
Bugünkü program 'Pek Yakında'
2-3 EKİM FİLMLERİ
Stand-up çıkışlı komedi oyuncularımızdan Cem Yılmaz, ülkemiz insanına eleştirel bakışı, parodiye uygun mizah şekli ve Hollywood’la temas kurma arzusuyla popüler komedide kendine özel ve kaliteli bir yer edindi. “Pek Yakında” ise ‘cameo’larından incelikli karakterlerine kadar, tepeden tırnağa Yeşilçam ve korsan DVD sektörüyle ilgili iğnelemelerle dolu bir sinema güzellemesi. Yılmaz, akıllı durumlarla ve yaratıcı fikirlerle yürürken, küfürsüz mizahtan asla uzaklaşmadan Yeşilçam emekçileri ile korsan DVD satıcıları arasında leziz bir köprü kuruyor. Her sahnede müthiş işler çıkaran oyuncuların katkısıyla iyi hesaplanmış bir meta-komedi filmine imza atıyor.
Sadri Alışık’la ilişkili bir komedyen olarak anmak doğru olabilir. Ülkemizde yaşananlardan kendine sürekli iğneleyecek malzeme bulan Cem Yılmaz, ‘parodi filmleri’ni tüketti. Sıra artık başka formüllere geldi. Bilimkurgu filmleri, tarihöncesi filmleri, western filmleri derken, her şeyin ucu Yeşilçam taşlamasına uzandı. Ama bu taşlama, öyle muhalif bir taşlama değil. İncelikli yan hikaye, dramatik dönüş ve karakterlerle bezenirken, güzellemeyle yakın temas kuran bir hiciv “Pek Yakında”.
YÜKSEK BİR SİNEMA AŞKI VAR
Kimsenin canını yakmıyor. Tam tersine Enis Fosforoğlu’nu, sektörün yıllanmış emekçilerini, yapay oyuncularını, zamanı geçmiş arşivcilerini, iflah olmaz figüranlarını, eşcinsellerini, kaybedenlerini mercek altına alıyor. Onların dünyasında göndermelerle örülü bir durum komedisi mizanseni planlıyor. Birçok komedi oyuncusunun, yaratıcısının zamanı geldiğinde yaptığı gibi sektöre içeriden bakma hakkını kullanıyor. Belki de Mel Brooks’un, “Yapımcılar”da (“The Producers”, 1967) tiyatro, “Deli Dolu”da (“Silent Movie”, 1976) sinema sektörünü yapımcı ve yönetmenlerin gözünden alaya alması canlanıyor. ‘Metafilm’ (film içinde film) tanımını kapsayanları düşününce Şener Şen’in “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”nde (1990), Steve Martin’in “Çatlak Yönetmen”de (“Bowfinger”, 1999), Ben Stiller’ın “Tropik Fırtına”da (“Tropic Thunder”, 2008) sinema piyasasıyla dalgasını geçtiğini gördük.
Burada bunlardan ilki ve ikincisiyle akrabalık kuran Yılmaz, Brooks’u fazlaca andırdığı yönetmen-senarist-oyuncu kimliğini inkar etmiyor. Başka rollere kayma arzusuyla Peter Sellers’a yanaşsa da kendi projelendirdiği işlerde usta parodi yönetmenini takip etmiştir bana kalırsa. Nitekim Sadri Alışık-Mel Brooks karışımı beden ona uygundur, bu durum Hollywood öğelerini de içeri sokar, yüksek bir sinema aşkını beraberinde getirir.
HOLLYWOOD EĞİLİMİNDEN UZAKLAŞMIŞ
Örneğin “G.O.R.A.” (2004), “A.R.O.G” (2008) ve “Yahşi Batı” (2010) düşler ülkesinden belirlenen referanslarla yürüyen ve o kıtanın doğasındaki popüler estetiğe kaykılan eserlerdir. Bunu kimi zaman becerip kimi zaman beceremeseler de hedef bir prodüksiyon ve efekt kalitesi yakalamaktır. Sadri Alışık’ın ‘Turist Ömer’i misali, uzayda veya başka bir yerde bir Türk’ün yaşadığı şaşkınlık öne çıkarılmıştır.
Bana kalırsa “Pek Yakında” ile Cem Yılmaz’ın köklerine dönüp, kendi bildiğini yapması iyi olmuş. Yanına Ali Taner Baltacı ve Ömer Faruk Sorak’ı alarak Batı’nın popüler sinema algısını canlandırma arzusuyla yüzde yüz başarıya ulaşamazken güldürme yetisini de kaybetmeye başlamıştı. Burada ise tam tersi bir durum söz konusu. Seks filmleri furyasından ucuz fantastik filmlere, Yeşilçam melodramlarından korsan DVD sektörüne kadar her şey kontrol altında… Üstelik 1.85:1 formatı da bir hayli yerinde…
TÜRK FİLMLERİNİN KOPYASINI ÇIKARMAYIN!
1996’da “Eşkıya”nın setinde, Yılmaz’ın ta kendisinin canlandırdığı ana karakterin altıncı figüran olarak dahil olduğu açılış sekansı, Ozan Güven’in varlığıyla günümüze uzanan bir ‘yan hikaye’ oluşturuyor. Devamında 2014’e zıplayınca, korsan DVD satıcılığında ustalaşmış, ama bu yakıştırmayı üzerine almak istemeyen hafif muzip bir tiplemeyle yüzleşiyoruz. Cem Yılmaz’ın can verdiği Zafer, sistemi kurmuş, Kore filmlerini, Haneke filmlerini, blockbuster’ları nasıl konumlandıracağını biliyor. Yeraltındaki gizli karargahta her şey düzenli...
İmalı laf ise gözlerden kaçmayacak gibi: ‘Türk filmlerinin kopyasını çıkarmayın!’. Sektörü koruyan bu iğneleyici cümle, filmin ‘korsana hayır!’ demesinin bir başlangıcı. “Pek Yakında” her bireyiyle mutlu mesut bir aile yaşamı için muhafazakar bir ‘ne korsan satıcısı ne de izleyicisi olun’ mesajı veriyor. Yılmaz bu konuda net gözükürken, düşmanı göstererek eleştiriyor. Patrondan uzaklaşmayı, kendisinin can verdiği uzun saçlı gangster tiplemesinin ‘Avatar’daki ağacım’ ironisiyle dolduruyor.
‘ŞAHİKALAR’ DAHİYANE BİR FİKİR
Aslında dramatik yapı, mucizeler ve Yeşilçam’ın köhne başarı hikayeleri üzerine kuruluyor. Yılmaz bu yolu izlerken Ahben’in (Zafer Algöz) 1978’den bu yana elinde tuttuğu “Şahikalar: Kötülüğün Sonu”nun senaryosunu filme çevirmenin, yani imkansızın peşine düşüyor. Alter egosu, oğlu ve daha nice kişi ona eşlik ediyor. Arşivci Özkan Uğur müthiş bir mirasla karşımıza çıkarken, sanat yönetiminin campliği (bilinçli bayağılık estetiği) canlı renklerle taçlandırması, 70’lerden yükselen bir retro doku getiriyor.
Ailenin babası olmak için adımlar atmak isteyen Zafer, sektörde önemsenmeyen eşi Arzu’ya (Tülin Özen) kendi filminin başrolünü veriyor. Böylece sanat sinemasının hazzetmediği Yeşilçam’la kesişme noktası açığa çıkıyor. Arzu Film’e gönderme gibi duran Arzu’nun karşısına sektörün en şöhretli kişisinin, dublajla konuşan Boğaç Boray’ın eklenmesi aslında her şeyin tuzu biberi oluyor.
OYUNCULAR FARK YARATIYOR
Yeşilçam’ın eskimiş reflekslerini ve günümüzde korsan piyasasının bir yeraltı dünyasına açıldığı gerçeğini eleştiren “Pek Yakında”, hiçbir konuda sözünü sakınmıyor. Sanat sinemasının festival parasının peşine düşmesi, seks furyasıyla ünlenen kişilerin ana kuzusuna dönüşmesi, Yeşilçam’da saklı eşcinsellerin olması gibi imalı tespitlerle bizi kahkahaya boğuyor. Zafer Algöz, Zerrin Tekindor, Tülin Özen, Cengiz Bozkurt, Çağlar Çorumlu, Ayşen Gruda gibi oyuncular Yeşilçam prototiplerinde fark yaratıyor.
Ama Turgul ve Şener Şen’in ikna edilememesi filmin aleyhine olmuş. Açılış sekansı bu sebeple yara alıyor. Onların dublörleri kendileriyle hiçbir benzerlik içermiyor . Film, Yılmaz’ın en kişisel eseri olarak görülebilir. Onun durum komedisi yaparken iğneleme kıvraklığına zeki diyaloglar ve karakterler ekleyen muzip zihnine cuk oturuyor. Yeşilçam klişeleriyle dalga geçmek planlı bir sürecin parçasına dönüşüyor.
HOŞ BİR META-KOMEDİ FİLMİ
Fakat özellikle çiğ bir ‘bilimsel deney’den çıkan ‘süper kahraman’ meselesi, fantastik/bilimkurgu damarıyla tatmin ediyor. Bunu mizaha kaydırırken çizgi roman estetiği yaratan efektlerin yerinde durması önemli, saygıdeğer.
Film, kahkaha garantisi verirken, içinde 250.000 TL’ye çekilen “Şahikalar: Kötülüğün Sonu”nu da izleme arzusu yaratıyor. Yılmaz külliyatında en üst seviyeyi işaret eden “Her Şey Çok Güzel Olacak” (1998) ve “Hokkabaz”ın (2006) dram-komedi arasında duran çizgisine yaklaşıyor. “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” (1990) ile “Arabesk”i (1989) bir araya getirme şevkini gösteren lezzetli bir meta-komedi filmine dönüşüyor.
FİLMİN NOTU: 5.7
Künye:
Pek Yakında
Yönetmen: Cem Yılmaz
Oyuncular: Cem Yılmaz, Tülin Özen, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Çağlar Çorumlu, Cengiz Bozkurt, Yılmaz Erdoğan, Nurgül Yeşilçay, Mazhar Alanson
Süre: 129 dk.
Yapım yılı: 2014
‘DRACULA’YA DESTANSI ÖN BÖLÜM
Günümüzde furyaya dönüşen vampir motifi, fantastik sinemanın da alt türleri ve formüllerinin ciddiye alınmasıyla her geçen gün bambaşka projelerle perdede şansını deniyor. “Dracula: Başlangıç”, Bram Stoker’ın romanına ve vampir filmi denemelerine önceki yüzyıllarda geçen bir ön bölüm ekleyerek, kan emiciliğinin başlangıcına gidiyor. Fatih Sultan Mehmet ile Transilvanya Prensi Vlad’ın mücadelesinden çıkan alternatif tarih okuması kimi kesimleri rahatsız edecek olsa da, karşımızda yaratıcı ve iyi çekilmiş bir eser var.
1930’ların aristokrasiyi temsil eden canavarı Dracula, ‘vampir filmi’ne Universal kaynaklı, mühimsenmesi gereken bir yol açmıştı. Şirket, o zamandan bu yana ilk kez iddialı bir alt tür ürünü ile çıkageliyor. 100 milyon dolarlık bütçe, “300” (2006) ile tanınan Legendary Pictures’ın yeni nesle ayak uyduran efekt katkısı derken, fantezi-epikle bağdaştırılan bir ‘Kazıklı Voyvoda’ temsili görüyoruz.
OSMANLILAR’IN ÜZERİNE YARASA YOLLAMA GÜCÜNDE
“Dracula: Başlangıç” (“Dracula Untold”, 2014), Bram Stoker’ın romanını, karakterlerini kaynak alsa da sıfırdan inşa edilen bir film. Sinemanın ilk uzun metrajlı vampir filmi olarak bilinen Murnau’nun “Nosferatu”sunun (“Nosferatu, eine Symphonie des Grauens”, 1922) ön bölümü olarak anmak doğru olur mu bilinmez. Ama projenin önceki yüzyıllarda Kont Dracula’nın, Vlad’ın kan emiciliğe nasıl bulaştığını anlatma işlemi vizyon sahibi bir şekilde sunuluyor.
Transilvanya Prensi’nin Fatih Sultan Mehmet ile mücadelesi, onun 1000 asker arzusuna karşı çıkması, fantastik öğelerle örülü bir tarihi savaşı beraberinde getiriyor. Bu savaş karşısında Evans’ın karakteri Caligula adlı vampir ustasının yaptığı büyü ile şekil değiştiriyor. Mağarada vampirliğe geçiş yapıyor. Bir anda yarasaları Türk ordusuna yönlendirme gücüne sahip olan bir aristokratı selamlıyoruz.
TARİHÇİLERİ RAHATSIZ EDEBİLİR
İlk kadınını tatması, ilk kan emme seremonisiyle yüzleşmesi, ilk kez gün ışığını görmesi derken, her şeyin etrafında bir ‘ilk’ sıfatı akıp gidiyor. Yönetmen, efekt yönetimine iyi çalışırken, paralel kurgu ile savaş sahnelerini müthiş inşa ediyor. Oyuncuların kendini öne atmaması filmin lehine işliyor. Böylece ‘Yüzüklerin Efendisi’ (‘The Lord of the Rings’) ile “Dracula”yı (1992) birleştirme fikri büyük oranda tutuyor.
Elbette Türk ordusunun Türkçe konuşurken yapay, sonradan eklenmiş, ağzı tutturamayan bir dublajla sarılması kabul edilemez. Buna Luke Evans’ın eşlik etmesi de gülünç anlar doğuruyor. Dönemin Osmanlı İmparatorluğu’nun barbarlığı gayet normal ama alternatif tarih okuması kimi tarihçileri sinirlendirebilir. Osmanlılar’a ‘Türk’ diye hitap edilmesi de bu konuya katılabilir. Ama ‘Batı’ ordularının Türkler’i ancak özel güçlerle yenebildiği gerçeği bizim lehimize bir durum.
‘KARANLIKLAR ÜLKESİ: LYCANLARIN YÜKSELİŞİ’Nİ TERCİH EDERİM
“Dracula: Başlangıç”, ‘kılıç ve büyü’ (‘sword and sorcery) katmanlı, ‘fantezi-epik’ dolgulu bir Dracula ön bölümü olarak adımlar atıyor. “Bıçağın İki Yüzü” (“Blade”, 1998), “Karanlıklar Ülkesi” (“Underworld”, 2003), “Alacakaranlık” (“Twilight”, 2008) gibi seriye dönüşür mü bilinmez. Ama fantastikten beslenme konusunda günümüze bir hayli uygun.
Öte yandan “Karanlıklar Ülkesi: Lycanların Yükselişi”nin (“Underworld: Rise of the Lycans”, 2009) vampirlerle kurt adamların geçmişteki mücadelesine bakma ‘özgünlük’üne ulaşamıyor. Geleneksel damarıyla onunla adeta bir kardeşlik ilişkisi kuruyor.
FİLMİN NOTU: 6.2
Künye:
Dracula: Başlangıç (Dracula Untold)
Yönetmen: Gary Shore
Oyuncular: Luke Shaw, Sarah Gadon, Charles Dance, Dominic Cooper
Süre: 92 dk.
Yapım yılı: 2014
‘KRAL’I GELSE FARK ETMEZ
Oyunculuklarından sinematografisine, rejisinden görüntü formatına kadar, her yanıyla ucuz bir video filmi… “Prens”, kırılgan dramatik dönüşleri, garip mimiklerle sarılan performansları ve parlak renkleri gösteriş olsun diye kullanan renk paletiyle anılacak.
Küllerinden doğan bir tetikçinin, kızını kurtarma öyküsü belki ‘Taken’ serisini çağrıştırabilir. “Prens” (“The Prince”, 2014) bu amaçla mı üretilmiş bilinmez. Ama kurgusundan oyuncularına kadar kelimenin tam anlamıyla bir video filmi olduğunu onaylamaya yarıyor bu durum. Jason Patric’in ise 90’lardaki yükselişinin ardından yaşadığı duraklama döneminin en dip noktasını görmesini sağlıyor.
CUSACK YATAKTAN KALKIP GELMİŞ
Brian A. Miller, alt seviyedeki eserlerinin beşincisinde de yine dar bir kitleyi hedef alıyor. Göstermelik sinemaskop oranı ve hafif yüksek tutulan prodüksiyon kalitesi hiçbir şeyi kurtaramıyor. Aksine parlaklaşan renklerin gösterişine kapılmamızı istiyor. Patric’in kaş hareketlerinden konuşmalarına kadar bu kadar yapay olabilmesini, öncesini bilenler, “August King’in Yolculuğu” (“The Journey of August King”, 1995) ve “Kardeş Gibiydiler”i (“Sleepers”, 1996) izleyenler muhtemelen büyük şokla karşılayacak.
Ama itiraf edelim, John Cusack’ın yataktan kalkmış gibi taranmamış, düzensiz bir saçla ve şaşkın bakışlarla içeri girmesi şaşırtmıyor. Bruce Willis ise bireysel karizmasıyla ‘artık bitmiş’ dedirttiği son ‘Zor Ölüm’ (‘Die Hard’) filmini akla getiriyor. “Prens”, acemi bir video filminin kıvranmasından yalapşap haller çıkarıyor.
Patric ve Cusack’ın hareketlerini takip etmek bile gülünç duran “Prens”i ti’ye almak için yeterli olabilir. Ama aksiyon senaryosu, polisiye mizanseni ve suç meselesi o kadar üstünkörü planlanmış ki, adeta detaylar havada uçuşuyor. Bir yere oturmadan çatısız dramatik yapıdan üzerimize öylesine dökülüyor.
FİLMİN NOTU: 1.7
Künye:
Prens (The Prince)
Yönetmen: Brian A. Miller
Oyuncular: Jason Patric, Bruce Willis, John Cusack, Gia Mantegna
Süre: 93 dk.
Yapım yılı: 2014
DENEYSEL MUSA ANTER FİLMİ
Kürt aydın Musa Anter’in ülkemizde yaşadığı zorluklara odaklanan “Asasız Musa”, kurmaca bir sinema filminden ziyade video-art parçalarından oluşan bir biyografik deneysel film… Bu sebeple de çabasına saygı duyarak modern sanat müzelerinde gösterilmesi daha sağlıklı olur.
20 Eylül 1992’de JİTEM’in kurbanı olan Musa Anter, her zaman Kürt camiasında nefretin kurbanı olmasıyla anıldı. Yazar, şair ve gazeteci kimliğiyle özgürlükleri kısıtlanan bir birey oldu. Etnik ayrımcılığın uzandığı en uç noktayı gördü. Bugünlerde de geriye dönülüp bakılınca silahlı saldırıya uğraması bir insanlık suçu…
MODERN SANAT MÜZELERİNDE SORGULANMALI
Aydın Orak, “Asasız Musa”da, onun giydiği şeylerden yola çıkarak hareket ediyor. Video-art parçaları kullanıyor. Deneysel yönetmenlerle, Andy Warhol’la, Peter Greenaway’le bir arada anılacak bir esere imza atıyor. Metaforlarla örülü bir biyografik film böylece canlanıyor.
Ne kadar işlevsel ve anlamlı? Tartışılır. Ama ortada bir şeye karar veren bir düşünce adamı var. Orak, bu sebeple çok fazla yargılanmamalı. Ama taşın da, pardösünün de, fötr şapkanın da, tarlanın ortasında duran televizyonun da anlamını sorgulamak modern sanat müzelerinde daha mantıklı olabilir.
FİLMİN NOTU: 3.8
Künye:
Asasız Musa
Yönetmen: Aydın Orak
Oyuncular: Turgay Tanülkü, Selamo, Şenay Aydın, Rahşan Anter, Dicle Anter
Süre: 80 dk.
Yapım yılı: 2014
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU
Açık Pencereler (Open Windows): 5.5
Adalet (The Equalizer): 6.5
Aşk Tarifi (The Hundred-Foot Journey): 3.3
Attila Marcel: 4.2
Azazil: Düğüm: 2.6
Ben, Kendim ve Annem (Les Garçons et Guillaume, à Table! / Me, Myself and Mum): 3.5
Ben O Değilim: 5.5
Belalı Rehine (Life of Crime)
Betondaki Çatlaklar (Risse Im Beton): 4
Bizi Kötüden Koru (Deliver Us From Evil): 3.2
Böcek: 4
Cehennem Melekleri 3 (The Expendables 3): 2.3
Cin (Jinn): 6
Çakma Polisler (Let’s Be Cops): 3
Çilek: 3.5
Dehşet Kasabası (Aux Yeux Des Vivants / Among the Living): 5.5
Eğer Yaşarsam (If I Stay): 5.1
Fırtınanın İçinde (Into The Storm): 2.7
Galaksinin Koruyucuları (Guardians of the Galaxy): 7.6
Günah Şehri: Uğruna Öldürülecek Kadın (Sin City: A Dame To Kill For): 7
Hafta Sonu (Weekend): 4
Herkül: Özgürlük Savaşçısı (Hercules): 2
İnsan Avi (A Most Wanted Man): 5.5
İtalya Tatili (Walking on Sunshine): 6.1
Kahraman Şövalye Justin (Justin and The Knights of Valour): 2.9
Kanunsuzlar: 3
Karabasan (The Babadook): 7
Kaset İşi (Sex Tape): 6.1
Kayıp Karıncalar Vadisi (Minuscule): 6.5
Keşke Burada Olsam (Wish I Was Here): 5.7
Körlük (Blind): 6.7
Labirent: Ölümcül Kaçış (The Maze Runner): 7.7
Liseli Polisler 2 (22 Jump Street): 4.7
Lucy: 3.9
Monako Prensesi Grace (Grace of Monaco): 5.5
Muska: 2.7
Ninja Kaplumbağalar (Teenage Mutant Ninja Turtles): 5.1
Sokak Dansı 5: Rüya Takımı (Step Up All In): 5.4
Sürpriz Damatlar (Qu'est-ce Qu'on A Fait Au Bon Dieu?): 2
Şef (Chef): 4.2
Toprağa Uzanan Eller: 3.1
Yatak Dersleri (A Coup Sûr): 2
Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.