Aman avcı vurma beni
FİLMİN NOTU: 5.5
Vin Diesel dünyayla aynı anda Türkiye’de de gösterime giren “Son Cadı Avcısı”nda (The Last Witch Hunter) New York’lu ölümsüz bir cadı avcısını oynuyor. İyi cadıların da olduğu film, göze hoş gelen efektleriyle öne çıkan fantastik bir aksiyon.
HAYALET ve vampir avcılarının ardından cadı avcıları da sinemada ağırlıklarını hissettirmeye başladılar. “Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları” (2013) ve “Yedinci Oğul”un (2014) ardından şimdi de “Son Cadı Avcısı” geliyor karşımıza... Breck Eisner’in yönettiği film öncekilerin aksine günümüzde, New York’ta geçiyor ama Ortaçağ’da açılıyor. İnsanların üzerine vebayı salan Kraliçe Cadı kendisini öldüren Kaulder’a (Vin Diesel) ceza niyetine ölümsüzlük bahşediyor. “Bu nasıl ceza?” diye düşünmemize fırsat kalmadan aniden günümüze geliyor ve Kaulder’ın bir uçağı cadı büyüsünden kurtarmasına şahit oluyoruz. Anlıyoruz ki Kaulder, New York’ta ikamet eden, ebedi gençliği bulmuş ölümsüz bir cadı avcısı ve insanlarla cadılar yıllardır barış içinde yaşıyor. Sonra tahmin edileceği üzere, sorunlar baş gösteriyor ve “kötü cadılar” insanlara karşı harekete geçiyorlar.
'ESAS KIZ’ GÜZEL BİR CADI
Vampirler çeşitli hastalıklar, folklor ve hayal gücünün ürünüdür. Cadılar ise ayrımcılığın, ötekileştirmenin, kadın düşmanlığı ve din kökenli şiddetin gerçek kurbanlarıdır. Biliriz ki cadılık diye bir şey yoktur. Toplum dışında farklı yaşayan kadınları “cadı” olarak düşmanlaştıranlar vardır sadece. Bütün bunlar akıldayken, “cadı düşmanlığının” gerçek kökenleriyle yüzleşmeyen bu tür filmler bana çok anlamlı gelmiyor. “Son Cadı Avcısı” da yüzleşmekten kaçınan bir film. Ancak “tümüyle cadı karşıtı” görünmemek için elinden geleni de yapıyor. Sözgelimi Kaulder, bir sahnede masum kadınların katledildiği Salem’de yaşananlar için “Bir hataydı” diyor. En önemlisi, “esas kız”ımız iyi kalpli cadı Chloe (Rose Leslie), kötülere karşı Kaulder ile omuz omuza mücadele veriyor.
OYALAYICI BİR MASAL
Düz bir iyi-kötü savaşı anlatan, finale doğru sürprizlere de yer veren “Son Cadı Avcısı”, önemsenecek bir film değil. Rüyaların içinde gezinme gibi bazı fantastik bölümlerin aksiyon sahnelerine göre daha hoş olduğunu söyleyebilirim. İşin aksiyon kısmında zaten daha çok Vin Diesel’in kötü cadılarla giriştiği muhtelif düellolar var. Bu arada, 82 yaşındaki Michael Caine’in bulunduğu her sahneye renk ve ruh kattığını belirtelim. “Son Cadı Avcısı” özel efektleri, görüntüleri ve akıp giden montajıyla oyalayıcı bir Hollywood masalı. Daha fazlasını beklemeyin.
Transilvanya’ya dönüş
FİLMİN NOTU: 6
Drakula’nın “Torunum vampir olmalı” arzusu özellikle kızının hiç hoşuna gitmiyor.
2012 sonbaharında seyrettiğimiz, Genndy Tartakovsky’nin yönettiği “Otel Transilvanya” (Hotel Transylvania), kızı Mavis’i insanlardan sonsuza kadar uzak tutmaya yemin etmiş baba Drakula’nın canavarlar için kurduğu lüks bir otelde geçiyordu. Otele yolu düşen genç Jonathan, Drakula’nın kızını baştan çıkarmakla kalmıyor, canavarların içlerindeki insan nefretini sorgulamalarına da yol açıyordu. Avrupalı karizmatik Drakula ile sırt çantalı Amerikalı gezgin Jonathan arasındaki komik karşıtlık bir yana, film asıl olarak sevimli ve eğlenceli canavarlarıyla öne çıkıyordu. İlk film içerdiği ayrımcılık ve ırkçılık karşıtı öyküsünü, seyre değer bir “post modern korku sirki” atmosferinde anlatmayı başarıyordu.
VAMPİR TORUN ÖZLEMİ
Yine Tartakovsky’nin yönettiği “Otel Transilvanya 2” (Hotel Transylvania 2) ise ilk filmin sevdiğimiz görsel atmosferine yeni bir ziyaret olmanın ötesine pek geçemiyor ne yazık ki. Öykü, Drakula’nın torununun insan mı, yoksa vampir mi olacağı sorusundan ilerliyor. Dedesi minik Dennis’i bir vampir olarak yetiştirmek isterken Mavis, ABD’ye taşınma planları yapıyor. CANAVAR EĞİTİM KAMPI İlk filmin lokomotifi otel ve canavarlardı. İkinci filmde ise bu unsurlar tekrara düşmemek kaygısıyla geri planda bırakılıyor. Ne var ki, ABD ziyareti ya da canavar eğitim kampı gibi mekânlar da açıkçası otelin yerini dolduramıyor. Yine de ayrımcılık karşıtı içeriğiyle rahat seyredilen, eğlenceli bir animasyon olduğu kesin.