Çöl aldı götürdü
FİLMİN NOTU: 6.5
Başrollerinde Nicole Kidman, Joseph Fiennes ve Hugo Weaving’in oynadığı “Fırtınanın Ortasında” (Strangerland), çölün ortasındaki bir kasabada kayıp çocuklarını arayan Avustralyalı bir anne babanın öyküsünü anlatıyor.
KARANLIKTA yitip giden titrek jenerik yazıları, çölden buğulu görüntüler, gerilim filmlerini aratmayan bir müzik ve sabah vakti kasabada dolaşan bir çocuk... “Fırtınanın Ortasında” (Strangerland) huzursuz, tekinsiz duygularla açılıyor. Peşinden uyumsuz, mutsuz bir aile tablosu geliyor: Asabi, mutsuz baba (Joseph Fiennes); dalgın, kederli anne (Nicole Kidman) ve asık suratlı erkek çocuk (Nicholas Hamilton). Evin en mutlusu ise 15 yaşındaki Lily (Maddison Brown) gibi görünüyor ama onun da ciddi sorunları olduğunu hissetmek zor değil.
ÇÖL FİLMİN YARDIMCI OYUNCUSU
“Fırtınanın Ortasında”yı seyrederken sıkıntıyı adeta somut bir şeymiş gibi hissediyor; şu kasabadan çıksak artık diyorsunuz. Ancak Tom ve Lily’nin kaybolmasıyla kasvet artıyor. Çöl kuşkusuz anahtar imgelerden biri. Hatta filmin “gizli yardımcı oyuncusu”. Yönetmen Kim Farrant ilk bölümde, havadan yüzlerce metre yukarıdan gerçekleştirdiği kuşbakışı çekimde kasabayı çölün doğal bir parçası olarak gösteriyor. Kasaba çölün içinde yitip gitmiş durumda. Herkes Lily ile Tom’un da çölde yitip gittiğinden emin. Film boyunca kamera bazen çölün ve çorak dağların üzerinde Lily ve Tom’u arıyor. Yükselen müzik bizi umutlandırsa da her seferinde ıssızlıktan başka bir şey çıkmıyor karşımıza. Yönetmenin amacı belli ki seyirciyi çölün acımasızlığıyla yüz yüze getirmek.
GİZEMLİ BIR AİLE GERİLİMİ
Filmi de zaten “Çocuklar çıkıp gelse ne değişecek ki?” gibi bir ruh haliyle izliyoruz. Ortalıkta belki kötü adamlar yok ama hiç kimsenin kendini iyi hissedemeyeceği bir atmosfer var. Burada Farrant’ın yönetmenlik başarısını teslim edelim: Güneşin yakıcılığını; çölün tozunu, toprağını; insanların çevresinde uçuşan sinekleri bize hiç unutturmuyor. Görüntü yönetmeni P. J Dillon, çöl filmlerinde pek alışık olmadığımız, sıcak renkleri koyu tonlarla buluşturan özgün renk paletiyle atmosfere kayda değer bir katkıda bulunuyor. Kaldı ki filmin meselesi ile atmosfer arasında ayrılmaz bir bağ var. Michael Kinirons ve Fiona Seres’in yazdığı senaryo, ergenlik çağındaki kızının cinsel uyanışıyla baş edemeyen babayı işaret ediyor bize. Geleneksel erkek yaklaşımına sahip baba aslında kızını ve eşini yıllar önce kaybetmiş durumda. Teleobjektifle yapılan bir çekimde olduğu gibi, Lily çölde titreşerek yok oluyor adeta. Özgür ruhlu bir genç kızın öyle bir kasabada, öyle bir babayla sağlıklı bir yaşam sürdürmesi zaten mümkün değil.
Bu noktada Peter Weir’in 1975 tarihli “Hanging Rock’ta Piknik” (Picnic at Hanging Rock) adlı filmiyle bir akrabalıktan söz edilebilir. O filmde de genç kızlar, kendilerini bekleyen erkek egemen dünyanın kısırdöngüsünden gizemli bir âleme kaçar, ortadan kaybolurlar. Michelangelo Antonioni’nin aniden yoklara karışan genç bir kadını anlatan “Macera” filmini hatırlamak da mümkün. Ancak Kim Farrant, hikâyeyi gizemli bir aile gerilimi, dedektif Rae’yi (Hugo Weaving) olumlu bir kahraman olarak geliştirdiği için sözünü ettiğimiz klasiklerin alternatif havasına yaklaşamıyor. Ensest şüphesini de akla getiren ve Lily’nin sürekli tekrar edilen sözlerinden hareketle bir çeşit “boşlukları doldurun” oyunu oynamamızı istiyor ama hikâyeyle final arasındaki doku uyuşmazlığını çözemediği kesin. Filmi çok sevdiğimi söylemem olası değil ama atmosferi, yönetmenliği ve feminist alt metniyle ilgiye değer yanlar içerdiğini de inkâr edemem.
STRİPTİZ ŞOVU
TÜRKIYE’DE “Striptiz Kulübü” adıyla 2012’de gösterilen “Magic Mike”, günümüzün acımasız rekabet dünyasını, insan bedeni ve cinsellik üzerinden anlatan ilgiye değer, nitelikli bir filmdi. ABD’deki finansal krizin sarsıntılarını da hissettiren öykü, Mike’ın (Channing Tatum) striptiz kulübündeki aldatıcı sefahat dünyasını terk etmesi üzerine kuruluydu. İlkinden 3 yıl sonra başlayan “Magic Mike XXL” ise Mike’ın son bir gösteri için arkadaşlarıyla buluşmasını anlatıyor. Yönetmenlik koltuğunu Steven Soderbergh’den devralan Gregory Jacobs, filme artık marangozluk yapan Mike’ın günlük hayatından donuk ve kederli yalnızlık görüntüleriyle başlıyor. Daha bu sahnelerden, Mike’ın geçmiş hayatını özlediğini hissedebiliyoruz. Kaldı ki, yeni filmin striptizcilik mesleğinin anlam ve önemi üzerine kurulu olduğu söylenebilir. İlk filmin de senaryosunu yazan Reid Carolin striptizcilerin, erkeklerden aradıkları ilgiyi bulamayan kadınları mutlu etmek gibi bir misyonları olduğunun altını çiziyor ve onları bu kez “yozlaşmış bir dünyanın” parçaları olarak değil, bir arkadaş grubu olarak gösteriyor.
Mike ve arkadaşları, bir patrondan kurtulup kendi başlarına kaldıklarında, kendi özgün şovlarını arıyor, mesleklerini tutkuyla icra ediyorlar. Kötü adamların olmadığı, keskin dramatik çatışmalara yer verilmeyen, düz ve sade bir yol öyküsü bu. Film boyunca erkek striptizcileri, kendi aralarında sohbet ederken ya da kadınları mutlu etmeye çalışırken görüyoruz. Finaldeki şovda ise gelecek hayalleriyle striptizi birleştiriyorlar. Ne var ki, tüm bu iyi niyetli hamleler, “Magic Mike XXL”in özünde bir striptiz şovu olduğu gerçeğini değiştiremiyor. İlk filmle karşılaştırmayı boş verip tek başına değerlendirdiğimizde dahi öyküsü, anlatımı ya da karakterleri itibarıyla çok da ciddiye alınabilecek bir yanı olmadığını düşünüyorum.