'Fantastik' ve öfkeli
Beklemedikleri bir anda süper güçler kazanan ve devlet tarafından askeri amaçlarla kullanılmayı reddeden gençlerin öyküsünü anlatan “Fantastik Dörtlü” (Fantastic Four), dünyayla aynı anda Türkiye’de de gösterime girdi
“FANTASTİK Dörtlü”- nün resimli roman olarak tarihi 1961 yılına kadar gidiyor. İlki 1994’te gerçekleşen film uyarlamalarında ise bir türlü “dikiş tutturulamadığı” görülüyor. Hatta 2005 ve 2007’de çekilen filmlerin Marvel uyarlamaları arasındaki en zayıf halkalar olduğu dahi söylenebilir. Josh Trank’in yönettiği yeni “Fantastik Dörtlü”nün de serinin sinemadaki makus talihini yendiği söylenemez.
ÖYKÜ İYİ GELİŞTİRİLEMİYOR
Josh Trank’in Simon Kinberg ve Jeremy Slater ile birlikte yazdığı senaryo, resimli roman ve 2005 tarihli filmden tümüyle farklı bir başlangıç öyküsü getiriyor karşımıza. Klasik “Fantastik Dörtlü”de kahramanlarımız süper güçlerini uzayda maruz kaldıkları bir kozmik ışın fırtınasına borçludurlar. Yeni filmde ise dörtlü, güçlerini ışınlama yöntemiyle gittikleri bir çeşit paralel evrende kazanıyor. Bu aşamaya gelmeden önce senaryo iyi niyetli olarak önümüze birçok mesele koyuyor: “Anlaşılamayan dâhi çocuk ve onun mütevazı kankası”nın hikâyesi olarak başlayan film dâhilerin rekabeti, aşk üçgeni ve ekip olma sorunlarıyla sürüyor. Süper güçlere sahip olduktan sonra ise film daha farklı eksenlerde ilerliyor. Devlet onları silah gibi kullanmak isterken, onlar da kendi aralarındaki sorunları çözmeye çalışıyorlar. Tüm bu meseleler özellikle de “gençlikteki gözükaralığın getirdiği mutsuzluk”, “hilkat garibeliği ile süper kahramanlık arasındaki ince çizgi” gibi psikolojik konular iyi işlenip geliştirilse, filmin önemli bir irtifa kazanacağı kesin. Bu haliyle, her şey bölük pörçük, hızlı, dağınık ve çok hafif kalıyor. Filmin dramatik yavanlığı ve tatsızlığını açıklar ümidiyle “karakterlerin sığ kalması” gibi bir eleştiri klişesine de başvurabilirim. Her koşulda kesin olan “Fantastik Dörtlü”deki diyaloglardan, karakterler arası ilişkilerden geriye çok şey kalmadığı. Filmde en çok ilgimi çeken sahne, Sue’nun (Kate Mara) Portishead dinlerken Reed’e (Miles Teller) müziği tarif etme biçimiydi. Reed’in okuldaki yalnızlığı, Ben’le (Jamie Bell) birlikte bilim fuarında sihirbazlıkla suçlandığı bölümler de hoştu kuşkusuz. Reed’in büyüme, aşk sancıları ve vicdan azaplarına daha derinden girilse belki seyirciyle daha duygusal ve içten bir bağ kurulabilirdi.
BİR TV DİZİSİNİN PİLOT BÖLÜMÜ GİBİ
Günümüzdeki bilimkurgu ya da süper kahraman dizilerinin karanlık ve sofistike meselelere girdiğini düşünürsek “Fantastik Dörtlü”nün öyküsü bu haliyle, 1970’lerden ya da 1980’lerden kalma bir televizyon dizisinin pilot bölümünü andırıyor. Prodüksiyon tasarımı, özel efekt, ses ve görüntü kalitesi konusunda bir sorun yok. Ancak unutulmaz bir aksiyon sahnesi var mı derseniz, olumlu cevap vermem mümkün değil. “Fantastik Dörtlü” son dönemde özellikle “Yenilmezler” serisiyle estetik seviyeyi yukarılara çıkaran Marvel’dan çıkan en sıradan işlerden biri galiba.
Filmin notu: 5.5
‘Vegan bebek’ GERİLİMİ
KİM hayatının aşkıyla bir Çin lokantasının daracık tuvaletinde kilitli kalmışken tanışmak ister ki? İtalyan yönetmen Saverio Costanzo’nun Marco Franzoso’nun romanından sinemaya uyarladığı “Aç Kalpler” in (Hungry Hearts) ilk bölümü, bir yıldırım aşkını 8 dakikalık “kötü kokulu” bir tuvalet sahnesi, kasvetli dar mekânlar, yakın planlar ve soluk renklerle anlatıyor. Sürpriz hamileliğin ardından evlilik kararını almalarıyla gökyüzüne yükselen kamera yeterince klişe değilmiş gibi Irene Cara’nın “What a Feeling” şarkısını dinlemek bir yabancılaştırma efektinden farksız ama şarkının sözlerine dikkat etmek gerekiyor. Filmin bir yanıyla “yeterince tanımadığınız insanlarla evlenmeyin” türünde bir mesaj verdiğini düşünürsek açılış bölümündeki bu kasvet duygusunun anlam kazandığı söylenebilir.
OYUNCULAR ÇOK İYİ
Öte yandan, düğün gecesiyle evliliğin ilerleyen günlerini birbirine bağlayan “avcının geyiği vurma rüyası” olmasa ilk 30 dakikayla asıl hikâye arasında bağ kurmak zor. Bebeğini çok katı bir “vegan diyeti” yle, yani her tür hayvani gıdadan uzak büyütmeye çalışan anne ile çocuğunun sağlığından endişe eden baba arasındaki çatışmayı anlatan bir film seyrettiğimizi açıkçası biraz geç anlıyoruz. Ayrıca filmin meselesi konusunda yönetmenin kafasının karışık olduğu belli. Konu üzerinde bir polemik yürütmektense her şeyi bir gerilim malzemesi haline getiriyor. Mina gözükara bir fanatik, bir çeşit “masum canavar”; Jude ise bebeği kurtarmaya çalışan çaresiz bir baba olarak geliyor karşımıza. Sonra feminist eleştirmenlerden korkarcasına ve seyirciyle dalga geçercesine roller değişiyor. “Avcı erkek dünyası” ile “masum kadın” karşı karşıya geliyor. Bazı eleştirmenlerin hayran kaldığı “Aç Kalpler”i çok sevip beğendiğimi söylemem mümkün değil ama gerçekten ilginç bir öyküsü olduğu kesin. Mina’da Alba Rohrwacher, Jude’da ise Adam Driver’ın çok iyi performanslar çıkardığını belirtelim.
Filmin notu: 6