
Sekse zaman ayarı
7 EKİM FİLMLERİ
Belli yaşlarda yaşadığımız ilişkilerin dönüşüm dönemleri üzerine ‘çok hikayeli-karakterli romantik-komedi’ denemesi. “I Love You Philip Morris” gibi alternatif bağımsız komedilerle tanınan bir yönetmen ikilisi ile animasyon-aile filmi senaristi olarak bilinen Don Fogelman’ı bir araya getiren “Çılgın Aptal Aşk”, belli ki bu ekipten bir uyum çıkarmış. Zira ne çok muhafazakar, ne çok entelektüel, ama nihayetinde ilişkilerle ilgili söyleyecek bir şeyleri olan ve bunu tempolu bir şekilde dile getiren zeki bir eser var karşımızda. Bu başarıda aslan payı oyunculara ait. “Çılgın Aptal Aşk”ın yaktığı en esaslı kıvılcım ise romantik-komedi simsarı Gary Marshall’ın aynı formülde ürettiği 2010 tarihli “Sevgililer Günü” ‘fazla karakter yaratma’ açmazına takılmışken burada her şeyin yerli yerine oturması. Bu noktada ilişkilerde kuşak farkları üzerine bir de sorusu var: ‘Her ilişkide yaşına göre cinsellik ve aşk arayışının olduğu dönemler vardır. En önemlisi o durumu iyi tespit edip sürece ayak uydurmaktır. Peki siz bunu becerebiliyor musunuz?’.
Her şeyi dümdüz okuyunca ‘boşanma’ kararı alan bir aile, onların üç çocuğu ve bu beş karakterin etrafında dönen aşk-seks-ilişki-evlilik hikayeleri üzerine bir projeyle yüzleştiğimiz söylenebilir. Bunlara ‘banliyö odaklı’ orta-üst sınıf psikolojisini de eklersek bütün tamamlanacaktır.
Bağımsız-alternatif hikayeden çıkan Hollywood’a uygun bir formül
Aslında tersinden bakmazsak hafif ‘absürt’ eğilimli bir Amerikan bağımsızıyla yüzleştiğinizi düşünebilirsiniz. Ancak aile filmlerinin ve animasyonların senaryolarında bıraktığı imzalarla tanınan Dan Fogelman, bu öyküden çok hikayeliymiş gibi duran “Aşk Her Yerde”vari (“Love Actually”, 2003) bir Hollywood romantik-komedisi çıkarmış.
Yani daha spesifik bir yaklaşımla özetlersek, “Amerikan Güzeli”ne (“American Beauty”, 1999) benzer bir format, aşk ile mizahı iç içe geçiren bir çerçeveye yerleştirilmiş. Bütün bu anlattıklarımıza ‘aman be arkadaş bu kadar da Hollywood’laştırılır mı bir hikaye!’ diye tepki verebilirsiniz. Bir bakıma bu konuda haklısınız da. Zira “Çılgın Aptal Aşk” (“Crazy, Stupid, Love.”), hem daha derin şeyler söyleyen hem de daha etkili yönetmenlik geleneğiyle akan bir film olabilirmiş temeline bakınca. Ancak bu haliyle de bir senaristin ışıldayan zekasının ürününü sunmasıyla takdire şayan kanımca.
Dramatik yapının beşinci vitese takıldığı ve boşa alındığı kısımlar mevcut
Öyle ki sözünü ettiğimiz kalıp, ‘tesadüfler’ ve ‘kesişen hayatlar’ algısıyla o kadar usturuplu bir dönüşüm geçirmiş ki çok fazla film izleyen bir sinema yazarı bile bu duruma yeri geldiğinde akıl sır erdiremiyor. Bu bağlamda da karşımıza çıkarılan; aşkın, seksin ve ilişkilerin her yaştaki konumu üzerine kuşaksal bir analiz. Zaten Fogelman’ın amacı da bu. Hatta bu durum filmin zaman zaman “Balık Hafızası” (“Goldfish Memory”, 2003) gibi felsefi gücü yüksek ve bütün cinsel tercihlere açılan çok hikayeli bağımsız romantik-komedileri akla getirmesini de sağlamış.
Fakat kabul edelim “Çılgın Aptal Aşk”ın esas amacı, karakterleri birbirine romantik-komedinin ana motifi olan ‘tesadüf’lerle yaklaştıran bir örgüyle ‘sürpriz’ ve ‘heyecan’ duygusunu harekete geçirmek. Böylece ‘kendini iyi hissettime’ ve ‘özdeşleştirme’ gerçekleriyle dramatik yapının beşinci vitese takılmasını sağlamak. Yeri geldiğinde vitesin boşa alınması ise ‘bağımsız’ kodlamaları ve ilişkilerle ilgili Avrupa sinemasından alışık olduğumuz alt metinleri harekete geçiriyor.
Farklı dönemlerde aşk ile cinselliğin zamanlamasını tutturabiliyor muyuz?
Bu konsept de fazlasıyla tutmuş. Zira Steve Carell (Cal) ile Julianne Moore’un (Emily) evliliği, Ryan Gosling (Jacob) ile Emma Stone’un (Hannah) 30 yaşlarındaki birlikteliği ve Jonah Bobo (Robbie) ile Analeigh Tipton’ın (Jessica) lise çağındaki etkileşimi doğru bir otopsiden geçirilmiş.
Seksin ne zaman, arkadaşlığın ne zaman, etkileşimin ne zaman, aşkın ne zaman, mizahın ne zaman devreye gireceği adeta bir karıştırıcıyla çalkalanıp seyircinin ağzına layık, iki saat boyunca aynı tadı kaybetmeyen bir hale getirilmiş. Bu noktada da evliliğin belli bir dönemde ‘evlilik dışı cinsel ilişki’ arzusu hissettirebileceği, 25-30 yaşlarında genelde ‘seks’ ihtiyacı ile gecelik ilişkinin devreye girebileceği, 15 yaşlarındaki ilk ilişkide ise ‘bekaret bozma’ anlayışının hakimiyeti doğru yollara sapmış.
Yönetmen ikilisinin dokunuşu hissedilmiş
Daha önce “I Love You Philip Morris”in (2009) senarist-yönetmeni ya da “Bad Santa”nın (2003) senaristi olarak bildiğimiz alternatif bağımsız komedi simsarı Glenn Ficarra-John Requa ikilisi burada hikayeye müdahele etmeden memurluk yapmışlar belki. Ancak onların düzgün, soğukkanlı ve adaplı yaklaşımından güç alan dramatik çatının, sonda ivmesini kaybetmemesi ve her zamanki ‘didaktik mesaj ve ağlatma seansı’na karşın ayakta durması ilgi çekici.
Bu da Cal ile Jacob arasındaki ‘erkekliğe geri dönüp çapkın olma seansları’yla gelen durum komedisi anlarını, Hannah’nın arkadaşlarıyla Jacob hakkında yaptığı edepsiz konuşmaları, “Kirli Dans” (“Diry Dancing”, 1987) göndermesini zekice süsleyen sahneyi ve Jessica’nın ‘çapkınlaşan Cal’e aşkıyla filizlenen mizahi dokuyu, her şeye rağmen ‘romantizm’e meyleden bir omurgaya transfer etmiş.
“Çılgın Aptal Aşk” da bu engebeli yolda ilerleyen orta-üst sınıfa mensup karakterler arasında bir varoluş, yenilenme ve dönüşüm sınavını harekete geçirmiş. Böylece belli kuşakların ilişkilerindeki geçiş yıllarıyla ilgili tespitler ve felsefi açılımlar getirmiş.
Karakter sayısının az olması filmin işlevini kuvvetlendirmiş
Ryan Gosling’in ‘çapkın aşık’, Steve Carell’ın ‘dönüşüm geçiren koca’, Emma Stone’un ‘uyumlu aşık’, Marisa Tomei’nin ‘azgın gecelik ilişki kadını’, Moore’un ‘aldatan eş’ gibi rollerdeki kıvamını tutturan performansları da kast başarısı gerçeğini harekete geçirmiş işin doğrusu. Zaten Ficarra-Requa ikilisi en çok da bu durumdan destek alarak diyalog, espri ve duygu yetisini çekici karakterlerden besleyip seyircinin yüreğine ve zihnine hitap etmeyi bilmiş.
“Çılgın Aptal Aşk”ın tek sorunu ise elbette Fogelman’ın ‘ticari’ kapanışının abartılardan olabildiğince arındırılmasına karşın yerli yerinde duruyor olması. Onun yanında romantik-komedinin Gary Marshall gibi hakim isimleri, bu formatta “Sevgililer Günü” (“Valentine’s Day”, 2010) gibi zayıf ve karaktersiz örnekler verirken ulaşılan nokta şaşırtıcı. Ficarra-Requa ikilisi belli ki az ve öz hikaye-tipleme ile sınırlı kalınca hem kuşak farkları üzerine daha keskin tespitler yapmayı, hem de karakterleri geliştirmeyi becermişler.
FİLMİN NOTU: 6.1
Künye:
Çılgın Aptal Aşk (Crazy, Stupid, Love.)
Yönetmen: Glenn Ficarra, John Requa
Oyuncular: Steve Carell, Ryan Gosling, Julianne Moore, Emma Roberts, Marisa Tomei, Analeigh Tipton, Andie MacDowell
Süre: 116 dk.
Yapım Yılı: 2011
BENİM GÜZEL ‘TRANSFORMERS’IM, NE YAPTIN SEN?
Werner Herzog’un ülkemizde “Benim Güzel Oğlum, Ne Yaptın Sen?” adıyla sadece festivallerde gösterilen “My Son, My Son, What Have Ye Done” isimli filminden ilham aldığım başlık her şeyi anlatıyor aslında. Zira “Çelik Yumruklar”, ‘robotlar iş yapar’ felsefesiyle ‘Transformers’ serisi sonrası başlayan uzaylı istilası filmi patlamasına ‘aile-spor filmi’ mizaçlı yeni bir kol ekleme peşinde. Ancak animasyon içinde değeri olacak külüstür-kafa kıran robot tasarımları, korumacı aile mesajları, başarıyı sömüren Danny Elfman ezgileri, 80’lerden kopma bir ana karakter ile 50’lerde var olabilecek bir bilimkurgu omurgasıyla bu amacına ulaşamamış. Zira fena halde “Rollerball”un çocuklar için üretilmiş versiyonu gibi duruyor. Filmin yaş kitlesini düşürmüşken, ‘destansılık’ ve ‘ağlatıcılık’ hedefleriyle 127 dakikalık bir süreye zorla tutundurulmasını da anlamak mümkün değil. Halihazırdaki bütün için en fazla ‘Transformers’ serisini sömüren ve her açıdan animasyon ya da anime formatına daha yakın duran bir eser yorumu yapılabilir.
Nedense projeyi görünce ya da yanlış ifade etmiş olmayalım ‘fikir’ gözümüzün önünde canlanınca, hemen aklımıza “Rollerball” (1975), “Death Race 2000” (1975) ve “Koşan Adam” (“The Running Man”, 1987) gibi filmler takılıyor.
Zira bilimkurgunun altın dönemi olan 1970’lerde ortaya çıkan Norman Jewison imzalı bunların birincisi kanımca fazla değeri anlaşılmamış bir klasik. ‘Ölüm oyunu’ olarak kabul edilen buz hokeyi-paten arasında konuşlanmış ‘rollerball’ adlı bir spor dalının ‘faşist düzen’in temsilini canlandırmasıyla yürüyen bir eser. O filmin ‘rüzgar’ından bir yeniden çevrimin üretilmesi de tesadüf değil.
Aman dikkat, Richard Matheson kalpten gitmesin!
İşte “Çelik Yumruklar” (“Real Steel”, 2011) da aile filmi-spor filmi-bilimkurgu filmi füzyonuna girerken sanki o noktadan yola çıkmış gibi. En azından ‘start’ bayrağını oradan alsa da devamında metinsel ve yaratıcı açıdan boyutsuz yönlere saptığı kesin filmin.
‘I Am Legend’ (‘Ben Efsaneyim’) ve ‘The Shrinking Man’ gibi korku/bilimkurgu edebiyatında iz bırakmış romanların yazarı Richard Matheson’ın kısa öyküsü de bir güvenilirlik getirmiş işin doğrusu. Şimdilerde 85 yaşında olan ve alanın içinde anti-militarist, karamsar ve politik dünyalarıyla dikkat çeken üstadın, böylesi bir film uyarlamasını perdede görmesiyle birlikte kalpten gidip gitmeyeceği ise tartışma konusu.
Animasyondan kopma robotlar, John Gatins ve Danny Elfman
Zira Shawn Levy imzalı yapıt; “Demir Dev” (“The Iron Giant”, 1999) gibi eskilerin iki boyutlu animasyon tekniğiyle çekilmiş eserlerin robot tasarımlarını andıran ‘mekanik yaratık’ modellemeleriyle her şeyi anlatıyor. O da Touchstone’un bu projeyi geliştirirken son 20 yıldaki projeleri umursamadığı ya da takip etmediği gerçeği.
Filmin “Sonuna Kadar” (“Hard Ball”, 2002), “Hayalperest” (“Dreamer: Inspired by a True Story”, 2005), “Koç Karter” (“Coach Carter”, 2005) gibi didaktik diyalogların, spor bazlı başarı öyküsünün ve çocuksu mesajların en geri kalmış haliyle yürüyen, John Gatins imzalı senaryosu da bir şeyleri tersine çevirmiş gibi.
Buna çocuk filmlerinin has bestecisi Danny Elfman da eklenince sanki ‘işlenmemiş saf bütün’ tamamlanmış. Zira bu sayede ‘baba oğul ilişkisinde boyutları aşma’, ‘sevginin doruklarına ulaşma’ ya da ‘robotla dostluk kurup o kavramın ne olduğunu anlama’ duygusunu ‘12 yaş ve altı’ kitleye hissettiren, TV filmlerinin dramatik yapılarında gördüğümüz ezgiler devreye girmiş.
Süresi ve duruşuyla kısa sürede zihinlerden silinecektir
Aslında bunda ne yanlışlık var diyebilirsiniz. Ancak karşımızda 127 dakikalık süresiyle ‘Transformers’ serisindeki robot üretiminin tutması sonrası ürediği belli olan bir proje ve çağ dışı bir bilimkurgu evreni olunca ister istemez böylesi tespitlerde bulunuyoruz. Zira ancak 50’li-60’lı yıllarda sadece robotlara ve onlara uygun bir spor dalına odaklanan yapıda ‘mikro fütüristik, muhafazakar ve iyimser’ halli tür filmleri üretiliyordu.
Bu eser ise belli ki o dönemden Spielberg’in ‘yürütücü yapımcı’ yaklaşımıyla yeni bir “E.T.” (“E.T.: The Extraterrestrial”, 1982) çıkartmak istemiş. ‘Transformers’ serisiyle çocukların düşlerini yeni milenyumda gerçeğe çeviren yaratıcının böylesi bir eğilimde yeniden bulunması bir taraftan normal gözükürken, nihayetinde hinlikten öteye geçememiş.
Zira bu sayede o ‘çocuk-öteki dostluğu’ ile duygulandıran omurganın “Super 8” (2011) kadar demode hali daha bir vurgulanmış. Bu durum da bu iki filmin 80’lerde “E.T.” sonrası üretilip sinemasal-gişesel geri dönüş alamayan eserlerin makus talihini paylaşacağını kanıtlıyor.
Robert Zemeckis mamulü bir animasyon olmalıymış
“Çelik Yumruklar” da sanki bunu önceden arzulamış gibi bir izlenim bırakıyor. En azından robotların Zemeckis’in motion capture tekniğiyle (ilk örneği “Kutup Ekspresi”nde görülebilir) yarattığı animasyonlardan kopup gelmeleri ve bunun bir geri aşamasına dönüp konuşmamaları bizi bu yöne itiyor ister istemez. Bu da filmin efektleriyle olsa olsa 80’lerde üretilen Japon animelerinin yapısıyla yarışabileceğini ispatlıyor.
70’lerin sonundan itibaren cyborg ve android oluşumların ucuna gidilmişken burada yeniden ‘ağır’, ‘külüstür’ ve ‘hareket yetisi olmayan’ robotların işi nedir anlamak güç. Böylece “Uçan Dairenin Esrarı”nda (“The Day The Earth Stood Still”, 1951) ve “Yasak Gezegen”de (“Forbidden Planet”, 1956) gördüğümüz ‘Robby Robot’ ve ‘Gort’ adlı ilk dönem robot temsillerinin dahi ‘konuşmayan’ halleriyle yüzleşiyoruz. Bu da filmi ‘animasyon projesinden kurmaca film çıkmış’ noktasında bir görüşle izlememizi sağlıyor.
Hip-hop müzikle dans eden külüstür robot ile sevgi dolu çocuk
Bunlara Hugh Jackman’in Arnold Schwarzenegger-Slyvester Stallone’culuk oynayarak duruma eşlik etmesi de eklenince, sanki bütün duvarlar ‘tek boyut’ için yontulmuş gibi. Zaten onun sanki Will Smith projeyi kabul etmeyince ‘konuk sanatçı’lığa soyunduğu da gözümüze takılmıyor değil. Ya çocuk ilişkisine fazla girdiğini düşündüğünden ya da kendi projeleriyle meşgul olduğundan, onu bilemeyeceğiz. Ama bir şekilde hip-hop müzik eşliğinde dans eden robot ile çocuğun dostluğunun çatısına Smith’in ismi yerleştirilmemiş.
Ancak bunun sebebini hem beyaz, hem de Afro-Amerikan kitleyi yakalamak olarak görebiliriz. Yönetmen Shawn Levy’nin ise “Sürüsüne Bereket” (“Cheaper by the Dozen”, 2003) misali bu yapıya eşlik edip hiçbir müdahale yapmaması ‘Müzedeki Gece’ (‘Night at the Museum’) serisindeki işçiliğini sergileyememesini sağlamış.
Bu durum onun memur kimliğini tescillerken, “Çelik Yumruklar”ı da süresi iki saati aşan bir aile filmi omurgasıyla yürüyen dramatik yapısı ve iki boyutlu animasyonların bilimkurgu gelenekleriyle ilerleyen görsel yapısıyla belli bir seviyenin altına hapsetmiş. Robotların ‘külüstür’ hali belli ki filmin ana akışına da yansıyıp uzunluğunu 127 dakikaya kadar çekmiş. En iyimser tanımla sinemadaki ‘dost mekanik yaratık’ imgelerinin yeni bir temsilini izliyoruz. Ama o da ne kadar samimi, modern ya da kalıbına uygun, işte filmi izledikten sonra esasen bunu sorgulamak lazım.
FİLMİN NOTU: 2.8
Künye:
Çelik Yumruklar (Real Steel)
Yönetmen: Shawn Levy
Oyuncular: Hugh Jackman, Evangene Lilly, Dakota Gyo, Anthony Mackie, Hope Davis
Süre: 127 dk.
Yapım Yılı: 2011
PEARL HARBOR SALDIRISI’NIN FARKLI BİR YÜZÜ
Hitchcock’un ilk dönemindeki kara film dokulu casusluk gerilimlerini akla getiren, bunun üzerine de bir tutam “Casablanca” tozu serpiştiren bir eser. “Şangay”, gerçek anlamda böylesi bir estetik oturtmaya çalışırken, albenisi ve oyalayıcılığıyla sinema zevki aşılamayı bilmiş. Filmin yapmak istediği şey günümüzde birazcık eski dursa da ‘Pearl Harbor Saldırısı’ üzerine özgün-tarafsız bakışıyla bu algıyı sürdürebilmesi takdir edilmeli.
Pearl Harbor Saldırısı zeminli bir casusluk gerilimi olarak özetlenebilir. “Şeytana Karşı” (“Ondskan”, 2003) ile adını dünya piyasasına duyuran İsveçli Mikael Håfström’ün ‘Hollywood’ işlerinden biri “Şangay” (“Shanghai”, 2010). Doğrusunu söylemek gerekirse “1408”i (2007) bir kenara bırakınca yönetmenin en eli yüzü düzgün eseri karşımızdaki. Kendisinin içindeki ‘popüler sinema anlatısı’ becerisinin en fazla açığa çıktığı noktalardan biri aynı zamanda.
Hitchcock’un ilk dönemindeki casusluk gerilimlerini hatırlatıyor
Bunda İranlı Hossein Amini’nin senaryosunun mu yoksa Fransız Benoît Delhomme’un sinematografisinin mi payı var onu bilemeyiz. Ancak Håfström’ün Amerikan klasik sinemasına hakim bir işçi olduğunu ve ‘senaryo’ya göre usturuplu veya zayıf filmler çekebileceğini ispatlayan bir yapıt bu.
Aslında adını görünce aklımıza “Shanghai Express” (1932), “Şangaylı Kadın” (“The Lady from Shanghai”, 1947) gibi filmleri getirse de esasen safkan bir casusluk gerilimi ile yüzleşiyoruz burada. Ancak ne günümüzün ne de 70’lerin tür filmlerini akla getiriyor “Şangay”. Aksine yönetmen belli ki 2. Dünya Savaşı’ndaki ‘Pearl Harbor Saldırısı’na istinaden 1940’ların arka planını canlandırmak istemiş. Böylece Cusack’ın iç sesinin de dahil olduğu yapı, Hitchcock’un ilk dönemindeki kara film algısı yüksek casusluk gerilimlerini hatırlatır hale gelmiş.
“Casablanca” ile akraba
Buna istinaden eser, alt açı-üst açı denklemindeki karizmatik hali, ışık kullanımının cezbediciliği ve her şeyin şıklığıyla “Casablanca”nın (1942) şehir kullanımına benzer bir yapıyla sarıyor bizi. Bu kestirme yoldan filmin Çin-Japonya ekseninde yaşanan bir üçlü aşk ilişkisinin sonuçlarını ele almak istediği kesin. Bu bağlamda iki femme fatale, iki şüpheli, bir öldürülmüş ABD’li ve bir ABD’li araştırmacıyla ilerlediği görülebiliyor.
Şangay zeminini gerçek bir araca dönüştüren eserin, aslında ‘destansı aşk filmi’ konusunda bir yön değiştirme ile kolayı seçmemesi hanesine artı puan olarak yazılabilir. Bu noktada da meşhur ‘Pearl Harbor’ meselesinden 2. Dünya Savaşı filmlerine bağlanırken “Tora! Tora! Tora!” (1970) gibilerinin seviyesine yanaşmaktan ziyade ‘özgün bir bakış açısı’ izlemeyi seçmiş. Bu da bir bakıma hafif kara film dolgulu bir anti-savaş tablosu getirmiş.
Savaşın yok ettiği bireylerin konumlanması politik açıdan doğru
Zira savaşla birlikte yıkılan Çinli, Japon ve Amerikalı hayatların birbirine tutunması odaklı bir metinleme var arka planda. Bunun ışığında Watanabe’nin Yüzbaşı Tanaka karakterinin ‘kötücül’lüğü, Çin-Japonya çekişmesine bağlanan bir noktaya yöneltilmiş. Cusack ise seyircinin gözü olarak sanki bu siyasi çalkalanmaya dışarıdan bakış atıyor gibi.
Bu noktada Håfström, işçiliğinin üzerine böylesi bir söylem de ekleyerek sınıfı geçmiş. “Şangay”ın belki tutturmak istediği doku konusunda; ‘Lumière’lerin zamanından kalma, bilinmeyen coğrafyaları keşfetme görüşü’ ya da ‘zamanı geçmiş stil’ gibi genel sorunları var. Ancak sinemaskop formatında (2.35:1) fazlaca oyalayıcı, içine alabilen ve albenili bir tarafı olduğu da kesin. Entrikayı, heyecanı ve politikayı bir araya getirmesi de bu konudaki en büyük avantajı.
FİLMİN NOTU: 5.5
Künye:
Şangay (Shanghai)
Yönetmen: Mikael Hafström
Oyuncular: John Cusack, Chow-Yun Fat, Gong Li, David Morse, Franka Potente, Ken Watanabe, Hugh Bonneville
Süre: 105 dk.
Yapım Yılı: 2010
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU
Akılalmaz (Unthinkable): 2.1
Anneler Günü (Mother’s Day): 2.6
Arabalar 2 (Cars 2): 5.5
Aşırıcılar (Kari-gurashi no Arietti / The Borrowers): 5
Babamın Penguenleri (Mr. Popper’s Penguins): 4.8
Bir Tutam Cennet (A Little Bit of Heaven). 3.3
Bir Zamanlar Anadolu’da: 7.7
Çatı Katı (Loft): 4.5
Dehşetin Gözleri (Zwart Water / Two Eyes Staring): 3.5
Goethe’nin İlk Aşkı (Goethe!): 3.4
Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2 (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part II): 5.8
Her Yerde Aşk (Manuela d’Amore): 2.2
İlk Yenilmez: Kaptan Amerika (Captain America: The First Avenger): 2.1
İmkansızın Şarkısı (Noruwei no mori / Norwegian Wood): 6.5
Kanıma Gir (Let Me In): 4.2
Karadedeler Olayı: 5.4
Kara Büyü (Needle): 3
Killer Elite: 3.9
Kolombiana: İntikam Meleği (Colombiana): 4.9
Korku Evi (Dream House): 2.3
Korku Gecesi (Fright Night): 3.5
Kovboylar ve Uzaylılar (Cowboys and Aliens): 4
Kötü Öğretmen (Bad Teacher): 5.2
Kral Henry (Henri 4): 2.2
Maymunlar Cehennemi: Başlangıç (Rise of the Planet of the Apes): 3.9
Mühürlü Köşk: 0.7
Nedimeler (Bridesmaids): 1.6
Paris’te Gece Yarısı (Midnight in Paris): 5.8
Patrondan Kurtulma Sanatı (Horrible Bosses): 4.9
Saç: 7.8
Saklı Ruh (Hidden 3D): 2.9
Son Durak 5 (Final Destination 5): 4.8
Suikast (The Conspirator): 6
Şeytanın İni (Red State): 5.5
Şirinler (The Smurfs): 4.1
Uzaylıların Şafağı (Attack the Block): 4.8
Vampir Cehennemi (Stake Land): 5.3
Yeryüzündeki Son Aşk (Perfect Sense): 8.3
Yeşil Fener (Green Lantern): 5.7
Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.
keremakca@haberturk.com