Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        2013’te gösterime giren ilk filmin devamı niteliğinde olan “Lanet 2” (Sinister 2), öte dünyadan hayaletlerle irtibata geçen iki kardeşin ve onları korumaya çalışanların hikâyesini anlatan bir korku gerilim filmi

        “LANET” (Sinister) 2013’te gördüğüm en iyi korku filmlerinden biriydi. Öyküsünü çok beğenmesem de özellikle atmosferi ve gerilim tarzıyla ilgimi çekmişti. Senaryoyu da yazan Scott Derrickson, dijital efektleri abartmadan “dededen kalma” gerilim yöntemlerini kullanıyor; hızlı kurgu ve el kamerası gibi moda eğilimlerden uzak duruyordu. Derrickson’un yönetmenlikten çekilip senaryo yazarı ve yapımcı olarak imza attığı “Lanet 2” de, basit ama etkili bir sahneyle açılıyor. Yatağından doğrulup tedirginlik içinde etrafındaki yarı karanlığa göz gezdiren çocuk, tam da ilk filmin ruhunu yansıtıyor; hepimize kendi tekinsiz deneyimlerimizi hatırlatıyor. Ancak bir süre sonra senaryo, yönetmenlik ve gerilim tarzı, öylesine farklılık göstermeye başlıyor ki, iki film arasında neredeyse öyküden başka ortak bir nokta kalmıyor.

        KLİŞE KARAKTERLER GALERİSİ

        İlk filmin, iyi bir hikâye bulma pahasına ailesini tehlikeye atan ihtiraslı yazarı, Ethan Hawke’nin oyunuyla ilgiye değer, trajik bir ana karaktere dönüşüyordu. İkinci filmde ise onun yerini çocuklarını şiddet düşkünü babalarından kurtarmaya çalışan yalnız anne Courtney (Shannyn Sossamon) ile “lanet”i bitirmek isteyen bir özel dedektif (James Ransone) alıyor. Her ikisi de “klişe karakterler torbası”na elinizi daldırıp gelişigüzel bulabileceğiniz özelliklere sahipler. Aralarındaki duygusal yakınlaşmanın da filme önemli bir katkıda bulunduğunu söylemek zor. Çocuklar, yani Dylan (Robert D. Sloan) ve Zach (Dartanian Sloan) ise yetişkinlerden daha ilgiye değer karakterler. Çünkü filmin “gizemli kötü ruhu”yla asıl onlar iletişim halindeler. Ancak onların da korku gerilim sinemasının unutulmaz çocuk karakterlerine dönüştükleri söylenemez. İlk filmin anlamlı alt metinlerinden biri “kötülük, çocuk ve sorumsuz ebeveyn” arasındaki ilişkiydi. Kötülük, babanın zayıflıklarından, günahlarından içeri sızıyor ve çocuk üzerinden kontrol edilemeyen bir şiddete dönüşüyordu. Aynı fikir burada da var ama üstüne eklenen pek bir şey yok. İlk filmden devralınan ve genişletilerek sürdürülen bir başka motif de şiddeti kaydetme saplantısı. Bu da bizi sinema tarihinin vazgeçilmez 8mm “snuff film” (gerçek cinayetleri gösteren amatör çekimler) mitine götürüyor. Filmler şiddeti bulaştıran bir tür hastalık gibi... Ancak senaryonun vasatlığı nedeniyle tüm bu fikirlerin iyi işlendiğini, öyküyle bütünleştiklerini söylemem mümkün değil.

        SIRADAN BİR GERİLİM TARZI

        Yönetmenliği Derrickson’dan devralan Ciaran Foy, ilk filmin monoton karanlığının aksine her telden çalan daha gösterişli bir gerilim üslubu tutturuyor. Ama bu da filmin gerilim tarzını kişiliksizleştirip sıradanlaştırıyor. Yine de bir korku filmi izlemek isteyenler için iyi bir seçim olabilir.

        Filmin notu: 6

        ‘ÇOK ÖZEL’ AJANLAR

        HITMAN” adlı popüler bir video oyunundan filme uyarlanan “Hitman: Ajan 47” (Hitman: Agent 47) ilk bölümlerinden itibaren şık ve havalı aksiyon sahneleriyle öne çıkıyor. Bu şıklığın nedeni dövüşmeyi, silahlı çatışmayı son derece estetik hale getirebilen olağanüstü yeteneklere sahip özel ajanlar. Öykü de zaten “çok özel” ajanlar üzerine kurulu. Her şey Soğuk Savaş sırasında bir süre kullanılan ama sonra terk edilen genetik mutasyon tekniğiyle ilgili. Ajanları son derece gelişmiş yeteneklerle donatan bu tekniği yeniden hayata geçirmek isteyenler, Litvenko (Ciaran Hinds) adlı kayıp bilim adamına ulaşmak için kızı Katia’yı (Hannah Ware) bulmaya çalışıyorlar. Katia’yı takip edenler de sıradan ajanlar değil. Bunlardan biri android izlenimi veren ve değişmez yüz ifadeleriyle duygularını aldırmışa benzeyen Ajan 47 (Rupert Friend). Katia’yı Ajan 47’den korumak için geldiğini söyleyen John Smith (Zachary Quinto) ise öyküde sürpriz niteliği taşıyan bir özel yeteneğe sahip. Bu arada, Katia’nın da bilgisayar gibi çalışan farklı bir zihni olduğunu ilk sahnelerden biliyoruz.

        AKSİYON MERAKLILARINA

        Film bu üç ana karakterin merkezinde yer aldığı kaçıp kovalamaca, çatışma ve dövüşme sahnelerinden oluşuyor. Yönetmen Aleksander Bach, ilk filminde “Matrix estetiği” adını verdiğim ve göze çok hoş gelen koreografilerden oluşan dövüş ya da çatışma sahnelerini peş peşe diziyor. Aksiyon balesi tadını veren ağır çekimler bir yana özellikle Ajan 47 ve Katia’nın özel yetenekleri göze ve kulağa hoş gelen stilize aksiyon sahnelerine vesile oluyor. Ancak ciddi ve trajik bir havada gelişen, “İnsan ne yaptıysa odur” gibi fikir kırıntıları da içeren öykünün bence pek bir ağırlığı ya da inandırıcılığı yok... Dolayısıyla, o özene bezene çekilmiş aksiyon sahneleri de film bitince aklınızdan uçup gidiyor. Sadece aksiyon meraklılarına tavsiye ederim.

        Filmin notu: 6

        Diğer Yazılar