Bir 'Kuzu'm bile yok
Kutluğ Ataman’ın geçtiğimiz yıl Antalya’da Altın Portakal kazanan filmi “Kuzu” gösterimde. Sinemamız için alışılmadık bir köy filmi olan “Kuzu”, oğlunun sünnet yemeği için kuzu kesmek isteyen yoksul Medine ile kaypak kocası İsmail’in hikâyesini anlatıyor
Kutluğ Ataman’ın uzun bir aradan sonra çektiği ilk sinema filmi olan “Kuzu” sadece öyküsüyle değil; o öyküyü şekillendiren yazar-yönetmenin varlığıyla da öne çıkan bir film. Özellikle 1990’larda “postmodernizm”, “yapıbozumu” gibi etiketleşen terimlerle birlikte yan yana anılan bu tarz filmlerde yönetmen, sadece bir hikâye anlatıcısı değil, tanıdık klişeleri ve öyküleri yeniden yorumlayan bir sanatçıdır.
İŞARET ETTİĞİ MESELE ÖNEMLİ
“Kuzu”nun öyküsü pek tanıdık olmasa da Ataman başta Türkiye sinemasının köy filmi geleneği olmak üzere, seyircinin tanıdığı klişeler ve karikatürize tiplerden yola çıkıyor. Ataman için “Kuzu”da önemli olan, öykünün inandırıcılığı ve gerçekçiliğinden ziyade işaret ettiği mesele. İktidarını korumaya çalışan erkekler ile erkeklerin dağıttığı hayatı toparlamaya çalışan kadınları anlatan bir film bu.
TUTTUĞUNU KOPARAN KADINLAR
Film yoksul olmalarına rağmen oğlunun sünnet yemeğini yapmaya kararlı olan Medine (Nesrin Cavadzade) ile sorumsuz kocası İsmail’in (Cahit Gök) öyküsü üzerine kurulu. İsmail için pavyon şarkıcısının sevgilisi olmak, oğlunun sünnetinden daha önemli. Çünkü ailesi, onun iktidarının doğal bir parçası. Pavyon şarkıcısını tavlamak ise iktidarını genişletmenin ve diğer erkeklere duyurmanın bir yolu.
Ataman filmde, “şehre gelip erkekleri baştan çıkartan pavyon şarkıcısı” (Nursel Köse) ya da “o şarkıcıya her şeyini kaptırmaya hazır saf erkek” gibi tanıdık klişeleri; alkolik sünnetçi (Taner Birsel), faizci muhtar (Güven Kıraç) gibi karikatürize erkek tiplerini gerçekçi olduğu kadar şaşırtıcı ve etkileyici kadın karakterlerle yan yana getiriyor. Erkek kardeşi Mert’i (Mert Taştan) “Seni kesip yiyecekler” diye kandıran küçük Vicdan (Sıla Lara Cantürk) dahil olmak üzere filmdeki farklı kuşaktaki tüm kadınlar ne istediklerini bilen, mizah duygusuna sahip, sorun çözmesini bilen güçlü karakterler. “Kuzu”, tuttuğunu koparan bu duyarlı, akıllı kadınların hayatı nasıl değiştirebileceklerini, erkeklerin dünyasıyla nasıl baş edebileceklerini gösteren bir film.
ALTERNATİF BİR KÖY FİLMİ
Sünnet düğününde babası tarafından “pişirilip yenilmemek” için kuzu arayan, bu arada sünnet travması ve iğdiş edilme korkusuyla baş etmeye çalışan küçük Mert, memleketin bir türlü büyümeyen erkeklerini hatırlatan bir karakter. Mert’i bir kuzu getirerek kurtaracağını söyleyen uzun saçlı motosikletli ise Ataman’ın filmin masalsı yanını vurguladığı muzip bir şakası adeta.
Klişelerin beklenmedik yeniliklerle aynı çatı altında buluştuğu “Kuzu”, Feza Çaldıran’ın doğa görüntüleri, mizah anlayışı, masalsı ve gerçekçi özellikleriyle bence sinemamız için alternatif bir köy filmi.
Filmin notu: 7
‘Sessiz’ şiddet
UKRAYNALI yönetmen Miroslav Slaboshpitsky’nin yazıp yönettiği “Kabile” (Plemya) bir sağır dilsizler okulunda geçiyor. Okula yeni gelen yatılı öğrenci bir suç çetesine katılıyor ve geceleri TIR şoförleriyle para karşılığı seks yapan kız öğrencilerden birine âşık oluyor...
ALTYAZISIZ İŞARET DİLİ
Filmdeki bütün karakterler işaret diliyle anlaşıyor, altyazı kullanılmıyor. Her sahne tek plan olarak çekiliyor, karakterlerin yakın çekimlerinden uzak duruluyor. Kamera mizansene göre hareketli ve oynak olabilirken, bazen sabit kalıyor. Slaboshpitsky’nin ilk uzun filmi olan “Kabile”, diyalogsuz anlatımı ve dakikalarca süren uzun planlara dayanan üslubuyla dikkat çeken bir film.
İddialı ama iddiasının altında ezilmeyen, sağlam, etkileyici bir anlatımı var. Sözgelimi anestezisiz kürtaj sahnesi çok çarpıcı ama öykü için kritik öneme sahip sevişme sahnesini unutmamak gerek. O sahne o ana kadar hayatını tümüyle başkalarının iradesine bırakmış ana karakterimiz için bir dönüm noktası. Cinsel tutku ruhundaki bütün boşluğu dolduruyor ama iradesini bu kez de içgüdülerine teslim ediyor; içindeki arzu ve şiddetin esiri haline geliyor.
Ne var ki “Kabile”nin üslubu kadar çarpıcı bir meseleye ve hikâyeye sahip olduğunu söylemek zor. Slaboshpitsky, “delice âşık olmak”, “masumiyetin kaybı”, “içindeki şiddeti keşfetme” gibi sıkça kullanılan ana akım sinema motiflerine yenilikçi bir bakış açısı getiremiyor. Özellikle finalin “çok etkileyici” olma adına bir çeşit şiddet pornografisine dönüştüğünü düşünüyorum.
Filmin benim için en çarpıcı yanı ayağa kalkmaya çalışan bir ülkenin maddi sıkıntılarını, sancılarını, yorgunluğunu arka planda sessizce anlatan o hüzünlü, bakımsız mekânlar ve kırık dökük, mütevazı yaşamlar oldu... Slaboshpitsky keşke suç filmi kulvarına girmek yerine fahişelik yapan genç kızın hikâyesine odaklansaymış. Bir çıkış yolu arayan o genç kızın, hepsi de birbirine benzeyen erkeklerden çok daha fazla şey anlattığını düşünüyorum.
Filmin notu: 6.5