Roman, müze ve film
FİLMİN NOTU:6
Sinema tarihinde pek benzeri olduğunu sanmadığım bir üçlü bu: Roman, müze ve film... Tam Türkçe adı “Hatıraların Masumiyeti: Orhan Pamuk’un Müzesi – İstanbul” olan “Innocence of Memories”, belgesel özellikleri taşısa da daha çok deneysel bir film. Radiohead grubunun dünya turnesini anlatan “Meeting People is Easy” adlı belgeseliyle tanınan İngiliz yönetmen Grant Gee, senaryosunu Orhan Pamuk’la birlikte yazdığı filmini Pamuk’un Cihangir’deki cami ve Boğaz manzaralı dairesinde açıyor. Film daha sonra üç koldan ilerliyor. Bir yandan yıllar sonra İstanbul’a dönen ve bir zamanlar yaşadığı evi müze olarak bulan bir kadının anlattıkları üzerinden romanın hikâye örgüsünü seyirciye aktarıyor. Diğer yandan ise romanın izinden giderek gecelerin İstanbul’unu keşfe çıkıyor ve sözü sık sık Pamuk’a bırakıyor. Pamuk, romanı, müzeyi ve İstanbul’u anlatıyor ama alıştığımız belgesel tarzında, kameraya doğru konuşarak değil... Film boyunca karşımıza çıkan çeşitli televizyon ekranlarında, bir söyleşi sırasında soruları yanıtlarken görüyoruz onu. Böylelikle romandan okunan pasajlar, müzeden ayrıntı obje çekimleri, İstanbul’un gece görüntüleri ve Pamuk’un televizyon ekranlarındaki konuşmaları birleşiyor; sahte belgeselle “yarı konulu” film arasında gidip gelen tuhaf bir denemeye dönüşüyor. Arada Ara Güler, Türkan Şoray gibi sürpriz konuklar dahil oluyor filme. Taksi şoförleri, motor kaptanları söz alıyor ve gecelerin İstanbul’unu anlatıyorlar... Batılıların pek bilmediği, kentsel dönüşümün henüz uğramadığı karanlık, gizemli bir İstanbul var filmde. Gece yarısı sokaklarda yürüyen birinin bakış açısını sunan kamera film boyunca eski evlerin yan yana sıralandığı boş ve dar sokaklarda, tenha caddelerde bıkmadan usanmadan dolaşıp duruyor. Şehre yukarıdan bakmayan, tam aksine İstanbul’un içinden adeta görünmez bir ruh gibi süzülerek geçen bir kamera bu...
TAM BİR ATMOSFER FİLMİ
“Hatıraların Masumiyeti” tam bir atmosfer filmi. Müziği, ritmi ve kamera kullanımındaki ustalıkla seyirciyi farklı bir ruh haline sürüklüyor. Filmi roman ve müzeden ayrıştıran yanı, gizem ve karanlık duygusu... Romanı okumuş, müzeyi ziyaret etmişseniz filmden aldığınız keyfin ikiye katlanması mümkün. Yine de kendi adıma filmin roman ve müzeden bağımsız bir sanat eseri olarak rüştünü ispat ettiğini söylemem mümkün değil. Bir noktadan sonra filmin barutunun tükendiğini ve seyirciyi romandaki hikâye örgüsü üzerinden, yani Füsun ile Kemal’in kırık aşk hikâyesi üzerinden yakalamaya çalıştığını düşünüyorum. Bu da filmin kendini tümüyle romana teslim etmesi anlamına geliyor. Roman ve müze birbirini bütünleyen unsurlar. Film ise ikisinden de bağımsız bir yerde durma hedefiyle yola çıkıyor ama kendi hikâyesini, meselesini oluşturamıyor. Yine de deneysel çalışmalara ilgi duyanlar ve romanı sevenler için ilginç bir tecrübe olacağı kesin.