
Sanayileşmenin kuşaksal izdüşümleri
Kerem Akça, bu hafta vizyona giren filmleri değerlendirdi
Yılmaz Güney’in “Umut”u ile başlayan Vitorio De Sica etkili sosyal gerçekçi sinema anlayışımızın 2011 şubesi diyebiliriz. “Mar”, bu alt sınıfın sorunlarını ele alan tabandan kendine uygun, hınzır ve kalıcı bir sosyal damar çıkartmayı becermiş. Sanayileşmenin izdüşümleri olarak addedilebilecek bir ailenin üç kuşağının hikayesini ‘basit-sıradan’ dertleriyle kavrayınca çok şey anlatır hale getirmiş. Belli eksikleri ve karakter geliştirme sıkıntıları olsa da “Mar”, Caner Erzincan adında yetkin bir yönetmenin doğuşunu müjdeliyor. Sanayileşmenin çaktırmadan zehirlediği insanların çıkışsız hikayelerini belleğimize yerleştirmekte ise büyük oranda başarı sağlıyor.
Bizim alışık olduğumuz Türk sinemasında “Umut” (1970) ile başlayan bir sürecin varlığıdır. O da nedir? 60’larda ‘sosyal gerçekçilik’ münferit işlerle ve Yılmaz Güney’in oyunculuğuyla ‘tanım’lanırken devreye giren bir ‘kıvılcım’dır. Zira onun yönetmenlik koltuğunda yaptıkları İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin sosyolojik ve sinemasal izdüşümlerini takip etmektir. Böylelikle avantür karakterlerinin ötesine geçen gerçek bir ‘sinema dokusu’ ortaya çıkmıştır o dönemde.
“Umut”un açtığı yoldan bir kuşaksal analiz
Özellikle “Umut”un başlangıcı olarak görüldüğü Türk Yeni Dalgası’nın gerçek anlamda sonuçlandığı bir nokta ya da bir ekol vardır her zaman. Caner Erzincan da belli ki o dönemi canlandıran bir hikaye yapısının izini sürüyor burada. De Sica’nın ‘basit planlar’ ile ‘sıradan insanlar’ın öykülerini anlatma anlayışını tuvalde bütün keskinliğiyle canlandırırken, dramatik yapısını ulusal sorunlara uygun bir sosyolojik damarın üzerine inşa ediyor.
Öyle ki burada ‘define’ arayan veya ‘bisiklet’ çalmak isteyen bir karakter yok. Ancak ‘köy filmi’ zemininde Güven, Yılmaz ve Hacı Halil üzerinden bir ailenin üç kuşağı mercek altına alınıyor. Sosyal gerçekçi sinemada zaman zaman ‘destansı’ sıfatıyla anılabilecek bir noktada bir kuşaksal analizin malzemeleri ve parçaları gözler önüne seriliyor.
Doğayla iç içe yaşayan ‘hastalıklı’ karakterler
Bunun Erzincan’ın ana amacı olduğu söylenebilir. Fakat oraya ulaşırken belli dilsel problemler çektiğini de gözlemlemek mümkün. Ancak Volga Sorgu, Yılmaz Şerif ve Güray Kip’in canlandırdığı ‘hastalıklı’ karakterler o kadar incelikli yazılmış ki adeta inanmaktan öte bir samimiyetle onların dünyasına giriyorsunuz. Köy kültürü ve alt sınıf adına son derece çaresiz, ama zaman zaman umut aşılayan bir noktaya ulaşıyorsunuz.
Aynen De Sica’nın yaptığı gibi bu karakterlerle özdeşleşmek, onların ‘ruh’una kapılmak mümkün olabiliyor. Benliğimize de İlker Berke’nin ‘doğal’ renk skalasını iyi ayarlayan ve kimi zaman çöl atmosferinden ‘çıkışsızlık’ yaratan işlevsel sinematografisi işliyor. Dengeli ve üç boyutlu sanat yönetimi ise hikayenin tonunu ayarlama görevini üstlenmiş. Salyangoz, yılan, at, keçi gibi hayvanlarla ilişki kurma konusundaki ‘keskinlik’ de bir şekilde ‘doğa-kültür’ çatışmasına dair filmin bilincini ortaya koyuyor.
Sanayileşmenin röntgenci gözleri
“Mar”, isminin ‘yılan’ anlamıyla da bir şekilde aslında ‘tehlikeli’ bir işe soyunan, sanayileşme ile muhatap olan insanların yaşadıkları ‘yürüyememe’ye kadar uzanan süreci ele almak istemiş. Günümüzün batılılaşma muhasebesini zeki bir üç karakterli damara yerleştirmiş. Belli kavram karmaşalarının ötesinde kalbimizi yakalayan samimiyetle ve sıradan karakter imgeleriyle yol almış. Belki çocuk karakter konusunda ‘üzerine gidilmemiş. Daha iyi geliştirilebilirdi’ gibi yorumlar yapılabilir. Ancak “Mar”ın karakter dönüşümleri konusunda bağlandığı noktada da fikirleri net. Herhangi bir kafa karışıklığına mahkum kalmadan batılılaşmanın kırsal kesme verdiği zararları doğru bir süzgeçten geçirmeyi becerdiği kesin.
FİLMİN NOTU: 6
Künye: Mar Yönetmen: Caner Erzincan Oyuncular: Volga Sorgu, Begüm Kütük, Güray Kip, Yılmaz Şerif, Mahmut Gökgöz Süre: 97 dk. Yapım yılı: 2011
PETROL TİCARETİ NİYETİNE UZAYLI İSTİLASI
Bundan 20-30 yıl önce, biri ‘masa oyunu Amiral Battı’nın sinema uyarlaması yapılacak ve bu projenin 200 milyon dolar bütçesi olacak’ dese herhalde onunla dalga geçerdik. Ancak “Battleship”, bu yolda “Transformers” kırması bir planlama yapmış kendisine. Nedense Peter Berg’in yönetmenlik zaafına, bu fikirden senaryo veya hikaye çıkarma emeklemelerine, uzaylı tanımlarının iticiliğine ve çiğ propaganda aracına dönüşen siyasi tavrına takılmış. Karşımızdaki eser, ilerleyen dönemde kuru gürültü, militarist tatmin aracı ve bilimkurgu çöpü gibi tanımlarla anılırsa şaşırmamak lazım.
“Transformers” (2007) sonrası uzaylı istilası filmlerine ‘ne haller’ olduğunu herkes biliyor aslında. Uzaylı robot istilası düşüncesinin yanında ‘aksiyon’, ‘milliyetçilik’ ve ‘üst düzey efektler’ tavan yapmaya başladı. Ancak elbette bunların hepsi Spielberg’ün dahiyane ‘kült TV çizgi dizisini A sınıfında canlandırma’ düşüncesine ayak uyduramıyordu. Zira “Yasak Bölge 9” (“District 9”, 2009) ve “İstila” (“Monsters”, 2010) gibi bağımsız ve başka ülkeler kaynaklı işleri bir kenara bırakınca, “Karanlık Saat” (“The Darkest Hour”, 2011) ile “Dünya İstilası: Los Angeles Savaşı”nın (“Battle: Los Angeles”, 2011) ardından gelen “Battleship” (2012) de bu yolun yolcusu...
Amiral Battı’dan sinema filmi çıkar mı?
Gerçek anlamda Irak zeminini teneffüs ettiren bir propaganda filmi üçlüsü denebilir bunlara. Ne hikmetse burada da ‘Amiral Battı’ gibi bir kaynağın uyarlaması 130 dakikayı bulan bir siyasi hedefe dönüştürülmüş. 25 dakikalık ‘kadın kitleyi de içeri alalım’ açılışının devamında “Pearl Harbor”dan (2001) farklı bir şey beklemek mümkün olmuyor. Ancak en azından Michael Bay gibi böylesi blockbusterlarda ‘nokta atışı’ yapabilen, her türü iç içe geçirme kurnazı bir yönetmenin varlığı da şart.
Peter Berg’in “Krallık” (“The Kingdom”, 2007) ve “Hancock” (2008) gibi politik veya görsel açıdan yerlerde sürünen stüdyo işlerinin ‘el kamerası’ ve ‘gerçeklik’ algılı yönetmenlik stili burada yerli yerine oturmamış orası kesin. Sadece son bölümdeki deniz taşıtları, hava araçları ve insanlar arasındaki ‘cephe çatışması’nda kendini hissettiren bir ‘tempo’ ve ‘koreografi’ simsarına dönüşüyor kendisi. Ancak Brooklyn Decker, Alexander Skarsgård, Taylor Kitsch ile Liam Neeson’dan yükselen aile ve sevgililik müesseselerine dair samimiyet asla tutmuyor.
Yağ kutusu fırlatan uzaylı robot
Bir yerden sonra seyirci Amerikan ana akım sinemasına hakim bir Michael Bay yetkinliği arıyor nedense. Ama bunu bırakıp politik açılımlara bakınca gerçek bir ‘Irak saldırısı’ alegorisi etrafımızı sarıyor. Ateş topu niyetine hareketlenen denizaltı görünümlü robot uzaylının, özellikle Amiral Battı’nın radarında ‘yeşil’ görünerek Irak bayrağının ortasındaki Arapça harfleri hatırlatması tesadüf değil. Bunu geçtik yağ kutusu fırlatması ve petrolün içinden çıkarmışçasına denizden sürekli dışarı çıkıp ‘bolluk’ dağıttığı insanoğlunu beslemesi ise hiç ama hiç şaşırtmıyor bizi.
Zira projenin amacı iflah olmaz Amerikalı kitleyi doyuran, bunun yanında da bilgisayar oyunu ile çizgi film düzeyinde çatışmasıyla yoran bir vur-kır-parçala durumu olmuş. Bu süreç 200 milyon dolarlık bir kuru gürültüyü beraberinde getirirken, çiğ bir propagandayı, militarizmi ve milliyetçiliği de ‘Ortadoğu’ hariç herkesle beraber olup ‘kucak’ açan ABD düzeyinde değerlendirmiş. Aslında böyle şeyler normal.
Hikaye masa başında kalmış
Ama en azından “Transformers”ın “Westworld”ün (1973) android ve ‘Terminator’ serisinin cyborg için yaptıklarını dev robotlara uygulamasından beslenen ve bu efekt tasarımı dönüşümüne ayak uyduran bir film beklerdik. Ancak o zaman da zırhlı uzaylı tanımı, ille de ‘cephe’ duygusu uyandırıp teknolojik varlığını ötekileştirme inadına tutulduğundan bu seviyeye gelememiş.
Böylece neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan sinemasal ve siyasi falsolarla dolu bir uzaylı istilası filmi üremiş. Üstüne üstlük herhangi bir senaryo veya sinopsisten bahsetmek dahi mümkün değil burada. Daha ziyade geliştirilmeyip masa başında kalan ve efektlere teslim edilen bir hikayeden söz edebiliriz.
FİLMİN NOTU: 3.5
Künye: Battleship Yönetmen: Peter Berg Oyuncular: Alexander Skarsgård, Taylor Kitsch, Brooklyn Decker, Liam Neeson, Rianna Süre: 128 dk. Yapım yılı: 2012
BUNLAR ‘ŞREK’YEN KORSANLAR!
Daha çok Nick Park ile birlikte çektiği “Tavuk Firarda” ve 90’lardaki kısa animasyonlarıyla bilinen Peter Lord, ilk kez bir uzun metraj projesine yalnız başına el atıyor. Formatın ‘Karayip Korsanları’na cevabı olarak anılabilecek “Korsanlar!”, bu çabasında Viktoryen İngiltere’yi bir ‘yarışma’ üzerinden ‘hınzırca’ eleştiriyor. Bu da stop-motion animasyon tekniğine hakim bir ekibin yetkinliğiyle ‘sorunsuz’ yükseliyor.
‘Karayip Korsanları’na göre daha alçakgönüllü bir ‘korsan filmi’ projesiyle karşı karşıyayız. “Korsanlar!” (“The Pirates! Band of Misfits”, 2012), uçarı motifin dolandırma oyunları üzerine eğlenceli bir tür filmi olarak anılabilir. “Tavuklar Firarda”nın (“Chicken Run”, 2000) Peter Lord-Nick Park bileşiminin ilk halkasının ürünü olan eser, fazlasıyla hınzır bir mizah anlayışıyla sarıyor etrafımızı.
Neşeli, dinamik ve profesyonel
Harpo Marx etkileşimli sessiz bir maymun mu dersiniz, “Fil Adam” (“The Elephant Man”, 1980) görünümlü bir karakter mi, yoksa Charles Darwin adlı bir başka karakter mi, ama her tarafından pastiş (postmodernizmde kopyalayıp yapıştırma sanatı) bir yığın akıyor animasyonun evreninde. Bu toplamın tamamı da Viktoryen Londra’nın görüntülerinden bir ‘dolandırıcılık’ ve ‘yitiklik’ skalası çıkarmak üzerine kurulu. İkiliden alıştığımız ve kısa metraj örnekleriyle piyasaya giren stop-motion animasyon da gerçek bir deha ve yekinlik pompalıyor.
Ne derseniz deyin garip isimli korsanlarından en küçük karaktere kadar karakterlerin hepsi uyumlu giderken arka plan hamurları da duruma bir ‘mükemmelik’ katmış. “Korsanlar!” da teknik açıdan hiçbir sıkıntıya sahip değil. Eğlenceli taraflarıyla konsepti de fazlaca doğru bir platforma taşıyor. Sözü geçen eserin tek sorunu buradan parodi mi yoksa çabuk unutulacak bir tarihi komedi mi çıkaracağını bilememesi…
Bu da göndermeleri “Şrek” (“Shrek”, 2001) etkili bir tür filmi temsilinden öteye taşımıyor. Ancak zaten filmi izlerken karakterlerin samimiyetine ve diyalogların derinliğine kapılıp bunu istemeyebilirsiniz! Sanayileşme arifesinin İngiltere portresi fazlasıyla alaya alınıyor zira. Tüm bunların katkısıyla zeka küpü stop-motion animasyonunu izlerken neşe ve dinamizmden kopmak mümkün olmuyor.
FİLMİN NOTU: 6
Künye: Korsanlar! (The Pirates! Band of Misfits!) Yönetmen: Peter Lord, Jeff Newitt Süre: 88 dk. Yapım yılı: 2011
1920 MODEL HAYALET AVCISI
“Amerikan Büyüsü”, “Lanetli Ev” ve “Siyahli Kadın” gibi son dönemde örneklerini gördüğümüz, efektlerle ce yapan demode perili ev filmlerinin bir yenisi. Hikayenin 1. Dünya Savaşı çevresinde geçmesi bir çekicilik getirse de “Öbür Dünyadan”, nedense klişe olay örgüsünden, tek boyutlu karakterlerden ve karton korkutma algısından bir an bile sapmıyor. Peki ya filmin kostümlü drama gibi hareket etmesine ne demeli? Hepimiz biliriz gelenesel perili ev filmlerinde bir formül vardır. Önce lanetlendiğine inanılan mekana giriş sağlanır. Bu girişi yapan insanlardan birinin ‘garip bir meslek’i vardır. Hayaletler ile konuşabilme veya iletişim kurma yetisine sahiptir. Bu noktada da karşımıza bir hayalet-insan koşuşturmacası çıkar. Bu durum da ‘gotik mimari’, ‘efekt veya atmosfer yaratımı’ ve ‘kendini sorgulama metaforu’ gibi öğeler yoluyla devreye sokulur.
Sinema, sadece 2.35:1’de sonuç alınan bir ticaret olmamalı
Perili ev filminde son 10 yılda bu durum ‘dramatik damar’ odaklı ya da ‘gotik’e kayan bir çerçevede ‘yenilik’lerle beslenmiştir belki. Ancak Nick Murphy bu ilk sinema filminde belli ki sözünü ettiğimiz durumdan çok haberdar değil. Onun amacı ‘hayalet avcısı’ kimlikli kadın karakteri Florence’ın psikolojik benliğine ve yeteneklerine odaklanırken, efektlerle öne çıkan bir film üretmek.
Kendisinin sinemayı da 2.35:1’de sonuç alınan ticari bir sanat olarak görmesi ve burada yaptığından kostümlü drama dramatizasyonu almak istemesi dediklerimizle özetlenebilir adeta. Rebecca Hall’un ise ‘kendi dünyası’nı içine aldığı durumlardan beslenen, gel-gitli bir ‘hayal-gerçek-içine giren ruh’ portresi çizdiğine şüphe yok.
Murphy kısa sürede kaybolup gidecektir
Bu doğrultuda karşımıza çıkarılanların alt-alt türün eski model algısını yineleyen ‘ce yapma’ odaklı bir korku olduğu kesin. Savaş korkusu ve kıyımı üzerine bastırılmış düsturlarımızla ilgili bir film “Öbür Dünyadan” (“The Awakening”, 2011). 1. Dünya Savaşı’nın paralelinde cereyan etmesi de bu açıdan ilgi çekici kılabilir filmi nihayetinde. Ancak yönetmenin; yaklaşımından sondaki dönüşüne, hatta karakter tanımlarından daha nicesine kadar eldeki projenin altını ‘yeni milenyum’a uygun öğelerle doldurabildiği söylenemez.
Sadece efektlerle korkutan A sınıf işlerin bir yenisiyle mücadele etmemizi istiyor gibi Nick Murphy’nin filmi. Hem de ne mücadele! Böylece “Amerikan Büyüsü” (“An American Haunting”, 2005) ve “Lanetli Ev” (“The Haunting in Conecticut” (2009) gibi son dönemin bu vasıflı ‘kendi korkularınla yüzleş’ yapıtlarından birine dönüşüyor. Murphy de, o filmlerin başka sinema ürünü vermeden ortadan kaybolan yönetmenleriyle aynı kaderi paylaşacak gibi gözüküyor!
FİLMİN NOTU: 3.2
Künye: Öbür Dünyadan (The Awakening) Yönetmen: Nick Murphy Oyuncular: Rebecca Hall, Dominic West, Imelda Staunton, Lucy Cohu Süre: 107 dk. Yapım yılı: 2011
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU
Artist (The Artist): 6
Açlık Oyunları (The Hunger Games): 4
Artist (The Artist): 6
Berlin Kaplanı: 3.2
Bir Ses Böler Geceyi: 3.5
Büyük Mucize (Big Miracle): 2.1
El Yazısı: 3.4
Elveda İlk Aşk (Un Amour de Jeunesse / Goodbye First Love): 6.9
Fetih 1453: 6
Film: 3.9
Gizemli Adaya Yolculuk (Journey 2: The Mysterious Island): 2.9
Gri Kurt (The Grey): 4.3
Hayalet Sürücü 2: İntikam Ateşi (Ghost Rider: Spirit of Vengeance): 3
İyi Olan Kazansın (This Means War): 5.5
J.Edgar: 6
John Carter: İki Dünya Arasında (John Carter): 6.5
Kaos: Örümcek Ağı: 1.1
Karanlıklar Ülkesi: Uyanış (Underworld: Awakening): 5.4
Mevsim Çiçek Açtı: 1.4 Muppets (The Muppets): 5.5
Ölüm Yolculuğu (Apollo 18): 5.5
Patlak Sokaklar: Gerzomat: 6.5
Sen Kimsin?: 4.6
Senden Bana Kalan (The Descendants): 5
Seninki Kaç Para: 1.7
Sığınak (Take Shelter): 6.4
Siyahlı Kadın (The Woman in Black): 3.5
Son Vurgun (Contraband): 3.1
SüperTürk: 4
Şahane Misafir (Magnifica Presenza): 6.1
Şansa Bak (50/50): 5.7
Teksas Ölüm Tarlası (Texas Killing Fields): 4
Titanların Öfkesi (Wrath of the Titans): 5
Yeraltı: 4.9
Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.
keremakca@haberturk.com