Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Mozilla/5.0 AppleWebKit/537.36 (KHTML, like Gecko; compatible; ClaudeBot/1.0; +claudebot@anthropic.com)

        Kerem Akça, Toronto’da Amerika prömiyeri yapılan “To the Wonder”ı yazdı...

        KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

        “Hayat Ağacı” ile yepyeni bir sürece girdiği söylenebilecek Terrence Malick, Hollywood sisteminin içinde modern sinema yanlısı zorlayıcı bir auteur olarak anılabilir. Bu noktada da onun “Hiroşima Sevgilim”i olma özelliği taşıyan “To the Wonder”, meditatif ve mistik dünyasıyla, göze değil zihne hitap eden hiççi bir süreç ya da sanrısal bir sinema serüveni sunuyor. Amerikan toplumundaki ataerkil düzene ve teolojik eğilimlere ‘arayışçı kamerası’yla bakış atan eserin, bu noktada da eleştirel tutumundan taviz vermemesi sevindirici. Aşk filmlerine vizyon kazandıran “To the Wonder”ı 37. Toronto Film Festivali’nde Olga Kurylenko ile Rachel McAdams’ın da katıldığı Amerika prömiyerinde izledim.

        Malick’e göre aşk, muhtemelen ‘mucize’leri bulma ya da Saint-Michel manastırında tutuculuğu sınama yolculuğu anlamına geliyor. Ancak bazı filmler o kadar çok anı, parça ve fotoğraf içerir ki bittiklerinde bile geriye kalanlara akıl sır erdiremezsiniz kimi zaman. Belki de üstat, bu hedef ve kalıcılık için yola çıkıyor “To the Wonder”da. İsmine mukabil olarak bu arayışı ele alırken “Hayat Ağacı” (“The Tree of Life”, 2011) ile başlayan Amerikan toplumunun tabanında saklanan gizli teolojik eğilimleri, muhafazakarlığı ve dindarlığı eleştirmeye devam ediyor.

        Mistik ve meditatif aşk hikayesi “Hiroşima Sevgilim”in izini sürüyor

        Büyük oranda mistik ve meditatif bir aşk serüveni olarak anılabilecek eser, yönetmenden beklenen bir süreç oluşturuyor. Lineer akan bir ilişki, gerçek karakterler, kendini saklayan kamera gibileri burada yok. Aksine ABD’nin Tarkovsky’si ya da modern sinema delisi olmasını haklı çıkaracak şekilde bir hipnoz istasyonu yaratıyor yönetmen adeta.

        Grenli ve konsantrasyonu bozmaya yarayan ilk sekanstan başlayarak ‘aşk filmi’ konseptinin üzerine Alain Resnais’nin “Hiroşima Sevgilim”de (“Hiroshima Mon Amour”, 1959) yaptığı gibi dış ses, parçalar ve muhalif bir tabanla gidiyor. Elimize ise tanımlanmış bir bütünden ziyade bölük pörçük sevgi dilimleri vermeyi seçiyor. Ne gerçek bir ev, ne gerçek bir masa üzeri konuşması, ne de gerçek bir diyalog duyduğumuz yapıt, daha ziyade kamera hareketlerinin ya da kurgunun yaptıklarıyla kalıcı olmak istiyor. Açı-karşı açısını toptan dağıtırken bazı şeyleri ‘gözlemleme’nin peşine düşüyor. Ne tarafından bakarsak bakalım bir ‘altın tepsi’ gibi görebileceğimiz ‘hikaye parçaları’ da asla bir kurala göre hareket etmiyor. Aksine hikaye kurgusunu bozsa da bozmasa da aynı görevi üstlenecek gibi hissettiriyor.

        Sunduğu somut şeyler arka plan görüntüleriyle sınırlı

        Bunları uygulamaya sokarken aslında dini motivasyonu, geçtiği kasabadaki rahip yoluyla önümüze bırakıp dindar erkek bireyin dönüşümünü ve ‘taş fırın’ halini gözler önüne seriyor. Onca dövmeye karşın ‘evlilik birleştiricidir’ lafının peşine takılan bu karakterin, kadınlara uyguladıkları da anlık zevk ışığında canlanıyor. Dinin tesirinde kalan bu tipleme Ben Affleck gibi yeteneği sınırlı bir oyuncuya verilince ise aslında Malick’in amacı ortaya çıkıyor.

        Sadece Kurylenko ve McAdams’in sesleri de bu ‘eski aşk’ ile ‘yeni aşk’ arasında kalan birey hikayesinin yönelimini ve tercihlerini belirliyor. Yuva bulmak, evlenmek, tutku yaşamak, kendini ifade edememek, bir şeyleri unutamamak gibi süreçler, bir tarlanın üzerinde ‘geçit töreni’ yapan kamera, hipnotik etki bırakan müzikler ve çerçevelerin farklı yerlerinde gözüken oyuncu silüetleri ile temsil buluyor. Bir anlamda “Cennetin Günleri”ne (“Days of Heaven”, 1978) benzer bir ‘açık alan’ kullanımı sunan Malick’in ‘yuva’ adına verdikleri veya ‘tutku’ adına çıkardıkları sınırlı.

        Fotoğraflarla yürüyen yarı belleksel bir yolculuk

        Aksine karakterleri bir kareye sıkıştırma, yürütme veya iç benlikle sarma ana felsefeye dönüşüyor. Bu da Resnais’nin klasiği misali fotoğraflarla yürüyen görsel yapısının ‘sanrısal’ vizyonunu büyük oranda karşımıza çıkarırken, ara planlarla ve sıçramalı kurgu ile hikaye kurgusunun dağılması, evlilik sürecinin neresinden anlatılacağının belli olmaması da ‘aldatma’ ya da ‘ayrılma’ gibi dramatik çatışma açabilecek süreçleri bozuyor.

        Bu durum ‘Avrupalı mı, Amerikalı mı?’ sorusunu daha ziyade Affleck’in toplumsal tabanındaki ultra tutucu karakteri benliğinde gerçekleşiyor. Bunun ötesi ise meditatif yabancılaşmanın üst açı, alt açı, balık gözü objektif, yakın ölçekli planlar, kaydırmalar ve daha nicesinden topladığı fotoğraflarla yürüyor. Sanki bir slayt şovun hareketli haline dönüşen “To the Wonder”, ABD’deki ataerkil düzeni eleştirirken muhafazakar tabanın ve kilise tutkusunun hazinliğini vurguluyor.

        Bardem’in rahip karakteri mistisizmi toparlayan ‘Tanrı’ işlevi görüyor

        Bir kez daha “Hayat Ağacı”nın ‘aile tablosu’ görünümde bir teolojik yaklaşımla doldurulan orta sınıf aile de Bardem’in rahip karakterini ‘belirleyici’ olarak seçiyor kendisine. Herkesin inandığı bu ‘gerçek Tanrı’, mistisizmin orta yerinden sesleniyor. Bu aşk hikayelerinin arasına ‘bitiştirici’ olarak dahil oluyor.

        En diyaloglu sekansları filme ‘bağlı kalma’ niyetine ‘ses’le yüklüyor. Ancak her şey bağnaz Affleck’e inandırabiliyor. Bu da Tarkovsy’nin yaptıklarını ABD’de daha politik hale getirirken, karşımıza da imgeler haritasıyla hikaye kurgusunu yerle bir eden, ortada bir çatı bırakmayan özellikli bir aşk filmi çıkarıyor.

        Godard, Tarkovsky ve Resnais’nin yetkileriyle inşa edilen bir model

        Cinsellik noktasındaki motivasyonların, din ile ilişki aralıklarının, dış ses kullanımlarının ve detay planlarla yükselen mekan görüntülerinin ise sanki bölük pörçük, yapıbozucu anlatıya katkısı büyük. Bu da ‘mucize’ arayışını sonuçsuz, hiççi bir noktaya bağlarken Amerikan toplumunun damarında yatanlara dikkat çekiyor. Kamera büyük oranda ikiliyi bırakıp arkada yatanları aramasıyla da bu tasviri güçlendirmesine yarıyor Malick’in. Bardem’in ya da toplumun orada ‘aranan’ nesneye dönüşmesi tesadüf değil.

        Zira biz öne baksak da Obama liderliğindeki toplumun taşrasında, baliyösünde ya da müstakil evlerinde kilisenin dediklerine göre yaşayan bir halk var. Bu durum Fransız’ına garip gelse de değişilmez bir hayat belirleme işlevi görüyor. Arayışçı kamera da bu konumda seyircinin ve yönetmenin gözüne dönüşerek amacını belli ediyor. Ana akıştaki ‘mutluluk muskası’ aşk tablosundan sıyrılıp ‘arka dehlizler’e giriyor genelde.

        “To the Wonder” da zaten Godard’ın sıçramalı kurgu geleneğini, Tarkovsky’nin kamera kaydırması ve işitsel dünyasıyla birleştirip, ortaya çıkan bütüne Resnais’nin “Hiroşima Sevgilim”inin formülünün içinde yer arıyor. Böylece hem siyasi, hem toplumsal, hem de duygusal olmayı beceren bir aşk filmi modeli yaratıyor. Bu oluşumun ne kadar kalıcı ve kullanışlı olacağı ise merak konusu.

        FİLMİN NOTU: 8.3

        Künye:

        To the Wonder

        Yönetmen: Terrence Malick

        Oyuncular: Ben Affleck, Olga Kurylenko, Rachel McAdams, Romina Mondella, Charles Baker

        Süre: 112 dk.

        Yapım yılı: 2012

        Diğer Yazılar

        Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.
        Bu çeviride Google Translete kullanılmıştır. Anlam ve çeviri hatalarından haberturk.com sorumlu değildir.