
Daha fazla Johnny Depp daha fazla eğlence
19 MAYIS FİLMLERİ
‘Korsan filmi’nin özündeki swashbuckler (kılıç dövüşü filmi) alt türünün içine kılıç-büyü filminin fantastik malzemelerini yerleştiren, Disneyland’in bir simülatör gezisinin uyarlaması. Ticari zihniyle 2000’lere damga vuran ‘Karayip Korsanları’nın dördüncü halkası “Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde” de serinin ruhunu, duygusal, eğlenceli, macera kat sayısı yüksek, aksiyon dolu ve fantastik bir serüvenle yinelemeyi beceriyor. Bu sefer Orlando Bloom ile Keira Knightley’nin kadrodan çıkarılması hem ‘Jack Sparrow özel bölümü’ adı altında anılabilecek bir eserle yüzleşmemize, hem de korsan odaklı evrenden aykırı bir dolandırıcılık filmi çıkmasına olanak tanımış. Depp yine bildiğiniz gibi. Zombileştirilmiş denizkızları ise özel bir keşif. Ancak bölündüğü dört kısımdan üçüncüsünde sıkıntı yaşayan bu mitolojik görev odaklı deniz serüveninin, süresini fazla uzatınca dalgalardan sarsıldığı apaçık ortada. Yine de çizgi film estetiğiyle yoğrulmuş bu 7’den 70’e her türlü kitleye hitap eden blockbusterı izlemek halen keyifli.
Tam Türkçesiyle ‘kılıç dövüşü filmi’ olarak anabileceğimiz ‘swashbuckler’, macera türünün en köklü alt türlerindendir. Bu alan başta ‘Robin Hood’ ve ‘Zorro’ serileri olmak üzere erken dönem Hollywood’da 1920’lerden itibaren Orta Çağ’a ait hikayelerin içinde çokça boy göstermiştir. Ancak günümüzde ‘Karayip Korsanları’ serisi sayesinde ‘kılıç-büyü filmi’ (sword and sorcery film) ile bir araya gelerek yeni çağa uygun bir temsil bulmuş gibi. Belli ki ortaya çıkan şey (ya da sinema terimiyle füzyon), birbirleriyle düelloya giren şövalyelerden, aristokratlardan, soylulardan ve daha nicesinden farklı bir fantastik evren yaratma konusunda da becerikli.
2000’lere damga vurduğu tartışılmaz bir gerçek
İlki 2003’te çekilen bu eserlerin dördüncüsü “Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde” (“Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides”, 2011) yine aynı yolun yolcusu. Swashbuckler kılıç-büyü filmi denemesi olarak anılabilecek eser, yine kılıç düelloları, baskın sahneleri, fantastik katkı, korsan gemisi, gemi çatışmaları ve daha nicesini bulunduran bir serüven sunuyor. ‘Deniz yolculuğu macerası filmleri’yle de akrabalık kuran serinin, ikincinin gişede başarısız olması üzerine kalıp değiştiren üçüncü Narnia filmi “Şafak Yıldızının Yolcuğu”nun (“The Voyage of the Dawn Treader”, 2010) projelendirilmesinde de katkısı büyük.
Aslında bu noktada son 10 yılda ‘kılıç-büyü filmi’ alanında verilmeye başlanan A sınıf örneklerin ‘Karayip Korsanları’nın gişe başarısına bağlanabilmesi de mümkünken, esaslı kaliteli ya da devrimci katkının “Beowulf” (2007) ile geldiğini söyleyebiliriz. Ancak ‘Mumya’ (‘The Mummy’) serisi ile birlikte bu alanın en uzun soluklu temsilcileri olduklarını da unutmamak lazım. Yani ticari istatistik bir şeyleri gösteriyor. Tabii “Titanların Savaşı” (“Clash of the Titans”, 2010) da 2012 itibarıyla bunların arasına katılmış olacak, onu da unutmayalım.
Adeta bir ‘Jack Sparrow özel bölümü’
Ancak benim için ‘Karayip Korsanları’ serisi daha çok Jerry Bruckheimer’ın yüksek blockbuster zekasıyla ortaya çıkan ve çizgi film estetiği ile çekilip bu doğrultuda her yaşa hitap eden karakterlerle yol alan bir ticari ürün. Aşk, komedi, macera, aksiyon ve fantastiği iç içe geçirme zekası da bu bütünün en önemli öğesi. Üçüncü filmde bu durum daha da baskın hale gelip tabiri caizse ‘yürek sıkışıklığı’na neden olmuştu belki. Fakat serinin dördüncü halkasının Orlando Bloom ve Keira Knightley’i bir kenara bırakan ‘Jack Sparrow özel bölümü’ olarak anılabilmesi mümkün. Yani Amerikalıların sevdiği o moda deyişle, ‘spoof’ teriminin bir karşılığı.
Fakat ne hikmetse serinin en akılcı karakteri olan bu dolandırıcı korsan tiplemesinin üzerinden filmin dörde bölünen olay akışında da farklı bir gelenek izlenmiş. Girişte deniz macerasına atılacağı ‘mitolojik görev’in peşinde koştuğu Orta Çağ İngiltere’sindeki görüntüler, onun ‘Bugs Bunny’vari halini yansıtan sahnelerle sarılmış. Özellikle pasta odaklı şapşallık, eski sevgili ile düello ve nam-ı diğer kayınpeder ile karşılaşma gibi anlar beklenen ruha uygun hale getirilmiş getirilmesine. Ancak bunun devamında yavaş yavaş bu şana erişir portrenin dışına çıkıldığı görülebiliyor. Ya Depp buna eşlik etmemiş, ya da “Gizemli Denizlerde”nin yan öğelerle sarılması daha hasılat simsarı bulunmuş. Zaten bir simülatör gezisinden üreyen seriden de başka bir bakış açısı beklenemez.
Dört bölümün ikincisi zombileştirilmiş denizkızlarıyla dikkat çekici
İkinci kısımdaki gemi baskını sahnesinin Rob Marshall’ın koreografi becerisini yansıtmasına karşın, bu noktada Sparrow’un biraz kendini ‘korsan güruh’a bırakması filmin omurgasını dağıtmış. O noktada araya giren ‘fantastik’ öğeler ise aslında bir canlılık getiriyor.
Zira ilk olarak Wes Craven’ın “Yılan ve Gökkuşağı”nda (“The Serpent and the Rainbow”, 1988) sinema sözlüğüne dahil ettiği ‘zombileştirme’ (zombification) kelimesinin karşılığını fantastiğin içinde bulması, gemi mürettebatının ardından denizkızı karakterlerle de farklı bir zombi ırkı yaratmasına yaramış “Gizemli Denizlerde”nin.
Adaya giriş bölümünün uzatılması filmin omurgasına zarar vermiş
Korku-fantastik dünyasından gelen bu tiplemeler de üçüncü bölümdeki ada kısmında ‘aşk’ ve ‘tutku’ temsili olarak ayrı bir yan hikaye oluşturmuşlar. Filmin bu parçasının sanki bir ‘adaya giriş’ halinde geçip sondaki ‘gençlik pınarı’nın keşfedildiği mağara bölümündeki kadar ilgi çekici hale getirilemediği söylenebilir. Böylece hikayenin bir şekilde amacından şaştırılması, yapıtın süresini fazlaca uzatıp destansı ve ciddi bir tonla boğuşmasına yol açmış.
Rush ile Depp arasındaki mücadele de bu noktada sonradan yazılmış gibi duruyor. Halbuki zombi denizkızlarının performans gösterdiği sahne gibi bölümler veya onlara benzer yan karakterlerden daha renkli bir evren yaratılabilirmiş. Bu noktada sadece ‘gençlik pınarı’nın mitolojik karşılığı dikkat çekici olabilmiş işin doğrusu. Ancak yine de Sparrow gibi serinin en çarpıcı karakterine ayrılmış bir ‘Karayip Korsanları’ temsilinde onun eski aşkıyla mücadelesini, Kara Sakal ile çatışmasını ve zekasını görmek bir hayli keyifli.
Dolandırıcılık filminin yeni alanı olacak mı?
Buna istinaden 80’lerden beri faaliyet gösteren korsan filmi formülünün de bir şekilde ‘dolandırıcılık filmi’ adı altında anılıp Orta Çağ’daki suçluların arasından bir komedi yaratması yapıtı esas çekici kılan öğe. Zira etrafta herkesin birbirini sattığı evren, ilk filmlerdeki aristokrat karakter eklemesini de bir kenara bırakınca daha aktif hale geliyor. Böylece kara filmin içinde kendine yer bulan bu alt türün bir şekilde swashbuckler kılıç-büyü filmi alanına transfer olması, enteresan bir bütün oluşturmakla kalmayıp önceki devirlerin suç sorununu da önplana çıkarmış.
İşin doğrusu belki Jack Sparrow bölümü olma iddiasını gerçek anlamda yerine getiremiyor “Gizemli Denizlerde”. Ancak zombi filmlerinin ‘büyü’ odaklı ilk döneminden çıkan korku tonu ve kara filmin 70’lerden beri farklı formüllere giren alt türü konusunda yaptıklarıyla da takdir edilesi bir yanı var eldeki eserin. Bu da zaten serinin değişik türleri yoğurarak yarattığı blockbuster evrenini gözünüzü kırpmadan ve eğlenerek izlemenizin esas sebebi.
FİLMİN NOTU: 5
Künye:
Karayip Korsanları : Gizemli Denizlerde (Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides)
Yönetmen: Rob Marshall
Oyuncular: Johnny Depp, Penelope Cruz, Ian McShane, Geoffrey Rush, Gemma Ward, Judi Dench, Keith Richards, Richard Griffiths
Süre: 97 dk.
Yapım Yılı: 2011
SİNEMA OLMADIĞI KESİN
Türkan Saylan’ın 2010’da TV dizisine çevrilen hayat hikayesinin ölüm döşeğinde geçen son dönemi için bir sinema filmi süresi uygun görülmüş. Ancak karşımızdaki şeyin bir veya iki bölümlük bir TV dizisi olduğu gerçeğini tartışmak bile yersiz. Fakat Cemal Şan’ın memur yönetmenlik yaparken dahi içeriye ‘güzel gözüksün’ veya ‘ucuza halledelim’ diye çeşitli açı tercihlerini ve kamera çeşitlerini karman çorman yerleştirmesi bizleri bu durumu dahi sorgular hale getiriyor. Sonuçta “Türkan”, sosyopolitik açıdan bakınca önemli bir sima üzerine ‘belge-film’ olarak görülebilir. Ancak o zaman da Saylan’ı canlandıran Rüçhan Çalışkur dışındaki oyuncuların sanki arka plana yeşil ekran teknolojisi ile yerleştirilmiş gibi durmaları, bir aksiyon ve akış eksikliği getiriyor.
Hayatını cüzzam ve kadın hakları konusunda verdiği savaşa adayan Türkan Saylan’ın 2010’da diziye çevrilen biyografisinin uzatmaları diyebiliriz. Zira burada 30 yıldır birçok kişiyi kurtaran Saylan’ın, son döneminde Rüçhan Çalışkur’un yüksek oyunculuk becerisiyle perdeye yansıtıldığını görebiliyoruz.
Sanki tek gerçek Rüçhan Çalışkur’muş da, diğer oyuncular bilgisayarla yerleştirilmiş gibi
Ancak “Türkan”ın (2011) iki bölümlük bir TV dizisinin ötesine geçemediğini söyleyebiliriz. Zira altıncı uzun metrajlı filmini çeken Cemal Şan, daha önce de ispatladığı gibi sinemadan ziyade TV dekupajını bilen bir yönetmen.
Fakat bu anlayışla yaptıklarını, sadece karşımızdakinin ne olduğunu bilerek sineye çekebiliriz. Zira neredeyse tamamı Türkan’ın yatağının başında ve evinde geçen bu hikayede, sanki diğer karakterler yeşil ekran teknolojisi ile çekimden sonra yerleştirilmiş gibi duruyor. Sinema filminin sahnesine çıkma konusunda Çalışkur’un, onları ‘senelerdir bu role çalıştım’ egosuyla yıkıyor gibi bir hali var burada.
Şan hala sinemayı dizi gibi kolay tüketilen bir format zannediyor
Bu doğrultuda da aslında belli bir döneme sıkıştırılarak biyografinin zaaflarından arınma güdüsü yerine ulaşamıyor. Zira Cemal Şan, her zamanki gibi sinemayı ciddiye almayarak işini kısa sürede halletmeyi tercih etmiş. Manasız yere çarpık açı, alt açı ve üst açı tercihlerini yerleştirip, sanki bunları ‘kamera güzel dursun diye koydum’ havasında sinema perdesine yapıştırması şaşırtıcı değil. Üstüne üstlük geniş planları tek karede halletmek için de gerçek sinemacıların üslup aracına dönüştürdüğü balık gözü objektifini kullanmış.
Yani nasıl yönetmenin ‘Sekiz gün’ (Zeynep, Dilber, Ali) üçlemesinde bir üslup sorunu var ise, burada da aynısı mevcut. Bunu bıraktık “Sonsuz” (2009) örneğinde olduğu gibi memur yönetmenlik yaptığında da yine çiğ ezgiler, oyuncu yönetimini düşünmeyen bakış açısı ve görsel yapısızlıkla yol alması durumu daha da trajikleştiriliyor. Ülkemizde “Asmalı Konak: Hayat” (2003) gibi dizilerin anlayışını perdeye uyarlayamayı beceren bir sinema filmi örneği dururken burada karşımıza çıkan şeyin temsilini elbette sorgulamak şart.
Seyirciyi kalbinden yakalama konusunda da becerikli değil
Zira burada oyuncu yönetimi odaklı bir yapı var sözde. Ancak ne hikmetse dolly, crane, ve vinç gibi kamera çeşitlerinin yarıda kesilen kaydırmaları dahil olmak üzere bütün açılar toplamı kurtarmak için yerleştirilmiş. Bir sinema filminin beklediği karelerin anlamlı bir bütün oluşturması gerçeği de sanki daha kolay halledilen açı-objektif ölçekleri karışımına transfer olmuş.
Bu noktada aslında Şan’ın filmini oyuncu yönetimi ve diyalog odaklı akıtması gerekirken (ki muhtemelen öyle yaptığını zannediyor) duygusallaştırmanın şart olduğu anlarda karakterlerin çok uzakta kalıp kaybolduğu genel planlarla seyirciyi yabancılaştırması, üslupsal sorunsalın dramatik damara da zarar vermesine yol açıyor. Eserle kurulabilecek duygusal bağı ve ölüm arifesindeki karakterin kalbimizde yaşatacağı hüznü hissetmemizi engelliyor. Zira “Türkan”, salya sümük bir melodramatik yapıyı veya demode bir teatral dram iskeletini dahi servis edemiyor.
Ancak yönetmenlik koltuğunda Cemal Şan gibi altıncı filminde hala sinema filminin çekilmesi için bir üsluba ve görsel yapıya ihtiyacı olduğunu bilmeyen bir kişi otururken, bu sorunlar doğal. Bu sebeple de burada önemli bir şahsın günümüz politik konjonktörünü ve feminist okumaları da kapsayan hüzünlü hikayesinin, sadece dizinin kitlesine uygun hale geldiği ortada.
FİLMİN NOTU: 2
Künye:
Türkan
Yönetmen: Cemal Şan
Oyuncular: Rüçhan Çalışkur, Tardu Flordun, Şebnem Sönmez, Selin Demiratar, Ragıp Savaş, İsmail Hacıoğlu, Altan Erkekli Binnur Kaya, Şevket Çoruh
Süre: 110 dk.
Yapım Yılı: 2011
ALACAKARANLIK EDEBİYATI ÜRÜNÜ MÜ?
Kuşkusuz ‘değişim yaratan postmodern ‘Güzel ve Çirkin’ uyarlaması’ denince hemen aklımıza Steven Shainberg’in beş sene önce çektiği “Tutku” geliyor. “Beastly” ise onun kadar iddialı olmasa da masalı gençlik filminin içine sokarken samimi bir duruş sergilemiş. Bu noktada yönetmeni Daniel Barnz’ın kent burjuvazisini yansıtma ve büyüleri gerçekçi tabana oturtma becerisinden güç alarak inandırıcı bir ‘fiziğine değil, ruhuna tutul’ filmi olabilmiş. Bu toplamın içinde oyuncular arasında elektrik oluşturma konusundaki senaryosal sıkıntılarsa “Beastly”nin hitap ettiği kitleyi çok fazla ilgilendirmeyecek.
Garbielle-Suzanne Barbot de Villeneuve’ün popüler kültürde iz bırakmış masalı ‘Güzel ve Çirkin’ (La Belle et La Bete), Jean Cocteau’dan Juraj Herz’e uzanan geniş bir skalada yönetmenlerin de konusu olmuştur çokça. Bunun yanında ‘King Kong’ ve ‘Operadaki Hayalet’ (“The Phantom of the Opera’) gibi sanatın her alanına ürünler vermiş kaynaklarda iz bıraktığı da sürekli iddia edilir. Daniel Barnz’ın ikinci yönetmenlik denemesi “Beastly” (2011) ise masalın daha çok çizgi filme uygun duran konseptini gençlik filminin içine yerleştirerek modernize etme çabasına düşmüş.
Genç bir kent burjuvasının ruhunu tasvir etmekte başarılı
Nihai sonuç genç kuşağa ‘Asıl olan fiziksel güzellik değil, zihin güzelliği!’ dersini vermek olsa da aslında ortaya çıkan toplamın oyalayıcı bir tarafı olduğunu kabul etmek lazım. Zira ‘Alacakaranlık’ (‘Twilight’) serisinin fantastik-masalsı tonlu aşk tarafını alan “Beastly”nin bu doğrultuda samimi, bilinçli ve akıcı bir esere dönüştüğünü görebiliyoruz. Kariyerinin ilk denemesi “Phoebe in Wonderland” (2008) ile Sundance’te yarışan Daniel Barnz’ın sinemaskop formatındaki yönetmenlik becerisi ise bir hayli yüksek.
Açılış bölümünü balık gözü objektif kullanımıyla alt açı, müzik ezgileri ve hızlı kurgu ile portrelenen şehir ve genelde yalnızlığı anlatan konformist-modern-hafif fütüristik sanat yönetiminin katkısıyla inşa eden yönetmen; içinde yozlaşmış bir kent burjuvasının ruhunu iyi yansıtmayı becermiş. Bunun ardına yerleşen ‘masum aşık’ ile ‘büyücü’ karakterlerinin de inandırıcılık sıkıntısı yok gibi. Makyaj efektlerinin gerçekçi hali akıcı tempoya katkı yapınca modernize edilmiş bütün bir eleştiri depolaması yapmış.
Karakterleri yaratırken etkileşimleri ve ilişkileri yazma konusunda sıkıntıya düşmüş
Sadece “Beastly”nin Hudgens ile Pettyfer’in uyum-uyumsuzluk ikilemindeki elektriğini kuramama sıkıntısı çektiğini, bu sebeple ikilinin ilişkisini geliştirirken belli açmazlara düştüğünü söyleyebiliriz. Zira ‘High School Musical’ serisiyle ünlenen Hudgens’ın ‘aşırı iyi’ karakterinin belli ki kaleme alınmadan perdeye sinopsis seviyesinde yansıması, Pettyfer’in ise iletişimsizlikten duygusallığa geçişte uç noktalarda gösterilmemesi bu zaafın ana sebepleri. Tabii karakterin ‘öteki’leştirilen ucube halinin insan dolu mekanlardaki duruşunun da altı doldurulmamış.
Bu noktada sanki “Tutku” (“Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus”, 2006) gibi yüksek yönetmenlik becerisine bir postmodern ‘Güzel ve Çirkin’ uyarlaması yapılmışken buradaki çabanın çok da yeri yok gibi bir hali var. Ancak “Beastly” de Alacakaranlık kültürünün devamında onu sinema sanatında bir ‘edebiyat’a çevirme arzusunu yansıtan eserlerden. Samimiyeti ve yönetmenliğiyle kitlesine uygun bir yapıya kavuştuğunu kabul etmek lazım filmin.
FİLMİN NOTU: 5.2
Künye:
Beastly
Yönetmen: Daniel Barnz
Oyuncular: Alex Pettyfer, Vanessa Hudgens, Mary-Kate Olsen, Dakota Johnson, Justin Bradley
Süre: 86 dk.
Yapım Yılı: 2011
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU
72. Koğuş: 3
Ağır Abi: 0.8
Arı Kovanına Çomak Sokan Kız (Luftslottet som sprängdes / The Girl Who Kicked The Hornet’s Nest): 4
Aşkın Büyüsü (Water for Elephants): 2.7
Atlıkarınca: 6
Ben Dört Numara (I Am Number Four): 2.1
Beni Asla Bırakma (Never Let Me Go): 4.3
Bir Avuç Deniz: 4
Bizim Büyük Çaresizliğimiz: 4
Copacabana (Copacabana: Düğün Hediyesi): 2.5
Çığlık 4 (Scream 4): 7.8
Çınar Ağacı: 2.4
Daha İyi Bir Dünyada (Hævnen / In a Better World): 5.3
Dünya İstilası: Los Angeles Savaşı (Battle: Los Angeles): 3.4
Gişe Memuru: 6.5
Gölgeler ve Suretler: 4
Güneşin Karanlığında (The Lincoln Lawyer): 3.9
Hayali Aşklar (Les Amours Imaginaires): 4.3
Hayatım Yalan! (Just Go With It): 5.4
Her Şey Güzel Olacak (Alting bliver godt igen): 5
Hızlı ve Öfkeli 5: Rio Soygunu (Fast Five): 4
Hop: 3.7
İçimdeki Sessiz Nehir: 2
İçimdeki Yangın (Incendies): 4
İntikam Yolu (Drive Angry 3D): 4
İstila (Monsters): 7.5
Kader Ajanları (The Adjustment Bureau): 5.5
Kan Kokusu (Somos lo que hay / We Are What We Are): 5.2
Kar Beyaz: 6.3
Kaybedenler Kulübü: 6.3
Kayıp Özgürlük: 1.8
Kırmızı Başlıklı Kız: Kötülere Karşı (Hoodwinked Too! Hood VS. Evil): 5.6
Kıyamet Gecesi (Vanishing on 7th Street): 5.5
Kız ve Kurt (Red Riding Hood): 6.2
Kimliksiz (Unknown): 5.5
Kolpaçino: Bomba: 3.8
Kutsal Savaşçı (Priest): 7
Küçük Beyaz Yalanlar (Les Petits Mouchoirs / Little White Lies): 4
Küçük Günahlar: 6
Lanetli Miras (La Herencia Valdemar / Valdemar Legacy): 2.6
Limit Yok (Limitless): 6
Londra Bulvarı (London Boulevard): 5.4
Mutluluğun Peşinde (Rabbit Hole): 4
Pina 3D (Pina): 6
Press: 0.8
Rio: 5.2
Son Gece (Last Night): 3.8
Sucker Punch: 7.1
Suçlu Kim? (Henry’s Crime): 4.9
Tehlikeli Tutkular (Cherrybomb): 5.5
Thor: 3.6
Yaşam Şifresi (Source Code): 4.4
Yürüyüş (Meş): 4
Zefir: 4.4
Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.
keremakca@haberturk.com