Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Fransız yönetmen François Ozon’un Ruth Rendell’in bir öyküsünden sinemaya uyarladığı “Yeni Kız Arkadaşım” (Une nouvelle amie), sevgiye, cinselliğe önyargılardan uzak, ince bir mizah duygusuyla yaklaşıyor

        FRANÇOIS Ozon, 2000 tarihli filmi “Kumun Altında”da kocasını kaybeden burjuva bir kadının öyküsünü anlatır. O filmde ölüm korkusu, ölümle yüzleşmeyi kabul etmemek şeklinde gösterir kendini. Ozon’un Ruth Rendell’in kısa öyküsünden uyarladığı yeni filmi “Yeni Kız Arkadaşım” da bir ölümle başlıyor. Genç yaşta hayata veda eden Laura (Isild Le Besco), eşi David (Romain Duris) ve en yakın arkadaşı Claire’in (Anais Demoustier) ruhlarında çok derin bir boşluk açılmasına neden oluyor. Sürprizi ele vermemek için hikâyenin ayrıntılarına girmek istemiyorum ama her şeyin bu boşlukla ilgili olduğunu, filmin dipten dibe ölüm korkusunu konu aldığını söylemem mümkün. “Yeni Kız Arkadaşım”ın “Kumun Altında”dan en önemli farkı ise ölüm korkusunun yarattığı arzular üzerinden ilerlemesi, cinselliğe ve içgüdülere çok geniş bir saha açması. Hatta belirli bir açıdan Hitchcock’un “Sapık” filmiyle uzaktan akraba olduğu dahi öne sürülebilir ama şiddetle ilgisi olmadığını belirtelim. Tam aksine, ince bir mizah duygusu bütün filme hükmediyor. Ancak tadına varmanız için cinselliğe önyargılardan uzak bakmanız gerekiyor. Çünkü Ozon her zaman olduğu gibi kolaycı sonuçlara varmayı değil, soru sorarak ve kafamızı karıştırarak zihin açıcı olmayı hedefliyor.

        Filmde zihni açılan kişi ise Claire. Ozon, öyküyü Claire’in bakış açısından kurarak şekillendiriyor. Claire ile Laura’nın çocukluğuna kadar uzandığı bölümde, aralarındaki ilişkiyi daha çok toplumsal normların belirlediğini; Claire’in duygularını bastırdığını görmek mümkün. David’in farkı ise duygularını bastırmaması. Zaten asıl mesele, David’in toplumsal normları bir yana bırakıp arzularını, içgüdülerini takip edecek cesareti göstermesi. Dolayısıyla David filmde hem Claire hem seyirci için anahtar işlevi görüyor; kadınlık, erkeklik rollerini sorgulamamıza yol açıyor. Film, David ve Claire’in içlerindeki Laura özlemini nasıl giderdikleri sorusu üzerinden de çözümlenebilir. Burada her ikisinin de sevgilerini ve cinsel arzularını nereye transfer ettiklerine bakmak gerekiyor. Ozon, David ve Claire’i sevgi ve cinsellik arasındaki belirsiz sınırlarda dolaştırarak kafamızı karıştırsa da filmi berrak bir zihinle bitiriyor. Filmdeki bazı sahneler arasında kurduğu paralellikler önemli. Sözgelimi, David’in, cansız Laura’yı giydirmesi ile Claire’in David’i hastanede giydirmesi ya da Laura’nın tenis sahasında yıllar önce yaşadığı bir kıskançlık anı ile Claire’in kocası Gilles’in (Raphael Personnaz) David’i görmesini aynı açılardan çekmesi... Geçmiş ile gelecek arasında kurduğu bu tür paralellikler ile duygu dünyamızın birbirini tekrar eden anlarla dolu olduğunun altını çiziyor.

        Ozon öyküyü, filmlerinde cinselliği örtük ya da açık olarak görselliğin vazgeçilmez bir parçası haline getiren Alfred Hitchcock ve Brian De Palma gibi usta yönetmenlerin sinemasını hatırlatan bir tarzda çekmiş. Ancak gerilimden uzak durmuş. Ozon’un bir kez daha, seyirciyi eğlendiren ve sağlam sinema duygusuyla öne çıkan seyre değer bir iş çıkardığını düşünüyorum.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar