Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FİLMİN NOTU: 6

        Başrollerinde Ralph Fiennes, Tilda Swinton, Matthias Schoenaerts ve Dakota Johnson’un oynadığı, Luca Guadagnino’nun yönettiği “Sen Benimsin” (A Bigger Splash), 1969 yapımı bir Fransız filminin yeniden çevrimi

        İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, 2009 yapımı “Benim Adım Aşk” (Io sono l’amore) adlı filminde, tekstil fabrikası sahibi Milanolu bir burjuva ailesinin global sermaye tarafından yutulması sürecini aşk hikâyeleriyle paralel olarak anlatmıştı. Filmin hoş yanlarından biri, Guadagnino’nun 60’ların, 70’lerin biçimci ve sembolik sinema dilini kullanmasıydı. “Sen Benimsin”, anlatım olarak günümüz sinemasına daha yakın. Ama öykü, yine aynı yıllardan geliyor. Film, Türkiye’de “Sen Benimsin” adıyla gösterime giren “La Piscine” (1969) adlı Fransız filminin yeni çevrimi.

        DAVETSİZ BİR MİSAFİR

        Rock konseri sırasında çekilmiş bir sahneyle açılıyor film. Rock yıldızı Marianne Lane’i (Tilda Swinton) seyircilerin tezahüratı eşliğinde sahneye çıkarken seyrediyoruz. Sonraki sahnede ise sevgilisi Paul (Matthias Schoenaerts) ile havuz başında çıplak güneşlenirken.... Marianne ve Paul’ün İtalyan adasındaki sakin tatilleri, davetsiz misafir Harry’nin (Ralph Fiennes) kızı Penelope (Dakota Johnson) ile gelmesiyle sekteye uğruyor. Daha ilk anlardan, Harry’nin eski sevgilisi Marianne’i baştan çıkarmak istediğini hissediyor, Penelope’nin de Paul ile yalnız kalma fırsatlarını kaçırmadığını gözlemliyoruz.

        İKİ ERKEĞİN REKABETİ

        Alain Page’in hikâyesini günümüze uyarlayan David Kajganich’in senaryosuna, iki medeni erkeğin kadın konusundaki rekabet nedeniyle “içlerindeki gorili” keşfetme süreci olarak da bakılabilir. İki kadın arasında da belli belirsiz bir çatışma var ama filme daha çok Harry, Marianne ve Paul arasındaki gerilim hâkim... Ralph Fiennes, Paul ile Marianne’i tanıştıran, ilişki kurmalarını teşvik eden Harry’nin sonradan duyduğu pişmanlığı ve kıskançlığı, filmi domine eden gösterişli bir oyunculukla yansıtıyor. Özellikle Rolling Stones şarkısıyla dans ettiği sahne akılda kalıcı.

        HAREKETLİ KAMERA

        Harry şov yapan, duygularını saklamayan biri. Penelope ergen bencilliğinden hiç vazgeçmiyor. Ses tellerindeki sorun nedeniyle konuşamayan Marianne, herkesi idare etmeye çalışırken, Paul kor gibi için için yanıyor... Ama orijinal filmle kıyasladığımızda yönetmen Guadagnino’nun seyirciyi final bölümündeki olaylara yeterince iyi hazırladığını ve çok inandırıcı olduğunu düşünmüyorum. Guadagnino karakterlerin duygularını yakalasa da aralarındaki psikolojik gerilimi o kadar iyi yansıtamıyor... Bunun nedenlerinden biri, sık sık olayları karakterlerin gözlerinden göstermeye çalışırken dikkatimizi dağıtan kameranın aşırı hareketliliği ve kurgunun aksak ritmi olabilir.

        ÖZEL BİR CAZİBESİ VAR

        Guadagnino’nun niyeti belli ki, açık fikirli, hoşgörülü, sanatsal zevklere sahip insanların temel içgüdülerine karşı koyamadığı anları yakalamak; ikiyüzlülüklerini göstermek ve ahlaki çıkmazlarını yansıtmak. Bu arada arka fondaki mültecilerin sorunları ile karakterlerin durumunu kıyaslayarak filme politik bir boyut getirmeyi de ihmal etmiyor. Ama “Sen Benimsin”de ne Guadagnino’nun önceki filmi “Benim Adım Aşk”taki o yoğun tutku, ne de Jacques Deray’ın orijinal filmindeki marazi ve tekinsiz gerilim var. Yine de oyuncuları ile anlatımından gelen özel bir cazibesi olduğu kesin.

        Diğer Yazılar