Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Altın Küre ödüllerine 4 dalda aday olan “Steve Jobs”, Türkiye’de de gösterime girdi. Danny Boyle’un yönettiği film, bilgisayar dünyasının dâhisi Steve Jobs’un hayatının farklı dönemlerinden 3 günlük bir kesit aktarıyor.

        2013’TE gösterime giren “Jobs” bir hayal kırıklığı olarak geçti kayıtlara. Filmin sorunu, iki saatlik süreye gereğinden fazla malzeme sıkıştırması ve yüzeysel kalmasıydı. Usta bir yönetmen ve tecrübeli bir senaryo yazarının elinden çıkan “Steve Jobs” ise çok daha profesyonelce tasarlanıp çekilmiş bir film. Senaryoyu Walter Isaacson’un biyografik kitabından sinemaya uyarlayan Aaron Sorkin, doğru bir tercihle Jobs’un yaşam öyküsünü anlatmaya kalkışmıyor. Jobs’un hayatındaki 3 kritik günü getiriyor karşımıza; dünyanın merakla beklediği Mackintosh, Next, iMac gibi ürünlerin tanıtımları için sahneye çıkmadan önce yaşadıklarına odaklanıyor. Sorkin, 1984, 1988 ve 1998 yıllarında geçen bu üç günü olaylar ve karakterler itibarıyla simetrik bir düzende sunuyor.

        TUTKULU BİR ADAMIN ÖYKÜSÜ

        Jobs sunumlardan önce hep aynı kişilerle yüz yüze gelip benzer sorunlar üzerine konuşuyor, tartışıyor. Sorkin de Jobs’un kariyerini, özel hayatını, insani yönlerini ve duygu dünyasını bu karakterler ve değişmeyen sorunları aracılığıyla yansıtıyor. Sağ kolu gibi her zaman yanında olan pazarlama müdürü Joanna Hoffman (Kate Winslet), Jobs’un vicdanını ve duygusal yanlarını yansıtan bir karakter. Andy Hertzfeld (Michael Stuhlbarg) iş arkadaşlarına gösterdiği acımasız ve merhametsiz yüzünü temsil ediyor. Apple’ı birlikte garajda kurduğu Steve Wozniak (Seth Rogen) ise Jobs’un iş söz konusu olduğunda en yakınlarına bile ne kadar katı ve duygusuz davranabileceğine işaret ediyor. Apple’da yıllarca CEO olarak çalışan John Sculley’nin (Jeff Daniels) ise öyküde daha girift bir işlevi var. “Kendisini işe alan Jobs’u kovan adam” olarak tarihe geçen Sculley, Jobs’un sadece inatçılığını, benmerkezciliğini değil bir önceki filmde pek söz edilmeyen strateji yeteneğini de açığa çıkarıyor. Danny Boyle, Sculley ile Jobs’un iki farklı gündeki diyaloglarını paralel kurguyla verdiği sahnede “açı-karşı açı ve flash back” tekniklerini sinema derslerinde gösterilecek bir ustalıkla birleştiriyor. Filmin gizli merkezinde ise Jobs’un önce reddettiği, sonra kabul ettiği kızı Lisa yer alıyor. Jobs’un insani yönleri, üç farklı oyuncu tarafından canlandırılan Lisa üzerinden yansıtılıyor. Lisa’nın Mackintosh ile çizdiği soyut resim ise adeta öykünün kalbi... Jobs, filmde bilgisayarlarla devrim yapmak isteyen, statükoculara karşı öfkeli, tutkulu bir adam olarak çiziliyor. Bilgisayarların bizi daha verimli ve yaratıcı kılacağına inanıyor. Lisa’nın resmi tüm bunların bir simgesi. Lisa onun içindeki öfkeyi azaltıp, tutkuyu daha çok ortaya çıkarıyor.

        ÖVGÜYÜ HAK EDİYOR

        “Steve Jobs” akıcı kurgusuyla da övgüyü hak eden bir film. Kurguyu her zaman anlatımın önemli bir parçası haline getiren Danny Boyle diyaloglu sahnelerde nefes nefese ilerleyen bir yakın planlar şovu sunuyor. Başta Fassbender ve Winslet olmak üzere oyuncular da mükemmel performanslarıyla anlatıma katkı veriyorlar. Sorkin’in simetrik düzende kurduğu dramatik yapı size “tiyatro kokulu”, hesaplı ve gerçeklikten uzak gelebilir; diyalogların hızından rahatsız olabilirsiniz. Ancak “Steve Jobs”, senaryosundan montajına kadar teknik anlamda sağlam ve özenli bir iş olarak beni etkiledi. Boyle’un, 1984’ü Super 16, 1988’i 35mm ve 1998’i ise dijital formatta çekmesinin de filme görsel olarak derinlik getirdiğini düşünüyorum.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar