Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Mozilla/5.0 AppleWebKit/537.36 (KHTML, like Gecko; compatible; ClaudeBot/1.0; +claudebot@anthropic.com)

        Terör gerilimlerinden alışık olduğumuz asker, polis veya araştırmacı karakter ile teröristin kovalamacasının birinci kolunu tamamen ortadan kaldırıp, ikincinin psikolojisine odaklanan bir tür filmi. 11 Eylül sonrası artan ‘Terörist kim?’, ‘Terörist içimizde mi?’ gibi soruları incelerken isimsiz ve hiç konuşmayan bir karakterin izini sürerek de bunların cevabını milletsel olarak vermiyor. Aksine “Ölümüne Kaçış”; bir tutam gerçeküstücülük, bir tutam macera izleği, bir tutam yabancılaşma ve bir tutam Büyük Buhran dönemi atmosferi aşılayarak, kötü bir adamın ruh halinin nasıl çıkartılacağının analizini yapmış. 50 yıllık kurt yönetmen Skolimowski, bu kez sistem karşıtı tutumunu 70’lerin ‘politik’ içerikli tür filmlerine ve günümüz siyasi tablosuna yönlendirmiş. Bu hedefinden de politik damarı güçlü ve tecrübesine yakışan bir terör gerilimi çıkartmış. 20 Mayıs 2011’de vizyona girecek “Ölümüne Kaçış”ı 22. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde yapılan Türkiye prömiyerinde izledim.

        1960’larda Andrzej Wajda ve Roman Polanski ile beraber çıkan Polonya sinemasının iz bırakan yönetmenlerinden Jerzy Skolimowski, sistem karşıtı duruşuyla nam salmış bir sanatçıdır. Bu doğrultuda da yoluna arka planındaki ‘politik güdü’den asla vazgeçmeyerek devam etmiştir. 1960’larda Kenji Mizoguchi’den Jean-Luc Godard’a uzanan geniş bir yelpazeden etkilenen ürünler veren yönetmenin, 2000’lere gelindiğinde de Kieslowski’nin sinemasından izler taşıdığı görülmüştü. Uzun lafın kısası elindeki hikaye ve türü kalıbına göre uyarlamayı seven gerçek bir sinema kompetanı kendisi.

        Ruhsal, mistik ve gerçeküstücü bir terör gerilimi

        “Ölümüne Kaçış” (“Essential Killing”, 2010) da belli ki Polonya sinemasının politik arka plan yerleştirme anlayışını 11 Eylül sonrası dünyasına uyarlanmış halini sunuyor. Yola çıktığı bu noktadan ulaştığı yerde ise ruhani, mistik ve gerçeküstücü bir terör gerilimi olarak okumak mümkün bu eseri.

        Ancak Skolimowski’nin filmi üretirken bulaştığı şeyler bunlarla bitmiyor. Temelde bir teröristin ruh hali filmiymiş gibi gitse de önümüzdeki yapıt; ne Antonioni’nin, ne Tarkovsky’nin, ne Bergman’ın, ne de 70’ler Hollywood’undan Alan J. Pakula’nın yönetmenlik geleneklerinden besleniyor. Aksine yeni bir şey yapmak için yola çıkmış gibi bir duruşu var.

        Bir köşeye itilen o zavallı terörist karakterin üzerine gitmiş

        Bu bağlamda da “Centilmen” (“The American”, 2010), “Avukat” (“Michael Clayton”, 2007) ve “Devlet Oyunları” (“State of Play”, 2009) ile birlikte bu dönemin en çarpıcı politik filmleri arasında sayılabilir. Bunlardan ikisinin politik-gerilim, birinin politik-dram olması, “Ölümüne Kaçış”ın ise terör gerilimine kayması şaşırtıcı değil. Zira yönetmen burada ABD’nin türe yaklaşırken her zaman bir köşeye ittiği o ‘zavallı’ terörist karakteri ele almayı seçmiş. Bütün filmi de 84 dakika boyunca bir kere dahi konuşmayan, Vincent Gallo’nun karakterinin etrafına inşa etmiş.

        Bu doğrultuda ilerlerken süreyi tükettikçe anlıyorsunuz ki Skolimowski, “Lunapark’ta Terör” (“Rollercoaster”, 1977), “Kuşatma” (“The Siege”, 1998), “The Taking of Pelham One Two Three” (1974) gibi terör gerilimlerinin yapısını yıkıp yeniden inşa etmek için yola çıkmış. Polis, asker ya da cinayet araştırmacısı ile terörist arasındaki çekişmeyi öne çıkaran, patlama sahnelerinden veya hızdan güç alan, genelde de karşı tarafı ‘öteki’leştirmek için büyük çarba sarfeden bu eserlerin özdeşleşmeye açık iskeletini dağıtmayı ana felsefe olarak belirlemiş.

        Bir süre sonra seyirci darbeleri peşi sıra yemeye başlıyor

        “Ölümüne Kaçış”ın açılışını dağlık bir bölgede helikopter ile bir teröristi kovalayan Amerikan askerlerinin arasında yapan yönetmen, o karakterleri karikatürize edip ‘B tipi’ dokuya sokarak da amacını belli ediyor. Böylelikle ‘öteki’ taraf bir anlamda yer değiştirmiyor oluyor. Zaten oyukların arasında saklanan, adını jenerikte Muhammet olarak görsek de filmde ismi geçmeyen bu karakterin, bir anlamda bu askerlerden birini vurması ile hapse atılması da bu ışıkta gerçekleşiyor.

        Bu işkence mekanından kaçmayı bir şekilde beceren Muhammet’in tek kelime etmesini, birilerine aşık olmasını veya aksiyon dozu yüksek sahnelerde koşmasını bekliyorsunuz. Ancak aksine Skolimowski filminin temposunu sürekli düşürürken, bu bölümlerde İran sinemasının belgesel estetiğini dar açı objektif kullanımı ve sıçramalı kurgu tekniğiyle devreye sokuyor. Üzerine de minimalize edilmiş müzik ve yavaş yavaş geriltmeye başlayan bir ses kurgusu skalası ekliyor.

        Böylelikle seyirci ana karakterin kaçışına odaklandığı bir terör aksiyonu bekler iken, bu tiplemeyle özdeşleşememekle aldığı darbeden sonra bir kroşe de ‘tempo’ konusunda yemiş oluyor. Adeta bu noktadan sonra John Steinbeck romanlarındaki Büyük Buhran dönemi Amerika’sının psikolojisini yüklenen neredeyse isimsiz ve kimliksiz karakterimiz, “Yaşıyor” (“Alive”, 1993) gibi dağ maceralarının can çekişen ana kahramanlarına benziyor. Bu da bize ‘açlık’ ve ‘kıtlık’ çeken, bu bağlamda cinayet, ölüm, çiğ balık yeme, bir tarafının kesilmesi gibi şeyleri umursamayan bir karakter portresi sunuyor. Yani yemediği darbe kalmıyor bu tiplemenin.

        Kieslowski’nin renk ağırlıklı evrenini bir gıdım macera sosuyla yoğurmuş

        Adeta ruhani bir dokuda ilerleyen “Ölümüne Kaçış” evreninin, Muhammet’in siyah kıyafetle başladığı yolculukta beyazın tonunun yavaş yavaş gözleri kör edecek hale gelmesiyle mistik bir hesaplaşmayı görselleştirdiği söylenebilir. Sonda da bu konuda iki metaforik objeden destek alındığını söyleyebiliriz.

        Yani Hz. Muhammet’i temsil eden bu dilsiz ve yöresiz adam, sonsuzluğa doğru çıktığı serüvenini bir tutam macera soslu bir terör-geriliminin içinde tamamlıyor. Yavaş yavaş müziğin tedirgin ediciliği arttıkça bu durum daha da trajik hale geliyor. Son mesaj ise bir şekilde dini dayatmalarla sıkışan bir adamın natüralist yaşam mücadelesine kadar ilerliyor. Bu noktada da yönetmenin filmini ‘içeriye hapsolma’ duygusu ışığında 1.85:1 (eski sinemaskop oranı, şimdinin en dar formatı) oranında çektiği ortaya çıkıyor.

        İsminin çok katmanlı anlamlarına dikkat çekmek lazım

        Skolimowski burada hiç konuşmamasıyla kendisinden uzaklaştıran aykırı bir karakter ve ülke ezberini yıkarak (ki askerler bir yerde İngilizce, bir yerde Lehçe konuşuyor) yabancılaştırılan bir coğrafi portre ile yol alıyor. Bu durum bizi Polanski ekolünden bir gerçeküstücü psikolojik-gerilimin sularına da sokuyor. “Tiksinti”nin (“Repulsion”, 1965) Carroll’ının şehir dünyasındaki bekaret sıkıntısının buradaki acı ile benzer bir halüsinatif evreni olduğu söylenebilir. Özellikle de Muhammet’in geçmişinden gelen dini beyin yıkanma flashbacklerinin katkısıyla…

        Nihai sonuçta “Ölümüne Kaçış”, seyirciye istediğini vermeyen, soğukkanlı, muhalif ve soyut şeylerle uğraşan bir terör gerilimi olarak anılabilir. 11’09’’01 ve Irak Savaşı sonrası ihtiyaç olan politik tür filmi projelerinin bir yenisi. Orijinal ismi ‘Essential Killing’ın gerçek anlamı ‘Başlıca cinayet’in üzerinden açtığı çok katmanlı alt metinlere de dikkat derim.

        FİLMİN NOTU: 7

        Künye:

        Ölümüne Kaçış (Essential Killing)

        Yönetmen: Jerzy Skolimowski

        Oyuncular: Vincent Gallo, Emmanuelle Seigner, David L. Price, Zach Cohen, Philip Goss, Mark Gasperich

        Süre: 84 dk.

        Yapım Yılı: 2010

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar

        Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.
        Bu çeviride Google Translete kullanılmıştır. Anlam ve çeviri hatalarından haberturk.com sorumlu değildir.