Herkes o çocuğun peşinde
Bir baba, özel yeteneklere sahip 8 yaşındaki oğlunu kaçırır. FBI ve polisin yanı sıra bir tarikat da çocuğun peşindedir... “Midnight Special” ilgiyle izlenen sürprizli, gizemli ve karanlık bir film
Hikâyenin orta yerinde başlayan filmler vardır. ilk dakikalarında bir çocuk kaçırma öyküsü seyredeceğimizi düşündüren “Midnight Special” da onlardan biri... Roy’un (Michael Shannon), 8 yaşındaki oğlu Alton’u (Jaeden Lieberher) arkadaşı Lucas (Joel edgerton) ile birlikte kaçırdığını televizyon haberlerinden öğreniyoruz. Öte yandan, otel odasında ve otomobilin arka koltuğunda özel gözlükleriyle çizgi roman okuyan çocuğun pek kaçırılmış gibi bir hali yok. Bu arada, FBI ve polisin yanı sıra bir tarikat da çocuğun peşine düşmüş durumda... Babanın oğlunu hangi amaçla, nereye götürdüğünü finale kadar tam olarak öğrenemiyoruz. Filmin başladığı noktadan önce olup bitenleri anlamak zaman alıyor. Senaryoyu da yazan yönetmen Jeff Nichols için hikâyenin öncesinin aslında çok bir önemi yok. Her şeyin merkezinde doğaüstü özel yeteneklere sahip bir çocuk var ama Nichols’un asıl odaklandığı konu, çocuktan ziyade insanların ona nasıl baktığı ve ondan ne istediği...
SEZGİ AKLA ÜSTÜN
Tarikat, çocuğu bir tür peygamber olarak görüyor ve yeteneklerinden faydalanmak istiyor. Devlet, çocuktan korkuyor ve onu kontrol altına almayı amaçlıyor... Anne (kirsten Dunst) ve babasının çocuktan ne istediği sorusunun yanıtı ise biraz geç geliyor; çünkü film asıl olarak bu sorunun yanıtıyla ilgili... Ailesinin ve Lucas’ın her şeyi göze alıp Alton’a sahip çıkmasının altında, ona duydukları inanç ve derin sevgi yatıyor. Nichols’un 2011 yapımıfilmi “Sığınak”ta da (Take Shelter) aslında aynı mesele vardı. kıyametin geleceğini önceden gören bir adam, ailesini korumak için sığınak inşa ediyordu. Her iki filmde de Nichols, yakınlarını korumak için sezgilerini dinleyerek akla, kanuna karşı gelen insanları anlatıyor. Bir başka ortak nokta ise insanın sevdiklerine sonuna kadar inanması gerekliliği... Nichols bu filmde de inanç ile sevgi arasın daki bağa vurgu yapıyor; sezgiyi akla üstün tutuyor.. Tam da bu noktada, FBI ajanı Paul Sevier’in (Adam Driver) filmin anahtar karakterlerinden biri olduğunu belirtelim.
SEYİRCİSİNİ SÜRÜKLEMEYİ BAŞARIYOR
2010 tarihli “Sığınak”ı her şeyin dönüp dolaşıp “koruyucu Amerikan erkeğinin kutsanmasına” bağlandığı için çok sevmemiştim. Ama inkâr edilemez bir sinemasal cazibesi vardı. “Midnight Special” sinemasal olarak daha mütevazı ama öyküsü daha ilginç. Üstelik gerilim, gizemli serüven, yol filmi ve bilimkurgu türleri arasında gidip gelerek seyircisini sürüklemeyi başarıyor. Hatta bir noktada “e.T.”yi dahi hatırlatıyor ve bir gece filmi olarak huzursuz, karanlık atmosferinin yanı sıra oyuncularının performansıyla da hedefine ulaşıyor. Ama bittikten sonra kendi adıma geriye çok şey bıraktığını söylemem zor. kesin olan, Jeff Nichols’un kendine ait temaları ve özgün hikâyeleriyle öne çıkan özel bir yönetmen olduğu... Sonuna kadar sırlarını açık etmeyen bir gizem hikâyesi seyretmek isteyenler için ideal seçim olabilir.
Filmin notu: 6.5
Bir suikastçının Portresi
“Deney” (Das Experiment – 2001), Oscar adayı “Çöküş” (Der Untertang 2004) gibi filmleriyle tanıdığımız; arada “Invasion” (2007), “Diana” (2013) gibi “Amerikan ruhu” taşıyan filmlere de imza atan yönetmen Oliver Hirschbiegel, “Hitler’e Suikast” (Elser) ile bir kez daha ülkesi Almanya’nın tarihine dönüyor. Film, 1939’da Hitler’e suikast düzenleyen ama 13 dakikalık bir sapmayla hedefine ulaşamayan Georg Elser’in öyküsünü anlatıyor. Senaryo yazarları Leonie-Claire ile Fred Breinersdorfer, Elser’in (Christian Friedel) hayatı konusunda yer yer hayal güçlerine başvursalar da, temel olarak belgelerden, gerçeklerden yola çıkıyorlar. Politikayla ilgisi olmayan, şiddeti çözüm olarak görmeyen dindar Elser’in değişim süreci, sorgu sürecinden başlayarak geriye dönüşlerle anlatılıyor. Elser evli bir kadınla ilişki kurması ve taşradaki erkek kültüründen ayrı durması gibi özellikleriyle “sürüden ayrılan” bir birey. Hitler’in onun tek başına hareket ettiğini kabul etmek istememesinin nedenlerinden biri de Nazilerin bireye inanmıyor olması... Kaldı ki, toplum çıkarlarının her şeyin önüne geçmesi, öncelikle bireyi ortadan kaldırmayı hedeflemez mi? “Hitler’e Suikast” bu soruyu da getiriyor akla ama pek derinleşmiyor. Elser’in kadınlarla ilişkilerini fazlasıyla öne çıkararak daha hafif bir film olmaya çalışıyor. Yine de gerçekleri anlatması itibarıyla baştan sona ilgiyle izlendiği kesin. Bunda Hirschbiegel’in seyirciyi hemen yakalayan profesyonel anlatımının ve başarılı dönem filmi atmosferinin büyük katkısı var. George Elser’in çok bilinmeyen öyküsünü öğrenmek isteyenler için...
Filmin notu: 6.5