğin istemediğiniz bir-iki film daha almak zorunda kalıp, onları ev sinemasına atabiliyorsunuz. Ancak genel sürece bakınca esas olarak satın aldığınız filmi nasıl pazarlayacağınızı hesaplamanız önemli. Yani bu konuda ‘hangi kitleye uygun olduğu’ durumunu incelemek şart.

        Fakat ilginçtir, bu sözünü ettiğim büyük şirketlerden bir tanesi, inadına filmlerinin tanıtımını hiçbir şekilde yapmayıp, onları basına göstermeyerek bazı sinema yazarlarının korsandan izleyip yazması, bazılarının ise filmi hiç yazmamasını tercih ediyor.

        Kötü filmini değil hiçbir filmini basınla paylaşmıyor

        Aslında bu durumu belli koşullarda anlayabiliriz. Eğer bir filmin kalitesiz olduğu, sinema yazarlarına uygun olmadığı ve yazılınca ille de ‘kötü tanımlar’la eleştirileceği düşünülüyorsa bir dereceye kadar basın tanıtımı yapılmaması mantıklı karşılanabilir. Onun da örnekleri var. Ben de zaten sadece basın gösteriminde gösterilen filmleri, yurt dışından orijinal DVD’sini aldığım filmleri ve daha önce uluslararası veya ulusal festivallerde izlediğim filmleri yazıyorum. Korsandan asla izlemiyorum.

        Fakat bu sözünü ettiğim şirketin ‘‘Kötü filmi’mizi göstermeyelim, eleştirmenlerin seveceği filmi gösterelim’ gibi bir anlayışı da yok; ki bu da son derece mantıklı bir PR stratejisi olarak algılanabilirdi. Ancak bu şirket nedendir bilinmez, başka şirketlerle ortak olduğu filmler hariç hiçbir filmi basına göstermeme tutumunu sürdürüyor. Sadece elindeki Türk filmlerinin yapımcı şirketi veya dışarıdan aldığı filmlerin ortağı istediğinde gösteriyor. O da varsa tabii...

        Reklamın iyisi kötüsü yoktur

        Ancak bu nasıl bir stratejidir anlayamadık. Çünkü “İlahların Aşkı” (“Ondine”) adlı Colin Farrell’ın başrolünde oynadığı, 30 yıldır sanat camiasının sevip saydığı yönetmen Neil Jordan’ın çektiği film, 18 Haziran’da vizyona girdi. O hafta iki film daha vardı. Biri animasyon (Gezegen 51), diğeri ise iki kopyayla vizyona giren Şüphe (“Istoria 52”, 2008) adlı pek de parlak olmayan bir Yunan sanat filmi.

        Gösterilmiş olsa bütün gazetelerde, her yerde o film haftanın esas filmi olacak. Geniş yer ayrılacak. Beğenilip beğenilmemesi de önemli değil. Zira reklamın özünde ‘reklamın iyisi kötüsü yoktur’ mantığı var. Amerikan filmlerindeki ‘ürün yerleştirme’ (product placement) mantığında da bunu görebiliyoruz. Soda şirketi onu filmde bir alkoliğin içip içmediğine bakmıyor örneğin. Çünkü böylece, orada ürünün burada ise filmin varlığından haberdar olunacak. Ancak bu antik bir işleyişe sahip şirket sayesinde o filmlerden kimsenin haberi olmuyor. Boşuna 40-50 kopya basılıp zarar ediliyor.

        Ayrılık”, işten anlayan bir şirketin elinde olsaydı 200 bin civarı bir kitleye ulaşırdı

        Tabii aynı şirketin 21 Mayıs 2010’da vizyona giren ve yine o haftanın en çok ciddiye alınacak filmi olan Sibel Kekilli’li “Ayrılık”ı (“Die Fremde”) basına göstermemesi sebebiyle, eserin 45 kopyayla ancak 17.000 kişilik bir izleyici rakamına ulaşıp battığını biliyoruz. Halbuki o hafta hep blockbusterlar vizyona girmişti. Bir de ciddi meseleli, festivallerde dolaşmış bir filme ihtiyaç vardı. Yani açılış filminin o olma ihtimali yüksekti “Pers Prensi” beğenilmemişken...

        Üstelik filmin “Yaşamın Kıyısında” (“Auf der Anderen Seite”, 2006), “Duvara Karşı” (“Gegen Die Wand”, 2004) gibi gurbetçi Türk filmlerinin yarattığı etkiyi yakalama şansı vardı eleştirmenlerin vereceği gazla, ki onlar da 200-250 bin civarı bir kitleye ulaşmıştı.

        Basın tanıtımıyla ve sinema yazılarıyla yürüyebilecek iki film

        Anlayacağınız “İlahların Aşkı” da “Ayrılık” da eleştirmen ve köşe yazarlarının yazdıklarıyla yürüyebilecek, kaliteli ve mesajlarıyla dikkat çeken filmlerdi. İyiliği kötülüğü tartışılsa da basın gösterimi yapılmaması gişe rakamlarını düşürdü.

        Tabii bunun yanında da okuyucularının böyle filmlerle ilgili yazılarını beklediği sinema yazarlarının bir kısmı, her iki filmi de vizyona girmeden hemen önce korsan kopyasından izleyip yazmak durumunda kaldılar. “Ayrılık”ı bir yurt dışı festivalinde ve İstanbul Film Festivali’nde yapılan gösterimlerinde seyredip kaleme alan bir-iki kişi de vardı, onu da not olarak düşelim.

        Sinema yazarına korsandan izle diyorsan, seyirci ne yapsın?

        Uzun lafın kısası bu sözünü ettiğimiz şirket, ‘korsan körükleyen şirket’ tabiri hak etmiş oldu. Zaten piyasayı umursamamak bu demek. O zaman soruyoruz: Eğer korsanı körüklüyorsan, gişe rakamlarından mağdur olma durumunu nasıl kanıtlayacaksın?

        Üstelik bu şirketin geçmişte Fox ile anlaşmalarını feshedip “Recep İvedik” tadında Türk filmleri odaklı programlar yapmaya başladığı da ortada. Eğer yabancı filmlerin az gişe yapması konusunda mağdursanız, bunda biraz da kendi payınız olduğunu düşünmeniz gerekmez mi? Korsan izleyen sadece bazı sinema yazarları ve köşe yazarları değil de sinema izleyicisi olursa ne olacak? Bunun da yolu açılmıyor mu böylece? Elbette hepsi geri kafalı bir film şirketinin zeka yapısıyla ilgili. Böylesi kafalar oldukça Türk sinema endüstrisinin ilerleme şansı yok kanımca...

        Bu korsan tetikçisi şirketin çarpık yapısıyla ilgili yazılarım sürecek...

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar