
Karikatürize dolandırıcılar galerisi
17 OCAK FİLMLERİ
70’lerde geçen “Düzenbaz”, suçluların, polisin ve mafyanın iç içe geçtiği ABSCAM skandalının, mizahla ve oyuncu performanslarıyla öne çıkmaya çalışan perde temsili. Gerçek bir ‘karakter bazlı dolandırıcılık filmi’ olarak anılabilecek eserde, özellikle bedenini ve yüzünü mükemmel kullanarak yıllar boyu hatırlanacak bir kompozisyon çıkaran Amy Adams ile kılıktan kılığa girme becerisinde bir aşama daha atlayan Jennifer Lawrence, oyunculuklarıyla dikkat çekiyor. Ancak alanında değerlendirince çok olumlu şeyler söylenemeyecek yapıt, David O. Russell markasını kullanarak süresi uzatılmış ‘yapma ve destansı bir Oscar projesi’ne çekiştirilmekten muzdarip.
Sinema tarihinde dolaşmaya çıktığımızda “Bayan Eve”den (“The Lady Eve”, 1941) “Belalılar”a (“The Sting”, 1973), “Bloom Kardeşler”den (“The Brothers Bloom”, 2008) “Şans Kurabiyesi”ne (“The Fortune Cookie”, 1966) uzanan filmlerle karşılaştığımız bir alan vardır. Suç filminin alt türü olarak anılan dolandırıcılık filmi, bu eserlerin açtığı yolda filizlenerek, plan yaparak veya viraj alarak ilerlemiştir. Genelde ‘komedi’ ile yakın temas içinde olmuştur. Adapte olmakta zorlananlar varsa ülkemizden “Tokatçı”nın (1983) ismini verebiliriz. Bu filmlerin aralarına serpiştirilen popüler, bağımsız veya yabancı uyruklu eserler ise hiç olmazsa ‘karakter yaratımları’ ile akılda kalmıştır.
SYDNEY PROSSER VE AMY ADAMS İLE HATIRLANACAKTIR
Örneğin “Sıkıysa Yakala”nın (“Catch Me If You Can”, 2002) Frank Abagnale Jr.’ı (Leonardo DiCaprio) “Üç Kağıtçılar”ın (“Matchstick Men”, 2003) tikli Roy Waller’ı (Nicolas Cage), “Ay’daki Adam”ın (“Man on the Moon”, 1999) Andy Kaufman’ı (Jim Carrey) veya “Bad Santa”nın (2003) Willie’si (Billy Bob Thornton) şimdi geriye bakınca ismini bir kenara yazabileceğimiz isimler. Ancak hemen belirtelim, eğer burada bir ‘antolojik’ durum olacaksa, o da Amy Adams’ın Sydney Prosser tiplemesi yoluyla gerçekleşecek.
Nasıl “Yasak İlişkiler”in (“The Grifters”, 1990) Myra Langtry’si (Annette Benning) üçkağıtçılığı, cinsel otorite arama arzusuyla donatıp, “Bayan Eve”in Jean’inin (Barbara Stanwyck) bir tık ötesine taşıdıysa aynı durum burada da var. O. Russell ile Eric Singer’ın kalemi de Prosser’ı, zarafeti vahşilikle, karizmayı hafifmeşreplikle, masumiyeti zeka ile dönüştürerek yorumluyor. 70’lerin özgürlükçü giyim tarzlarından günümüzün vamp kadın anlayışındaki cüretkarlıkla köprü kuran bir konuma taşıyor. Adams ise en ufak beden hareketine kadar baştan aşağı kalıcı bir kimlik yaratıyor. Bütün yan rollerindeki yüz ifadelerini, yaptıklarını unutup, ince göz mimiklerinden planlı kalça hareketlerine uzanan kusursuz karakter yaratımına hayranlık duyuyoruz. Oyuncuya “Manhattan’da Sihir”deki (“Enchanted”, 2007) unutulmaz başrol performansından bu yana ilk kez bu kadar coşkuyla destek olmak geliyor içinizden.
100 DAKİKAYA ÇEKİLMEMESİYLE DİYALOGLARA TESLİM OLMUŞ
Zaten bana kalırsa “Düzenbaz” (“American Hustle”, 2013), dolandırıcılık filmine getirdiklerinden ziyade karakter prototipleriyle anılmalı. Polislerin, suçluların, mafya babalarının iç içe geçtiği evrende, vamp kadınlar da unutulmuyor. 70’lerin sonunda gerçekleşen FBI ile bağlantılı ABSCAM skandalı, ‘tarihi bir gelenek’ getiriyor. O. Russell da oradan 2.35:1 formatında bir ‘suç komedisi’ evreni çıkarmaya çabalıyor.
İşin doğrusu 138 dakikada nokta atışı yapan eğlenceli sahnelerden ve makyaj kovasına batırılmış karakterlerden medet umuyor. İsveç çıkışlı görüntü yönetmeni Linus Sandgren’in grenli dokusundan ve üç başlı kurgu ekibinin tempoyu ayarlama düşüncesinden feyz alıyor. Sürenin 100 dakikaya çekilmesiyle daha enerjik durabilecek, diyalogların fazlaca esiri olan geveze bir film canlanıyor yanı başımızda.
‘BLOOM KARDEŞLER’ BİR ŞEYLERİ DEĞİŞTİRMEDİ Mİ?
Hatta eğlendiren kimi sahnelerin de bir yapım belgeselinden çıkmış silinmiş sahneler misali aralara serpiştirildiği çok açık. Bu tespit kameranın arkasındaki şamatayı veya saklanan ekip ruhunu hissediyor. “Düzenbaz”, 70’lerdeymiş gibi davranırken bonus olarak destansı bir damar kazanmak istiyor. De Niro’nun sürpriz girişi de biraz ‘Baba’ (‘The Godfather’) serisine göndermeyi sezmemizi sağlıyor. Ama artık bu grenli yapı, neredeyse bütün filmlerde var. Destansı bir yapı oturtmak ise her baba yiğidin harcı değil. O. Russell gibi ‘mizah’la bağlantılı bir ismi, Ridley Scott, Francis Ford Coppola, Paul Thomas Anderson ile aynı teraziye koymak ne kadar akıllıca?
Bu durum aslında yapaylığı beraberinde getirirken, Tom Jones’un Delilah’sını da bulunduran müzik skalası yoluyla ise keyifli bir nostalji hissiyatını harekete geçiriyor. Ancak öyle ya da böyle “Düzenbaz”ın, ‘kumar’lı dolandırıcılık filmlerinden biri olmayıp günümüze uyum sağlama sürecinde ne Mamet’in “İspanyol Mahkum”u (“The Spanish Prisoner”, 1997) kadar zeki, ne de Johnson’ın “Bloom Kardeşler”i kadar radikal olabildiği ortaya çıkıyor. Daha da ileri gidersek bunların ikincisinin ‘postmodern dolandırıcılık filmi’ geleneğine yüklediği katmanlar açan sinefil ruhun yarısı bile olamıyor. Aksine Rian Johnson’ın izleyince sinirleneceği veya dalga geçeceği bir yapıta dönüşüyor.
KARAKTERLER ARAÇ DEĞİL AMACA DÖNÜŞÜYOR
Belirgin bir yaklaşımla hikaye kurgusuyla oynamak filmin tek sinemasal hamlesi gibi gözükürken, abartılı ve ironik tiplemelerden bir ‘Baba’ karizması çıkarma arzusu ‘tuhaf’ bir duygu yaratıyor. Bale, Cooper, Adams, Lawrence ve Renner’ın karikatürize ve makyajlı karakterleri ise ‘araç’ değil ‘amaç’ olarak kullanan bir iş canlanıyor nihayetinde. Bunlar, O. Russell’ın “Tesadüfler”deki (“I Heart Huckabees”, 2004) kalem kokan tiplemelerinin yanında ne kadar sahici tartışılır. Ama burada gerçek bir uyumsuzluk var. Ne entrika tatmin ediyor, ne tempoyu yer yer yükseltme hamlesi inandırıcı duruyor, ne de kirlilik seyirciye geçiyor. Aksine sinemaskopun ortasında sıkışan karakterler, diyaloglarla bir bir kendi şovlarını yapıyorlar çoğu zaman.
Üç kurgucu araya girip disko sekansı gibi anlara imza atmadığında ise karakterleri kaybedip dramatik yapıdaki muhtemel bağları göremez hale geliyoruz. Bale’in bir-iki kez göbeğinin inadına gösterilmesini garipserken, De Niro’nun da pespaye saçları ilginç ve ultra alaycı bir katkı veriyor. Kendimizi Mel Brooks filminin orta yerinde hissetmemizi sağlıyor. Adams’a Lawrence’ın her sahnede farklı bir kılığa bürünen bir performans büyücüsü kıvamında kompozisyonu eşlik ediyor. Cooper ise makyajı abartmaktan ziyade inandırıcı sakallarıyla ilgi çekiyor.
YÖNÜNÜ BİLEMEYEN BİR GÖRSEL KARMAŞA
O. Russell, kaybedenleri sevdiğinden burada üçkağıtçılardan, dolandırıcılardan böylesi bir noktaya uzansa, mizahla hafif dinamizm aşılasa daha iyi olurmuş. Ama karakter draması ciddiyeti, göstermelik uzun süre zafiyetiyle sarılınca, Hollywood tecrübesi olmayan görüntü yönetmeninin katkısıyla grenli bir yapaylık etrafı sarmış. Mekanik karakterlerden destansı bir yaklaşım yakalama arzusu yarı yolda kalırken, ‘suç komedisi’ tabanı güçlü bir metnin bu noktaya gelmesi de sanki ‘omurga’sız bir filmi beraberinde getirmiş.
“Düzenbaz” da ne “Belalılar”ın, George Roy Hill kıvraklığıyla 30’ları kavrama gücünü 70’lere taşıyabiliyor, ne de “Bloom Kardeşler”in postmodern müdahalesine yakın bir şeyler yapabiliyor. Aksine ne yöne gideceğini bilemeyen bir görsel-dramatik karmaşanın orta yerinde kalıyor. Sanki 100 dakikalık hafif enerjik ama dengeli bir dolandırıcılık komedisini sakinleştiren ara sekansların katkısı ile sağlam temeller üzerine oturtulmamış bir Oscar projesi üretilmiş gibi. Bu da ‘artakalan’ 40 dakikanın anlamsızlığını manidar kılıyor. Çok abartırsak, karşımıza çıkan için ‘overacted (abartılı) performanslarla birbirini yiyen oyuncular/ahlaksızlar/palyaçolar galerisi’ demek mümkün.
“Düzenbaz”, şüphesiz “Üç Kral” (“Three Kings”, 1999) ve “Tesadüfler” ile kariyerinin en başarılı eserlerine imza atan, her daim hiciv, absürdlük ve samimiyet duygusu yüksek olan O. Russell’ın en zayıf filmi. Bir yönetmenin kendi karakterlerini farklı türlere sokma arzusunun bazen geçerli olamayacağını da en direk yoldan kanıtlıyor. Zira sevdiği karakter yaratma işlevini burada da gerçekleştirip bizi ‘ikiyüzlü tiplemeler’le baş başa bıraksa da bu durum ortadaki entrikayı doldurmakta sıkıntı çekiyor. Esas eksenden çıkıp karakter yaratımına odaklanmak, dramatik akışı zedeliyor. Araya dönemin ruhunu anlatmak için attırılan yapay zoom teknikleri (muhtemelen dönemin önemli görsel araçlarından zoom objektifin kıvraklığıyla) ile paralel kurgu geçişleri ise bu durumu yukarı çekemiyor. Film, O. Russell’ın kariyerinde ciddi boks filmi “Dövüşçü”nün (“The Fighter”, 2010) ikinci bölümünde devreye giren temasal ve üslupsal karmaşayı, bütününe yaymasıyla anılacak. Oradaki becerikli ve eklektik rejinin belli bir noktadan sonra duygusallaşıp devre dışı kalması en belirgin eleştiri kıstasım olmuştu zira.
FİLMİN NOTU: 4.3
Künye:
Düzenbaz (American Hustle)
Yönetmen: David O. Russell
Oyuncular: Christian Bale, Amy Adams, Bradley Cooper, Jennifer Lawrence, Jeremy Renner
Süre: 138 dk.
Yapım yılı: 2013
‘KARLAR KRALİÇESİ’İNE YETİŞKİNLERE UYGUN YORUM
‘Karlar Kraliçesi’ masalının serbest bir uyarlaması olarak pazarlanan “Karlar Ülkesi”, o tabanı sanki Tolstoy romanlarından fışkıran bir Çarlık rejimi doğasıyla canlandırıyor. Kar macerasında samimi karakterlere, müzikal performanslara alan açıp eski Disney geleneğine bağlı kalırken, insan modellemelerinin çekiciliği ve yetişkinleri hedef alan temalarla dikkat çekmeye çalışıyor.
Disney’in Pixar’la uzun süre idare ettiği ‘bilgisayar animasyonu’nda Walt Disney Animation Stüdyosu ayrı bir kaynakçaya dönüştü. Yetişkinlerle bağ kurmak isteyip bunu becerememek derken bana kalırsa “Oyunbozan Ralph” (“Wreck-It Ralph”, 2012) bu konuda bir mihenk taşı oldu. Bir anlamda DreamWorks Animation ile girilebilecek bir mücadelenin habercisiydi. O eserin ortak senaristlerinden Jennifer Lee’nin ortak yönetmenliğinde üreyen “Karlar Ülkesi” (“Frozen”, 2013) de iddialı.
TOLSTOY ‘KARLAR KRALİÇESİ’NE EL ATMIŞ GİBİ
Çarlık rejiminde geçen ve soylu aristokrasinin arasına sızan bir Rus coğrafyasını tanımlıyor izlenimi bırakan eser, Hans Christian Andersen’in ‘Karlar Kraliçesi’ masalının da serbest bir uyarlaması. Ama sanki bir lanetle buz tutan bir krallık, dağ adamı ve küçük bir kardan adamın da dahil olduğu ‘kar macerası’ tanımıyla öne çıkıyor.
Bu durum aristokrasinin emellerini gözler önüne seren bir sınıfsal eleştiri için canlanıyor. Tolstoy’un devrim öncesi Rusya’sını ele alan romanlarında gördüğümüz metinsel anlayış, burada Karlar Kraliçesi’nin sihir algısıyla iç içe geçip, son dönemden “Prenses Lissi ve Karadamı Yeti” (“Lissi und der Wilde Kaiser”, 2007) ya da ‘Buz Devri’ (‘Ice Age’) ile akraba bir işe dönüşüyor.
“MANHATTAN’DA SİHİR”İN YANINDA ZAYIF
102 dakikalık rafine süresiyle “Karlar Ülkesi”, büyük oranda “Karmakarışık” (“Tangled”, 2011), “Prenses ve Kurbağa” (“The Princess and the Frog”, 2009) gibi modernize edilmeye çalışılan masallara bir yenisini daha ekliyor. Ama ‘Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’in radikal live-action animasyon film temsili “Manhattan’da Sihir” (“Enchanted”, 2007) gibi kalıcı bir işe dönüşemiyor. Bunun sebebi büyük oranda burada Disney’in alışkanlık haline getirdiği ‘müzikal sahneler barındıran animasyon’ ve ‘hayvan animasyonu’ geleneğinden parçaların devreye girmesi.
Bu durum “Karmakarışık”ta da vardı. Sadece ‘insan modellemeleri’nin özeni dikkat çekmişti. Sanki burada da bu konunun geçer not alması, insanlar arasında geçen süreçte sıfır postmodern müdahale ile bir klasik Rus edebiyatı çağrışımı hissetmemizi sağlıyor. Büyük oranda da çarlık rejiminde olabilecek itaat, iktidar, liderlik, hiyerarşi gibi kavramlar açığa çıkıp, ‘demokrasinin nesini eleştiriyoruz ki?’ denmiş oluyor.
FİLMİN NOTU: 6.3
Künye:
Karlar Ülkesi (Frozen)
Yönetmen: Chris Buck, Jennifer Lee
Süre: 102 dk.
Yapım yılı: 2013
COENLER’İN ‘ŞÖHRET YOLUNDA’YA SELAMI VAR
Coenesk öğeler taşıyan bir folk müzisyeni biyografisi filmi olarak anılabilecek “Sen Şarkılarını Söyle”, Dave Van Ronk’un hayatından esinlenen kurmaca bir başarısızlık hikayesini merceğine alıyor. “Şöhret Yolunda”ya selam çakan iyi çekilmiş bir esere dönüşse de, alt türün başyapıtı “Beni Orada Arama” ile boy ölçüşebilecek bir seviyeye ulaşamıyor. ‘Folk’ özelinde bir ‘insan’ öyküsü olarak öne çıkıp sükunetini korurken, gizemli objelerle, hayali anlarla, unutulmaz bir finalle ve çok iyi yazılmış capcanlı karakterleriyle perdeye dokunma arzusu yaratıyor.
Haftanın en iyisi “Sen Şarkılarını Söyle”yi dün kaleme almıştım.
FİLMİN NOTU: 6.7
Künye:
Sen Şarkılarını Söyle (Inside Llewyn Davis)
Yönetmen: Coen Kardeşler
Oyuncular: Oscar Isaac, Carey Mulligan, John Goodman, Justin Timberlake
Süre: 104 dk.
Yapım yılı: 2013
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU
47 Ronin: 3.3
Arkadaşlar Arasında: 2.3
Aziz Ayşe: 4
Bir Hurdacının Hayatı (Epizoda u Zivotu Bereca Zeljeza / An Episode in the Life of an Iron Picker): 3.8
Bir Vampir Hikayesi (Byzantium): 6
Bu İşte Bir Yalnızlık Var: 4.4
Buraya Kadar (This is the End): 4
Carrie: Günah Tohumu (Carrie): 3
Çocuk Pozu (Pozitia Copilului / Child’s Pose): 4.2
Danışman (The Counselor): 5.3
Dinozorlarla Yürümek (Walking with Dinosaurs): 0.7
Direniş Günlerinde Aşk (Apres Mai / Something in the Air): 5.4
Düğün Dernek: 3.9
Erkek Tarafı: Testosteron: 1.8
Erkekler: 3.5
Ferahfeza: 4
Genç ve Güzel (Jeune et Jolie / Young & Beautiful): 3
Gloria: 6.8
Halam Geldi: 3.5
Hayatboyu: 7
Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları (The Hobbit: The Desolation of Smaug): 5.9
Kaçış Planı (Escape Plan): 4
Kedi Özledi: 4.7
Kusursuzlar: 6
Küf: 6.5
MC Dandik: 3.5
Oldboy: 5.4
Onur Savaşı (Jagten / The Hunt): 5.5
Ölümsüz Aşk (Ain’t Them Bodies Saints): 5.9
Özür Dilerim: 2
Patron Mutlu Son İstiyor: 3.7
Popüler (Populaire): 6.1
Ruhlar Bölgesi: Bölüm 2 (Insidious: Chapter 2): 5.8
Sağ Salim 2: Sil Baştan: 3.2
Saroyan Ülkesi: 5
Senin Hikayen: 5.3
Sev Beni: 4.5
Sona Doğru (All is Lost): 2
Sürgün: 2.9
Tamam Mıyız?: 4
Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı (The Secret Life of Walter Mitty): 4.5
Yarım Kalan Mucize: 2.5
Yılın Savaşı (Battle of the Year): 1.6
Yozgat Blues: 6.5
Yunus Emre: Aşkın Sesi: 3
Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.