Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şampiyon olmak isteyen rodeocu bir kovboyla New York sanat dünyasına girmeye hazırlanan genç bir kızın aşk hikâyesini anlatan “Seninle Bir Ömür” (The Longest Ride), romantik filmleri sevenler için ideal bir seçim...

        MADDİ değerlerle dolu bir dünyada aşkın değerini ve önemini anlatmaktan vazgeçmeyen romancı Nicholas Sparks, Hollywood için bir çeşit “romantizm madeni”nden farksız. “Seninle Bir Ömür”, 1999 yapımı “Aşk Mektubu” ndan (Message in a Bottle) bu yana Sparks’ın sinemaya uyarlanan onuncu kitabı. Film, romantizmden hayli uzak bir atmosferde, bir rodeo gösterisiyle açılıyor. Yönetmen George Tillman Jr., Luke Collins’in (Scott Eastwood) hazırlıklarını, boğanın üstüne oturuşunu ve tutunma çabalarını gerilim filmi tadında çekiyor. Ardından bizi bir yıl sonraya götürüyor ve şortlu güzel kızların dolaştığı güneşli bir kampus ortamında, üniversite son sınıf öğrencisi Sophia (Britt Robertson) ile tanıştırıyor.

        ÖNEMLİ OLAN AŞKTIR

        New York’taki bir sanat galerisinde yıllarca hayalini kurduğu bir staj fırsatı bulan Sophia, Kuzey Carolina’daki son günlerini yaşıyor. Böylece daha “oğlan kıza rastlamadan” önce ilişkinin önündeki engeli öğrenmiş oluyoruz. Sophia, Manhattan’ın çağdaş sanat ortamı ile rodeocu kovboyun geleneksel çiftlik hayatı arasında kalacak; ilişkinin sürmesi taraflardan birinin fedakârlığını gerektirecektir... Bu arada ilk çıktıkları gece hayatlarına Ira (Alan Alda) ve onun geçmişte Ruth (Oona Chaplin) adlı bir kadınla yaşadığı aşk öyküsü giriyor. “Seninle Bir Ömür”, bu noktada, paralel öyküler itibarıyla bir başka Sparks uyarlaması olan “The Notebook”u andırmaya başlıyor. Bir yanda 1940’lı yıllarda, diğer yanda ise günümüzde geçen iki aşk hikâyesi seyrediyoruz. Ira’nın anlattıklarının, Sophia ile Luke’un vereceği kararda yol gösterici bir işlevi olacağını tahmin etmek elbette zor değil. Ne aşk ne de kadın, erkek ilişkileri üzerine yeni bir şey söyleyen “Seninle Bir Ömür”, “eski usul aşk filmlerinin kafasını” takip ediyor. “Önemli olan aşktır ve geri kalan her şey de ona göre şekillendirilmelidir” diyen net bir tavrı var.

        Yönetmen Tillman Jr., seyirciyi bu duygusallığın içine çekmek için yumuşak, canlı renklerle dolu, huzur veren sıcak bir görsel atmosfer kurmuş. Rodeo bölümlerini ise tümüyle zıt üslupta bir spor filminin gerektirdiği dinamizmle çekmiş. Kendi adıma filmde yönetmenlik adına en çok rodeo sahnelerini beğendiğimi, Tillman Jr.’ın seyre değer çekimlere imza attığını söyleyebilirim. Geri kalan her şeyinse bildik aşk filmi klişeleri üzerinden ilerlediğini ve orijinallik taşımadığını düşünüyorum. Ancak karakterlerini iyi işleyen ve sürükleyici olmayı başaran bir film bu. Scott Eastwood’un hem fiziği hem de oyunculuk tarzıyla babası Clint Eastwood’a “Hık demiş burnundan düşmüş” dedirtecek kadar benzediğini belirtelim. Şarlo’nun torunu Oona Chaplin de Ruth rolünde akılda kalıcı bir performans çıkarıyor. Aşkın her zorluğun hakkından geleceği romantik bir film seyretmek isteyenlere tavsiye edilir.

        Filmin notu: 6

        Maori usulü dövüş filmi

        “SAVAŞÇI” (The Dead Lands), Yeni Zelanda yerlileri Maoriler arasında geçen bir “dövüş filmi”. Türün birçok filminde olduğu gibi öykü intikam üzerine kurulu. Başta babası olmak üzere kabilesinin bütün erkekleri öldürülen genç prens Hongi (James Rolleston), katliamı gerçekleştiren Wirepa (Te Kohe Tuhaka) ile adamlarından intikam almak için canavar diye nam salmış, insan eti yiyen Savaşçı’dan (Lawrence Makoare) yardım alır.

        Glenn Standring’in yazdığı senaryonun gayesi, bir erkeklik kültürü eleştirisi getirmek ve şiddetin çıkmaz bir yol olduğunu vurgulamak. Hongi ile Wirepa kendilerini şiddet ve dövüş üzerinden kanıtlamak isteyen, şan, şeref peşindeki genç karakterler. Maori dilinde çekilmiş filmi Hongi açısından bir büyüme öyküsü olarak görmek mümkün. Açılış sahnesinde, tam bir canavar olarak karşımıza çıkan Savaşçı bence filmin en ilginç karakteri. Öykü içindeki konumu, korkuyla şiddet arasındaki ilişkileri açığa çıkarıyor ve şiddetin özünde bir kişilik zayıflığı olduğunu gösteriyor.

        Çoğu dövüş filminde olduğu gibi “Savaşçı”nın çelişkisi, şiddeti eleştiren bir öyküyü şiddet dolu bir sinemayla görselleştirmek. Film seyirciyi öncelikle dövüş koreografisi ve grafik şiddet konusunda tatmin etmeyi hedefliyor. Kan ve şiddet konusunda “cömert” davranmaktan hiç kaçınmayan yönetmen Toa Fraser yüksek prodüksiyon kalitesine sahip özenli bir iş çıkarmak için elinden geleni yapıyor; anlatım estetiğini üst seviyede tutmaya çalışıyor. Finalin öykü açısından filmi anlamlı bir yere taşıdığı kesin ama tüm bu “kenar süsleri”, Yeni Zelanda-İngiltere ortak yapımı “Savaşçı”yı şiddet istismarı yapan bir dövüş filmi olmaktan kurtaramıyor.

        Filmin Notu: 5

        Diğer Yazılar