Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Mozilla/5.0 AppleWebKit/537.36 (KHTML, like Gecko; compatible; ClaudeBot/1.0; +claudebot@anthropic.com)

        Üç senede gençlik filmini ve fantastiği vampir filminin içine soktuğu özgün evreniyle etki bırakmaya başlayan “Alacarakanlık”, serinin dördüncü ayağıyla ilkinin görsel yetisini akla getirmiş. Zira burada dolgun renklerden ve video klip estetiğinden oluşturulan doku, kansız metamorfoz, vampir düğünü, vampir bebek, mitik cinsel yaklaşım gibi yenilikçi sahne ya da motiflerin gücünü arttırırken devrimci şeylerin de öncüsü olmuş. Özellikle aristokrasiye yapılan ‘gençlik’ aşısının, Amerika’nın tutucu tabanını eleştiren bir sosyal yapı inşa etmesiyle dikkat çekici alt metinler açmış “Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1”. Bu filmden çıkarılacak sonuç, artık ‘Dracula’ adlı gecelik ilişkiye inanan özgürlükçü aristokrasi mensubu vampir motifinin yerini; günümüz burjuvazisinin dine bağlı ve tutucu temsilcisi olan ‘Cullen’ soyadının dolduracak olması. Kuşkusuz serinin ilkinden sonra en iyisi ile karşı karşıyayız.

        Vampir ırkını ‘aristokrat’ ruhundan alıp alt kültürlerin içine sokan filmler, 1980’lerin modern vampir filmlerinin lehçesini oluşturuyordu. “Nosferatu” (“Nosferatu, eine Symphonie des Grauens”, 1922) sonrası oluşan geleneksel ve ‘köşeli’ süreçte “Vampyr” (1932) gibi deneyci filmleri saymazsak böylesi bir oluşum kaçınılmazdı. Zira o dönemde motosikletli veya uyuşturucu bağımlısı çeteler ile eşcinsel kültür böylesi bir ‘katillik-ötekilik’ kisvesine ihtiyaç duyuyordu.

        Postmodern formülün içinde yeniden doğumun bölümü

        Ancak 90’ların sonunda “Bıçağın İki Yüzü” (“Blade”, 1998) ile beraber dönemine daha uygun atılımlar yaşanmaya başladı. Artık ‘ötekileştirilen’ canavarların rafa kalkmasını fırsat bilen korku alt türlerinden en oynamaya açığı vampir filmi de kendi lütuflarını yavaş yavaş açığa çıkardı. Ötekilerin yerini yavaş yavaş gerçek insanlar, elle tutulur bireyler alıyordu.

        Orada Van Helsing karakterine bir melez ırk muamelesi yapılırken, vampirlerin ‘iyi’ olabileceğini göstermesi de değişimin habercisiydi. Bu daha önce ‘kült’ sıfatının çevresinde arşınlanmıştı aslında ancak buradaki daha dönüşümsel bir şeydi. Stephanie Meyer’in dört romanlık ‘Alacakaranlık’ (‘Twilight’) serisi ise bir bakıma bu postmodern eğilimi öncesinde de belirtttiğimiz gibi doruğa taşıyor.

        Ancak serinin esaslı özelliği, tam olarak özündeki ‘aristokrat yaşam’ düşüncesinden kopup gelen aile tablosunun temeline inmek. Böylelikle son 30 yıldaki değişimlerin ötesinde gerçek anlamda bir ‘aristokrasinin şu anki şekli’ durumuna göz atmak, ya da vampirlik müessesesinin gençlik filminin içindeki tanımını incelemek diyebiliriz. Bu doğrultuda da ilk filmin ardından gelen “Yeni Ay” (“New Moon”, 2009) ve “Tutulma” (“Eclipse”, 2010) gibi metaforik isimlerin peşine takılan “Şafak Vakti Bölüm 1” (“Breaking Dawn – Part I”, 2011) de bir nebze yeniden doğumun bölümü olmuş.

        Sınıfsal çekişmenin ortasına yerleştirilen gençlik filmi çatısı

        İlk kısımda vampire aşık olan ‘insan’ın mücadelesi ve dünyayı tanıması ele alınırken, ikinci bölümdeki ‘yeni ay’ kavramının izinde bu durumun bir ‘kurt’ tarafından sarsılması üçüncü bölümde birleşmeye dönüştürülüyordu. Aslında ‘Alacakaranlık’ serisinin de esası yine çizgi roman uyarlaması olan ‘Karanlıklar Ülkesi’ (‘Underwold’) serisinin ‘Blade’den aldığı yükle inşa edilen bir dokunuşa sahip. Bunun üzerine ‘gençlik filmi’ ve ‘sosyal sınıf’ rötuşu yapılması bir şekilde ‘bambaşka bir evren’ tanımını açığa çıkarıyor.

        Zira Meyer’in dünyası gerçek bir aristokrasi-proletarya ya da vampir-kurt adam çekişmesinin orta yerine aslında gençlik filmlerindeki prototipleri yerleştirmekle sorumluydu. Bunu yaparken aradaki farkı çok açmayıp olayı ‘en üst sınıf ile en alt sınıf arasında kalan orta sınıf mensubu banliyö insanının hali’ne kadar götürüyordu. Bir bakıma serinin geldiği noktaya bakacak olduğumuzda, üçüncü filmdeki “Karanlık Bastığında” (“Near Dark”, 1987) etkisi ile gelen ‘geçmiş odaklı western dokusu’nu bir kenara bırakınca gerçek anlamda böylesi bir ‘sistem’ değişimi görüyoruz.

        Aynı kurallarla yola devam

        Bu durumun aristokrasinin yerini kentli soyluların ya da kent burjuvazisinin almasıyla açıklanan iki mitin de özelliklerinin tek tek ayıklanmasıyla işlev verdiği kesin. Sarımsak, haç, kazıklı voyvoda, gümüş kurşun gibi devre dışı bırakılan motifler dördüncü filmde de halen yoklar belki. Ancak bunların yerine 18-25 yaş arasında canlı kalıp ‘mitik figür’ haline getirilen fanatstik vampirler, metafiziksel ve doğaüstü güçlerle sarılırken, kurt adamlar da ‘kurt’ misali bir gerçeklikten nasiplerini almışlar.

        Bunları daha önceki bölümler için söylemiştik. Ancak son iki bölümde açığa çıkan esasen aristokrat tarafındaki, evlilik ve din karşıtı kan emici vampirlerin en azından ‘bizim ailemiz’ bazında yer değiştirmesi. Zira evrenin içindeki Volturi soyadlı Papa ya da hiristiyanlık yerine konulan aile yapısının baskısında yürüyen ve onlardan korkan bir vampir ırkından söz etmek mümkün. Bu da Cullen ailesinin ilk döneminde taşıdığı beyaz benzi korurken, bunun dışındaki özelliklerini yitirmesini sağlamış.

        Muhafazakar Amerikan toplumunun keskin bir eleştirisi

        Sadece ilk vampir olduğunda kan içerek ayık kalan karakterlerden oluştuğunu anladığımız ailenin, kendi ırkı içinde yaşayışı bir garip. Kan emme gibi bir dertleri genelde yok. Ancak vampir ırkının hedefi bekareti bozduktan sonra çocuk sahibi olan bir gelin almak olarak tasvir ediliyor. Bu da Stephanie Meyer’in gençlik filmlerinin ‘bakirelik tabusu’ ile ilgili metinlerini eline alıp, günümüz ABD’sine bakışını ‘tutucu’ bir tanımla yapmasından kaynaklanmış. Kan emici vampirlerin başka diyara gittiği, hatta burada o tanımın ‘kan dolaşımını beyaza, kristale çevirerek durdurma ya da insan ırkını mutantlaştırma’ya çevirildiği bir düzen görebiliyoruz.

        Bu durum da bir bakıma kentte yaşayan yeni aristokratların kan emmekten ziyade bekaret bozulmadan evlenmeyi kafasına takan ‘tek tip aile’ şeklini harekete geçirdiğini gösteriyor. Kurt adamların tarafında da aynı durum görülürken Meyer’in dünyadan bağımsız, bilgisayarsız yarattığı bu çizgi romansı hatta masalsı evrenin de amacı alegorikleşiyor. Edward adlı bir aristokrat isim ya da Bella gibi ona uygun ismin yanında, Cullen ve Black aileleri de karanlık ve aydınlığı temsil ediyor adeta. Ya da buna fakirlik ve zenginlik diyebiliriz.

        Elbette fakirin zengine dokunma, elinden kız alma gibi bir hakkı yok. Sadece ilkelliğini gösterebiliyor. ‘Alacakaranlık’ serisi de sanki amacını gençlik filmlerinin içine vampir mitini uyarlarken muhafazakar Amerikan toplumu eleştirisi yapmak olarak koymuş. Bu amacına metaforik yollarla ulaşırken beyaz ve kırmızı tarafları olan Edward ile Bella’nın satranç masasındaki karşılaşması, bir bakıma ‘kan’ korkusunun bekarette filizlendiğini açığa çıkarmış.

        Sinemanın ilk vampir düğünü mü?

        Aslında tüm bunlardan üreyen sinemanın bilinen ilk ‘insan-vampir düğünü’ de aristokrasinin gerçek anlamda tükenip kan emmediği ve barış aradığı bir evrende fakiri ile zengininin arasındaki çizginin daraldığını vurguluyor. Zira kurdunun da vampirinin de hazır bulunduğu bir kır düğününde hem daha rafine edilmiş aydınlık hem de doğa gerçekliği karakterlerin cidine uygun geliyor. Işığın teninde ‘kristal’ algısı yarattığı vampir ırkının, bu haliyle önceki filmde kafa kopma gibi anların içinde yer bulması tesadüf değil. Dine, evliliğe ve aileye inanmayan eski aristokrasinin de bir bakıma değişim geçirdiği gerçeği, bu kilit ve antolojik sahne ile öne çıkarılmış.

        Ancak burada takdir edilmesi gereken esas nokta vampir düğünü, vampir bebek gibi sinemada fazla görmediğimiz kavramlar. Zira Dracula’nın bebeğini daha öncesinde “Dracula’s Daughter” (1943) ve onun izinde üreyen “Nadja” (1994) gibi filmlerde ‘fosillerden filizlenen büyülü, ergenliği çoktan geçirmiş 30 yaşlarında kız’ kıvamında biliyoruz. Zira ilk kez bebeklikten başlama, öncesindeki büyü ile bir anda filizlenen ‘vampir kızı’ prototipinin üzerini günümüzdeki gerçeklikle kapatmış. Adeta mitik hale getirmiş. Mitolojideki ‘gerçek yaşam 18inde başlar’ deyişinin altı kalın çizgilerle çizilmiş.

        Daha gerçeküstücü ve mitik

        Bunların devamında başlangıcın anlatıcı sesi ve yağmurda üst açıyla yapılmasının yanında önceki iki filmdeki ‘çayırlıkta tutku’ meselesinin bir kenara itilmesi, görüntü yönetmeni Guillermo Navarro’nun ise filme özellikle düğün kabusu sahnesinde sayıklanan bir gerçeküstücülük getirmesi önemli.

        Zira Bill Condon’ın varlığı Catherine Hardwicke gibi bu sınıfsal ve varoluşsal durumları inceleyen bir yönetmen gözünün varlığını hissettirmiş. Video klip estetiği dokusu kazanan montaj sekansların da kurgu ve müzik kullanımıyla dikkat çektiği kesin. Yönetmenin filmin temposunu arttırması önceki iki filmde doku veya karanlık uğruna bunu reddeden yönetmenlerin boşluğunu dolduruyor. Bu bağlamda sondaki incelikli ve devrimci ‘metamorfoz’ sahnesinin ‘ölüm’ meselesiyle haşır neşir düzeyi bir bütünlük salgılamış. Zira anne karnından çıkılan ilk anı anlatmaya yarayan ve renklerle barınan denizdeki seks sahnesinin start verdiği ‘yeniden doğumun basamakları’nın efsanevi son rötuşu böylece yapılmış.

        Her filmin kendi dokusuna uygun teknik ekip bulması sevindirici

        Belli ki serinin ruhuna ayak uyduran Bill Condon’ın bu eseri getirdiği nokta ‘insanın ırksal değişimle yeniden doğumu’ gibi kavram. Bu da ‘Alacakaranlık Efsanesi’ külliyatının içinde ilk filmin ‘giriş ve Cullen ailesi’, ikinci filmin ‘kurt adamların yükselişi’, üçüncü filmin ‘western tabanının, newborn ve Volturi kavramlarının ortaya çıkması’yla oluşturdukları bütünü tamamlanmış. Serinin evreni o kadar geniş ki neresinden baksanız bir detay, bir diyalog, bir karakter, bir alt metin ve bir gerçeklik fışkırabiliyor. En önemlisi de her projeye uygun yönetmen ve görüntü yönetiminin bulunabilmesi.

        Zira bu fantastik western kıvamındaki kurt adam-vampir mücadelesinin başka türlü tuval temsili sunma şansı yok. Özellikle de buradaki temposal yükseliş, ilk vampir seksi ve düğününden başlayan süreçte fazlaca katkı verip, bekaret tabusuyla ilgili çokça şey söylemeye alan açmış. Üstelik hiçbir gençlik filminin yapamadığı kadar gerçeküstücü, çizgi romansı ve sosyolojik bir tabanla.

        FİLMİN NOTU: 7.1

        Künye:

        Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 (The Twilight Saga: Breaking Dawn - Part I)

        Yönetmen: Bill Condon

        Oyuncular: Kristen Stewart, Robert Pattison, Taylor Lautner, Peter Facinelli, Ashley Greene, Billy Burke, Kellan Lutz

        Süre: 117 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar

        Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.
        Bu çeviride Google Translete kullanılmıştır. Anlam ve çeviri hatalarından haberturk.com sorumlu değildir.