
Indiana Jones'un tahtına göz dikti
Dimdik saçları, alaycı karakteri ve araştırmacı ruhuyla kimi kesimlerin çocukluk kahramanı olan Tenten, köpeğiyle maceradan maceraya koşturmuştu. Spielberg de bir rüyayı daha perdede canlandırmak için yola çıkmış. Ancak bunu yaparken onun özelliği olarak bildiğimiz ‘kurmacada görmediğimiz şeyleri sinemalaştırma’ duruşunu ‘yeni animasyon teknolojisine uydurma’ olarak değiştirmiş. Bu da 2000’lerin Indiana Jones’u edasıyla macera alanına yeni bir karakter armağan etme sevdasındaki “Tenten’in Maceraları”na daha çıkış yolunda zarar vermiş. Bunun üzerine yönetmenin animasyona uyumsuzluğu sebebiyle kurmaca gramerini kullanma arzusu eklenince, birkaç plan sekans, özgün kontrast dokusu ve detaycı çizgileriyle ‘görkemi alkışlanısı ama içi boş’ bir motion capture animasyonu (hareket yakalama tekniğiyle çekilmiş animasyon) üremiş. Steven Spielberg ile Peter Jackson’ı bir araya getiren projenin seriye dönüşmesi kesin gibi gözükse de modern bir kahramandan ya da macera formülünden söz etmek bir hayli zor.
19. yüzyılda işlev vermiş, 20. yüzyılın ilk yarısında da sinema uyarlamalarına kaynaklık etmiş bir alan. Popüler macera romanları, Jules Verne, Mark Twain ve Jonathan Swift’in ürünlerinden güç alarak yürüyen bir daldı bir zamanlar. Hedef ise insanların görmediği ‘öte diyarlar’ ve ‘görkem’ ile gözlerimizi ‘ışıl’datmaktı. Ancak elbette aradan yüzyıl geçti ve bu uyarlamalar beyaz perdede 1980’lerden sonra ‘aktif’liğini yitirdi.
2000’lerde ‘retro’ duran macera ürünlerini üç boyuta transfer etmek moda
Zira o süreçte doğan ‘Indiana Jones’ serisi bir bakıma Steven Spielberg ile George Lucas’ın baş başa vererek tasarladığı ‘A tipine transfer’ gerçeğinin en kalıcı ayağıydı. Seri üretim olarak da iz bıraktı ancak 2008’deki dördüncü filmin üzerinde şüphe götürmez ‘eskimişlik’ bulutları seziliyordu. Aynen bu ismini verdiğimiz yazarların “80 Günde Devrialem” (“Around the World in 80 Days”, 2004), “Gulliver’in Gezileri” (“Gulliver’s Travels”, 2010) ve “Dünyanın Merkezine Yolculuk” (“Journey to the Center of the Earth”, 2008) gibi üç boyutlu veya iki boyutlu güncel uyarlamaları gibi.
Belli ki ‘Tenten’in büyük perde projesi motion capture (animasyonda hareket yakalama) teknolojisine teslim edilerek bu durum bertaraf edilmek istenmiş. Böylelikle daha geniş kitlelere açılma konusunda belli stratejiler izlenmiş. Spielberg için ise Zemeckis’in “Beowulf: Ölümsüz Savaşçı” (“Beowulf”, 2007) ile zirveye taşıdığı bu teknolojide yepyeni bir deneyim yaşama fırsatı doğmuş. Ancak bu durumun üzerine eklenen ‘çağ dışı karakter hikayesi’ içerikli omurganın nelere yol açtığı çok açık.
‘Transformers’ tabanından üreyen proje daha zekice ve kalıcı
Tenten’in Maceraları” (“The Adventures of Tintin: The Secret of the Unicorn”, 2011), Belçikalı çizgi romancı Hergé’nin ‘ligne claire’ adlı kendine özgü kontrast ve çizgilere sahip 1929 tarihli çizgi romanının perde uyarlamalarının bir yenisi. Ancak daha önceki gibi yine animasyon olması, bu 2011 model ‘Tenten’in ‘keskin bir yara’ almasını sağlamış. Zira yönetmenin ‘Transformers’ örneğinde görüldüğü üzere yine aynı kulvardaki bir üründen yakaladığı kurmaca geri dönüş bir hayli görkemliyken, bu durum çizgisel fazlalık ve az değişime götürüyor seyirciyi.
Bu noktada da herkesi yenen Belçikalı çocuk kahramanı, bir anda Amerikan dedektifine ya da köşesiz iyi adama dönüşerek bütün dünyayı alt etmeye kalkıyor. Belli ki yönetmen kendi mizacına uygun geleneksel Amerikan kahramanlarından bir tane daha yaratmak için yola çıkmış. Bu hedefi ışığında ağaçtan ağaca zıplayan, ipten ipe atlayan ve türler arası macerasında hiç de darbe almadan yoluna devam eden bir tipleme çıkıyor karşımıza.
Animasyon bütününün kurmaca grameriyle lime lime edildiği kesin
Spielberg’in plan sekans odaklı bir dokuyla animasyon türünü kalkındırıp görsel anlamda gövde gösterisi yaptığı kesin. Ancak Zemeckis kadar bu alana hakim olduğunu söylemek güç. Bu durum da alanı kurmaca yerine koyduğunu ve grameri ona göre ayarladığını seyirciye hissettiriyor.
Bunun karşılığında tonsal karmaşanın ya da uyum kesmesi gibi tekniklerin yapıyı bozması sürpriz olmuyor. Bu da detaycı çizgiler, yoğun derinlik algısı ve kara filmesk doku dışında animasyon gereklerini yerine getiren bir bütünü oluşturabilecek parçaların; ‘kendi yetilerini bilmeden hareket eden düzensiz-savruk insan’ kıvamında hareket etmesine yol açmış.
İngiliz senaristler ve oyuncular toplama yedirilememiş
Bütün o görkem de müziklere hapsolunca sanki “Tenten’in Maceraları”, içi boş bir TV eğlencesinden öteye gidemiyor. Seri üretim algısını yükselten final buna vurgu yaparken, bir bakıma bu duruma gelişin ana sebebi Edgar Wright ve Joe Cornish’in senaristlik koltuğundaki varlıkları. Onların ve hareket yakalama tekniğine uyum sağlama peşindeki İngiliz oyuncuların ‘alana uyumsuzluk’tan çekerek dramatik çatıya zarar vermesi, Hergé’nin kaynağını da zedelemiş. Anlayacağınız ‘Avrupa ruhu’nu İngilizler de yakalayamamış.
Senaryosal gidişatın hiç de beklenen düzeyde olmaması, Spielberg’in eserinin sadece teknolojik gövde gösterisiyle ayakta durmasını sağlamış. Özellikle sonda tek bir kamera hareketiyle çekilen, plan sekanslı kaçma sahnesinin ‘ayakta alkışlanacak’ anların en çarpıcısı olduğu kesin. Zira bunun gibileri, yönetmenin kurmacada yapamadıklarını animasyonun sınırları içinde becermesine kadar uzanmış. Tamam ortada “Super 8” (2011) gibi salya sümük bir çocuk filmi yok. Hatta bu tek çizgilerden oluşan animasyon tekniğinin kara filmesk ve kontrastı düşük oluşumuyla motion capture teknolojisine uyarlanması bir ihtişam ya da özgün fikir de getiriyor.
Spielberg’in eskimiş macera kalıplarına bulduğu formül tutmamış
Ancak belli ki tamı tamına bu durum, filmin 80’lerin Indiana Jones ruhunu her devleti ve kötülüğü alt eden serüvenci kahramanlığın üzerine bir tuğla dahi koymasını engellemiş. Sadece macera alanında bir çizgi kahramanın varlığından söz etmek mümkünken onun mizah anlayışı da birkaç kaba komedisel ana sırtını yaslamış. Spielberg belli ki yeni Indiana Jones’u yeni animasyon teknolojisinde görmek istiyor. Fakat ne yazık ki bu duruş 2000’lerdeki çiğ aksiyon kahramanlarının ‘karakter yaratımı’ndan dahi öteye gitmiyor. Zira ‘birkaç alkışlanacak an’ ile teknolojik açılım salgılanırken, dramatik çatının çapsızlığı akla tabiri caizse bir gecekondu inşasını getiriyor.
Yönetmenin alışık olduğumuz B filmlerinden ‘kristalize’ yapıları ise Simon Pegg- Nick Frost ikilisinin karakterleri başta olmak üzere hiç de kalıbına uymamış. Bu da “Tenten’in Maceraları”nı bir başıboşlukla teknoloji görkemini aşılayıp gözlerimizi oyalayan ancak temele bakınca çağ dışı bir kahramanlık serüveni sunan bir noktaya götürmüş. Elbette Zemeckis’in ‘hareket yakalama’ teknolojisiyle ürettiği ürünleri tercih ederiz. Onların da sadece bir kısmını...
FİLMİN NOTU: 5
Künye:
Tenten’in Maceraları (The Adventures of Tintin: The Secret of the Unicorn)
Yönetmen: Steven Spielberg
Oyuncular: Jamie Bell, Andy Serkis, Smon Pegg, Nick Frost, Daniel Craig, Toby Jones, Gad Elmaleh
Süre: 107 dk.
Yapım Yılı: 2011
BİTİRİM EKİP ZENGİN AVINDA
Beş kaybedenden oluşan bir hırsızlar ekibinin bir Wall Street milyonerinin dairesini soyma planlarını ele alan, mizah ile aksiyonu dengeleme sevdasında bir eser. “Kule Soygunu”, sinemada “Kadın Avcıları” ile en eşsiz örneğini vermiş soygun komedisi alanının yeni temsilcisi. Ancak Ben Stiller’ın başrol performansı konusundaki ‘yersizlik’inden yara alırken, aksiyon ve tansiyonu mizahın önüne yerleştirme tercihinden büyük zarar görmüş. Bu da eldeki eseri bazı anlarıyla güldürürken Coenesk-absürt karakter eksikliği yaşayan, tatsız-tuzsuz bir Hollywood tür filmine dönüştürmüş. Filmin yıldızları ise Eddie Murphy ve Matthew Broderick.
Hollywood’un her sezon programına almak için çabaladığı kavramların arasında ‘soygun’ da vardır. Ciddi, destansı veya temposu yüksek safkan soygun filmlerinin yanında, aksiyon, komedi ve romantik-komedi gibi türlerle harmanlanmış melez örnekler de izleriz. “Kule Soygunu” (“Tower Heist”, 2011) ise bunların ‘soygun komedisi’ alanının temsilcisi. Görünce hemen aklımıza Alec Guiness’in rol aldığı “Kadın Avcıları” (“The Ladykillers”, 1955) adlı Ealing komedisi gelmiyor değil.
Soygun timi alaycı bir lidere ihtiyaç duymuş
Bu eserin 2003’de üreyen bir de Coen Kardeşler yeniden çevrimi olduğundan aslında değer yargımızı biraz farklılaştırıyoruz. Zaten Brett Ratner imzalı bu kırma filmin esas sorunsalı da o gibi. Ben Stiller, Eddie Murphy, Casey Affleck, Matthew Broderick ve Michael Pena’dan oluşan ‘bitirim ekip’, Sean Connery, Jean-Paul Belmondo ve George Clooney gibi alaycı bir lidere ihtiyaç duymuşlar.
Öyle ki yönetmenlik koltuğunda oturan kişi aksiyon erbabı Brett Ratner iken başrole Stiller’ın yerleştirilmesi filmi fena halde baltalamış. Aynen “Afili Aynasızlar” (“Starsky & Hutch”, 2004) örneğinde görüldüğü gibi mizah anlayışı, daha ‘dingin’ olması gereken yerde onun yüzüyle darbe alıyor. Hafif ezik, ama gittikçe kendini kanıtlayan sahne kimliği de, ‘oluşturulamayan karakter’den mi bilemeyeceğiz ama tutmuyor.
Bir kule üzerinden metropol taşlaması
Bu bağlamda da “Kule Soygunu”nun Coenesk soyguncular timi üzerinden yürüyen komedi anlayışında Broderick’in yaşlıbaşlı ve kırılgan yapısı ile Eddie Murphy’nin pislik-kaybeden suçlu tiplemeleri fena halde tutmuş. Sidibé’nin güç verdiği ‘çaktırmadan dolandıran kadın’ tiplemesinin de onlara eklenmesi, Ratner’ın ‘Rush Hour’ serisinin ‘bitirim ikili’si misali bir komedi aşısı getiriyor.
Ancak her şey Stiller’da tıkanıp kalıyor. Rolüne uyum sağlayamayan oyuncu, Alan Alda üzerinden yürüyen Wall Street ya da borsa taşlamasına katkı yapmakla kalmış. Bu da “Kule Soygunu”nu ‘dolandırıcılık timi’ni sadece lideri dışarıda bırakınca inandırıcı kılarken, esasen ‘sistem meselesi’ üzerinden bir şeyler söyler hale getirmiş. Zira yoksulu zengini demeden herkesten para hortumlayan bir borsacıdan bahsediyoruz.
Komedi hava alacak boşluk bulamamış
Alan Alda’nın yüksek kötü adam oynama becerisini arkasına alan Arthur Shaw, gerçek bir New York-metropol hayatı hicvi motivasyonuna dönüşmüş. İntikam ve çekişme bu tabandan alevlenirken, filmin ‘dolandırıcılık’ tonu da büyük katkı görmüş. Ancak Ratner’ın bu ‘kara komedi’ odaklı omurgayı aksiyon ve tempo üzerinden yürütme arzusu, mizahı arka plana itip görkemli ‘havadan araba kaçırma sahnesi’ gibi anları öne çıkarmasını sağlamış.
Soygun mizanseninin zekasından ziyade sakarlığı ve mizahıyla katkı yaptığı komedi iskeleti ise aksiyon yoğunluğundan kendine hava alacak boşluk bulamamış. Bunun devamında ‘tek mekan’a sıkışırken, tatsız-tuzsuz bir yemek yiyor izlenimi bırakmış seyircide. Lafın özü “Kule Soygunu”, Ben Stiller komedisinden ziyade “Korkunç Soygun” (“The Anderson Tapes”, 1971) gibi bir ‘Sean Connery soygun komedisi’ olmayı hak etmiş. Ama nafile...
FİLMİN NOTU: 4.3
Künye:
Kule Soygunu (Tower Heist)
Yönetmen: Brett Ratner
Oyuncular: Ben Stiller, Eddie Murphy, Alan Alda, Téa Leoni, Matthew Broderick, Casey Affleck, Gabourey Sidibé
Süre: 104 dk.
Yapım Yılı: 2011
ABSÜRT AİLENİN MASALSI RESİMLERİ
“Amelie”nin izini süren bir ‘Almanya’ya göç eden Türk ailesi’ masalı diyebiliriz. Yasemin Samdereli’nin hikaye anlatma becerisiyle yükselen ve kültürel sıkışmışlık meselesine alaycı bakışıyla dikkat çeken eserin, gözlemleri de yerinde. En bariz sorunu ise bazı Türk karakterleri ya Alman ya da uzun süre Almanya’da yaşamış Türkler’in canlandırması. Bu da “Almanya’ya Hoşgeldiniz...”in ülkemizde onlara uydurulan, ‘bazı kısımları Türkçe dublajlı’ kopyasıyla vizyona girmesini sağlamış.
Aslında sinema sanatının birinci kuralı eldeki hikayeyi nasıl anlatacağınızı seçmektir. O da eğer ‘anlatmak’ istiyorsanız. Ancak bu eğilimli bir yedinci sanat görüşüyle yola çıksa da ‘bir şey anlatmaya gerek yok, nasıl olsa fikrim iyi, insanlar onu görse yeterlidir’ diye düşünen yönetmenlerin sayısı da bir hayli fazla. Sürecin devamında bu durumun özellikle bizim topraklarımızda sinemanın körelmesine yol açtığını da itiraf edebiliriz.
Fatih Akın’ın izini sürmemiş
Yasemin Samdereli ise tüm bu tanımlardan kendi payına ‘olumlu’ olanları almış. Buna istinaden burada kişisel hikayesi üzerinden Almanya’ya yerleşen ailesinin gerçeklerini, sıkıntılarını ve absürt hallerini sinemalaştıracak bir yol bulmuş. Filmin değeri de zaten bu konudaki ‘keskin’ yönetmenlik görüşüyle yükseliyor.
Zira “Almanya’ya Hoşgeldiniz...” (“Almanya – Willkommen in Deutschland”, 2011) bu konsepti görünce akla gelen dengeli hikaye anlatma sinemasının melez temsilcileri Fatih Akın, Neco Çelik ve Feo Aladağ gibilerinin stilini uygulayan bir film değil. Hatta halihazırdaki ürünün minimalist bir sanat filmi olduğunu söylemek daha da yanlış olur.
Gurbetçi Türk ailesine Jean-Pierre Jeunet üslubu
Aksine yönetmen “Amelie” (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”, 2001) ile sinemaya giren, Almanya’ya da “Elveda Lenin” (“Goodbye Lenin!”, 2003) ile tonu tutmamış bir sıçrama gerleştiren masalsı film modelini almış arkasına. Bu doğrultuda da kültür çatışmasını daha iyi yansıtabilecek bir zemin hazırlamış kendisine.
Hikaye kurgusunu lime lime eden, lineer kavramını yıkan anlayışın içinde de dedesinin, babasının ve kardeşlerinin hikayesini absürt ve masalsı anlarla donatmış. Bu da alaycı bakışı iğreti durmayan, aksine sinema diline uyum sağlayan ve katmanlar açan bir omurgaya yerleştirmiş.
Seyircinin her duyusuna hitap eden bir seyirlik
Samdereli’nin açılış jeneriğindeki fotoğraf albümünü andıran girişi takiben bunu tekrarlanan bir efekte dönüştürmesi tesadüf değil. Bu mantık ışığında da kültür farkları komedisi alanında pembe dizi estetikli “Mambo Italiano” (2003) kadar kalıcı bir iş vermese de amacına ulaştığı söylenebilir.
Kabul edelim, bu konuda 1960’larda 1.000.001. Türk’ün Almanya’ya gelmesi ve onun çocuklarının bir şekilde ‘köpeklerin tasmayla dolaştırılması’, ‘herkesin Almanca konuşması’ gibi şeyleri garipsemesi bizim için biraz fazla ‘aşağılayıcı’ duruyor olabilir. Hatta fazlasıyla ‘Almanya’ya erken yerleşip bu diyarları bilmeyen Avrupa tabanlı Türk görüşü’ olarak adledilebilir bu. Ancak genel anlamda zaman örgüsünü iyi kuran, baba-kız ilişkisi noktasında dramatik olmayı da beceren keyifli ve her duyumuza hitap eden bir eser var karşımızda.
Belli tonlama ve oyunculuk sorunları var
Filmin 2.35:1 oranındaki akıcı anlatısında belli tempo sorunlarıyla 100 dakika bütününü zaman zaman yitirmesi ve bazı karakterlerin yaratımında belirgin sıkıntılar çekmesi de daha önce sinema ürünü vermeyen bir yönetmen için normal. İleride bu eksiklerini düzeltirse kendine özgü bakışının meyvesini veren eserler çekebilir Yasemin Samdereli.
Zira burada absürt, masalsı ve alaycı yapı tutmuş. Kültür farkları komedisinde Almanya-Türkiye ayrımı üzerinden yerinde bir şeyler söylemeyi becermiş. Bunda başta Vedat Erincin olmak üzere tecrübeli oyuncuların rolü büyük. Zira Fahri Ogün Yardım gibi genç kuşak oyuncuların rollerinin altından kalkabildiklerini ifade etmek pek kolay değil.
FİLMİN NOTU: 5.5
Künye:
Almanya’ya Hoşgeldiniz... (Almanya - Willkommen in Deutschland)
Yönetmen: Yasemin Samdereli
Oyuncular: Aylin Tezel, Fahri Ogün Yardım, Vedat Erincin, Demet Gül, Lilay Huser, Dennis Moschitto
Süre: 101 dk.
Yapım Yılı: 2011
SAİD NURSİ’NİN SÜRGÜN YILLARI
Robert Zemeckis’in dünya sinemasına armağan ettiği ‘motion capture’ teknolojisi, animasyonda bir kol haline geldi son yıllarda. Genelde de olgunlara hitap eden, ‘insanlı çizgi filmler’in odak noktası oldu. “Allah’ın Sadık Kulu: Barla” da Nur akımının kurucusu, Atatürk’e ve cumhuriyete karşı gelen kimliğiyle bilinen Said Nursi’nin Barla’daki sürgün yıllarına bu tekniği uygun bulan bir eser. Aslında detaylar konusundaki sabırlı bir çalışmayla bertaraf edilebilecek bir teknolojiden bahsetmek mümkün. Ancak 2011 başındaki “Hür Adam” adlı Sadi Nursi biyografisinde olduğu gibi burada da esas sorun, filmin köklü bir İslami propaganda yapmak için yola çıkması. Bu seferki ürün de Türkçe ana dili ve Kürt açılımı konusundaki çarpıtmalarıyla tartışmalar açacaktır ona şüphe yok.
“Hür Adam: Bedüizzaman Said Nursi”nin (2011) gişesel başarısı üzerine üretilen ülkemizin ‘alt kültür’ filmlerinin bir yenisi. Belli ki 2011-2012 sezonundaki “Bendeyar” ve “Allahın Sadık Kulu: Barla” ile başlayan süreç hız kesmeyecek. Zira Amerikan sinemasındaki Afro-Amerikan kesim misali, ülkemizde de Kürt filmleri ile İslamcı filmlerin artmaya başladığı bir gerçek.
2004’te Hollywood’a giren tekniğin o zamanki halini bile aratıyor
Yazı konusu ürünün bambaşka özellikleri olması aslında ‘proje’ açısından bir ilginçlik getirmiş. Zira Robert Zemeckis’in “Kutup Ekspresi” (“The Polar Express”, 2004) ile Hollywood diyarlarına kazandırdığı ‘hareket yakalama’ (motion capture) teknolojisiyle üretilmiş bir Türk animasyonu karşımızdaki. 2011 başında Said Nursi’nin kurmaca alanındaki detaylı biyografisinin ardından, bu sefer 1927’de Barla’da gerçekleşen sürgün dönemi böylesi ayrıksı bir yapıda kendisine yer bulmuş. Yani Hollywood deyişiyle ‘tamamlayıcı’ ya da ‘ara bölüm’ kavramlarını anabiliriz.
Aslında yola çıkış açısından takdir edilesi bir ürün karşımızdaki. Ancak nedense bu hafta vizyona giren “Tenten’in Maceraları”na kadar olan süreçte bu tekniğin gelişen ivmesini takip etmemiş “Allah’ın Sadık Kulu: Barla”. Bu konuda köklere dönüp üzerini detaylarla yoğuracak ekipman, zaman ve sabır bulamayınca da daha çok ‘kısa metraja uygun’ tanımıyla anılabilir hale gelmiş. Zira genel konsept açısından modellemelerin yapılışı ve mekanların örülüşü dikkat çekici bir görünüme sahip.
Propagandadan sapmamak için Nursi dışındaki karakterler boş verilmiş
Ancak ses eklerken uyumsuz kalan ağızlarla, yapay duran hareketli detaylarla, şaşı bakan karakterlerle ve kara kalemle çizilmiş gibi duran yüz ifadeleri ile sarılması nedense ‘kaçınılmaz’ olmuş. Bu da “Allah’ın Sadık Kulu: Barla”nın ciddiye alınır tarafının yontulmasını ve sadece karakterlerin fazla hareket etmeden konuştuğu anlarda ‘ilgiye değer’ durmasını sağlamış.
O zaman da sürece yayılan diyalogların ‘üstadın....’dan başlayıp o seviyede bir propaganda aracı görmesine hikayesiz ve karaktersiz omurganın çökmesi eklenince, sadece son 20 dakikaya denk gelen mesaj kaygısı bir işlevsellik depoluyor. Orası da sene başındaki filmden bildiğiniz gibi her şeyin üzerinde görülüp müslümanlığın Atatürk’ü konumuna getirilmeye çalışılan Nur akımının kurucusu bir tipleme ve onun Atatürkçü yönetim temsilcileriyle mücadelesine çıkıyor. Geri kalan karakterler ve diyaloglar ise sanki boş verilmiş gibi.
Türkçeyi ve Kürtleri ilk destekleyen oymuş!
Buna paralel olarak da burada üstüne basılmak istenen ideolojiye dikkat çekmek şart. Said Nursi’nin cumhuriyetten önce Türkçeyi Arapçaya karşı destekleyen ilk kişi olduğu ve Kürtler dışlanırken onun buna ‘uygundur’ görüşü vermesi. Yani yine günümüz siyasi haritasına uygun detaylarla örülü bir İslami propaganda duruşu izliyoruz. Zaten tamamını ‘peygamberimizin nakaratları’ ve ‘yükseltici müzikler’ kıvamında geçiren ‘teknik dışı bölümler’ de halihazırdaki ürünü o noktaya itmiş.
Anlayacağınız böylesi filmlerde görmeye alışık olduğumuz propaganda izleği yine Amerikalı ve Türk tiplemeler ‘kötü’ konumuna yerleştirilerek uygulanmış. Son sözümüz ise teknik anlamda işçiliğe ve uğraşa evet, ama bu çağ dışı ideolojiye hayır demek olmalı. En azından ‘1927 yılında bir Kürt sorunu vardı da biz mi bilmiyorduk?’ diye sormak geliyor içimizden.
FİLMİN NOTU: 3.5
Künye:
Allahın Sadık Kulu Barla
Yönetmen: Esin Orhan
Süre: 108 dk.
Yapım Yılı: 2011
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU
Anadolu Kartalları: 2.2
Arabalar 2 (Cars 2): 5.5
Babamın Penguenleri (Mr. Popper’s Penguins): 4.8
Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm: 3
Bendeyar: 1.8
Bir Gün (One Day): 6.3
Bir Tutam Cennet (A Little Bit of Heaven). 3.3
Bir Zamanlar Anadolu’da: 7.7
Conan (Conan the Barbarian): 4.9
Çelik Yumruklar (Real Steel): 2.8
Çılgın Aptal Aşk (Crazy, Stupid, Love.): 6.1
Goethe’nin İlk Aşkı (Goethe!): 3.4
Hayat Sana Güzel (The Change-up): 3.8
Her Yerde Aşk (Manuela d’Amore): 2.2
İkili Oyun (The Double): 4.1
İlk Yenilmez: Kaptan Amerika (Captain America: The First Avenger): 2.1
İstanbul (Isztamboul): 4.2
Johnny English’in Dönüşü (Johnny English Reborn): 4
Karadedeler Olayı: 5.4
Killer Elite: 3.9
Kolombiana: İntikam Meleği (Colombiana): 4.9
Korku Evi (Dream House): 2.3
Korku Gecesi (Fright Night): 3.5
Kovboylar ve Uzaylılar (Cowboys and Aliens): 4
Kötü Öğretmen (Bad Teacher): 5.2
Mühürlü Köşk: 0.7
Nedimeler (Bridesmaids): 1.6
Oğul: 4.2
Paranormal Activity 3: 5
Paris’te Gece Yarısı (Midnight in Paris): 5.8
Saç: 7.8
Salgın (Contagion): 7.4
Son Durak 5 (Final Destination 5): 4.8
Suikast (The Conspirator): 6
Şangay (Shanghai): 5.5
Şey (The Thing): 3
Şeytanın İkizi (The Devil’s Double): 2.6
Şeytanın İni (Red State): 5.5
Şirinler (The Smurfs): 4.1
Üç Silahşörler (The Three Musketeers): 4.1
Vampir Cehennemi (Stake Land): 5.3
Yeryüzündeki Son Aşk (Perfect Sense): 8.3
Yeşil Fener (Green Lantern): 5.7
Zamana Karşı (In Time): 6.9
Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.
keremakca@haberturk.com