Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ödül sezonunda adı geçen filmlerden biri olan “Büyük Açık” (The Big Short), 2008’de patlak veren küresel ekonomik krizi önceden gören ve bunu fırsata çeviren bir avuç finansçının hikâyesini eğlenceli bir üslupla anlatıyor.

        FİLMİN NOTU: 7.5

        2008’DE ABD’de yaşanan finansal kriz aklıma hep aynı gazete grafiğini getirir. Krizin nasıl çıktığını basitleştirerek anlatmaya çalışan bu grafik, ABD’de krediyle ev alan orta halli insanlarla başlıyor ve emeklilik için para biriktirmeye çalışan Avrupalılarla bitiyordu. Ev ve geçim derdinde olan bu sıradan insanların arasında ise finans dünyası vardı. “Büyük Açık” işte gözünü tam da buraya dikiyor ve finans sektöründen insan manzaraları sunuyor. İyi adamların veya kahramanların olmadığı gerçek bir hikâye bu... Ana karakterlerimizin özelliği, krizi önceden görüp bundan para kazanmanın yolunu bulmaları. Ancak sinsi, ahlaksız ya da kötü adam oldukları söylenemez. “Büyük açık”ı ilk keşfeden Michael Burry (Christian Bale) başta olmak üzere hepsinin yaptığı şey özünde sistemi uyarmak. Sistem onlara kulak verse, kriz belki daha hafif atlatılacak. Ancak onları ciddiye alan çıkmıyor ve bir çeşit “karşı bahis” anlamına gelen finansal tekliflerini duraksamadan kabul ediyorlar. Dahası, krizin ilk işaretlerini “aile içinde tutarak” çöküşü adım adım hazırlıyorlar. Film bütün bu süreci finans terminolojisini bilmeyen seyircinin anlayabileceği şekilde kurguluyor. Yine de tam olarak idrak edilmeyen bazı noktalar var ama bunlar da filmden keyif almayı engellemiyor. Kaldı ki, bazı kritik anlarda Margot Robbie gibi “misafir anlatıcılar” devreye giriyor ve her şeyi basitleştirerek meselenin özünü anlamamızı sağlıyorlar. Sözgelimi krizin nasıl patlayacağını anlatan sahnede Selena Gomez kumar oynuyor; masayı seyreden yüzlerce insan ise onun kazanma ihtimali üzerine yüksek bahis oynuyor. Gomez kaybettiğinde olup bitenler, dünya ekonomisinin başına gelenlerin bire bir özeti.

        KARAKTERLER FİLMİN DİNAMOSU

        “Büyük Açık”, krizin nedenleri olarak finans dünyasının kibrine, açgözlülüğüne ve yoksullara karşı umursamazlığına işaret ediyor. Bütün filme, felaketin yaklaştığını söyleyen kâhinler ile onlara hiç aldırmayan kralların öyküsü olarak bakmak mümkün. Bir yanda aklı başında adamlar, diğer yanda akla, mantığa kayıtsız bir sistem duruyor. Kurbanlar ise finanstan anlamayan milyonlarca masum insan... Filmin en iyi yanı bize ilginç, renkli ve gerçek karakterler sunması. Başta nevrotik Mark Baum (Steve Carell), hard rock tutkunu sosyopat Burry ve dünyada artık tohumlardan başka maddi değer olmadığını savunan Ben Rickert (Brad Pitt) olmak üzere, akıntıya karşı yüzmeyi göze alan bu eksantrik karakterler filmin en önemli dinamosu. Michael Lewis’in kitabından Charles Randolph ve Adam McKay tarafından uyarlanan senaryoyu da unutmayalım. Filmin mizahı, ana karakterlerinin zekâsı ve uyumsuzluğu ile finans sektörünün kendini beğenmişliğinden besleniyor. Dış ses anlatıcılar, kameraya konuşan karakterler gibi belgesel trüklerini etkili dramatik sahnelerle birleştiren yönetmen Adam McKay’in iyi bir iş çıkardığı kesin. McKay, karakterleri yakından görüntüleyen hareketli kamerası ve biraz dağınık gibi görünen kurgusuyla alçakgönüllü ama anlamlı bir sonuca varıyor. “Büyük Açık” kendinizi kaptırırsanız doludizgin ilerleyecek, kaptırmazsanız karmaşık finansal ayrıntılarıyla işkence haline gelebilecek bir film. Dinlenmiş bir zihinle seyretmenizi öneririm.

        Paspaslı hayaller

        FİLMİN NOTU: 6.5

        SON yıllarda “Dövüşçü”, “Umut Işığım” ve “Düzenbaz” gibi Oscar yarışında öne çıkan filmleriyle ilgi odağı olan yönetmen David O. Russell bu kez “Joy”la geliyor karşımıza. “Joy”, aileden yana şansı olmayan genç bir kadının patentini aldığı bir paspasla hayallerini gerçekleştirme mücadelesini anlatıyor. David O. Russell’ın gerçekçi dünyalarını, sahici karakterlerini ve filmlerini sağlam ana fikirler etrafında kurmasını hep sevdim. Ancak “Joy” önceki işlerine oranla klişelere daha çok teslim olan bir film. Sonuçta, bencil ebeveynler ve erken evlilik gibi nedenlerle hayallerini sürekli ertelemek zorunda kalmış bir kadının erkekler dünyasındaki inatçı direnişini seyrediyoruz. Ne var ki, Hollywood usulü “başarı ya da başarısızlık” hikâyelerinden çok da farkı yok. Russell, Joy’un tembel annesinin (Virginia Madsen) sürekli seyrettiği “soap opera”ların suni gerçekliğiyle hayat arasındaki karşıtlığı vurgulayarak filme fark ve derinlik getiriyor. Ancak, sağlam çizilmiş yan karakterler, birbirinden iyi oyuncular, Jennifer Lawrence’ın filmi sürükleyen parlak performansı ve zekice kurulmuş ironi, durumu değiştirmiyor.

        Russell, Mucize Paspas’ın mucidi Joy Mangano’nun hayatından esinlenerek çektiği “Joy”da belli ki bir biyografiden daha fazlasını yapmak için yola çıkmış. Geldiği nokta ise finale kadar “Acaba yapacak mı, yapamayacak mı?” diye seyrettiğimiz filmlerden çok farklı değil.

        Diğer Yazılar