Paranoyanın ilacı iletişim
Dünyayı ziyaret eden uzaylıların dilini çözmeye çalışan bir dilbilimcinin öyküsünü anlatan ‘Arrival: Geliş’ (Arrival) son yılların en iyi bilimkurgu filmlerinden biri. Denis Villeneuve’ün yönettiği film aksiyondan ziyade iletişime odaklanıyor.
Uzaylıların dünyayı ziyaret ettiği filmlerin çoğu, ilk bölümlerinde korku ve iletişimle ilgilidir. İstila filmleri bu safhayı çabuk geçer; savaş ya da direnişi anlatırlar. ‘Üçüncü Türden Yakınlaşmalar’ (1977), ‘MesajContact’ (1997) gibi filmler ise sonuna kadar paranoya ve iletişim arasında gidip gelirler. Ted Chiang’ın öyküsünden Eric Heisserer’in sinemaya uyarladığı ‘Arrival’ın onlardan farkı, iletişim ve paranoya arasındaki çelişkiyi derinlemesine işlemesi...
DÜNYANIN BUGÜNKÜ HALİ
Ana karakterimiz Louise (Amy Adams) bir dil uzmanı. Dünyanın 12 noktasına iniş yapan uzaylılarla iletişim kurması için Albay Weber (Forest Whitaker) tarafından görevlendiriliyor. Amacı, teorik fizikçi Ian (Jeremy Renner) ile birlikte uzaylıların geliş amacını anlamak... Uzaylılarla iletişim, askeri bir operasyona dönüşmüş durumda. Dolayısıyla, her ikisi de istila edilme korkusunun beslediği gergin bir ortamda çalışıyorlar. Bu arada, uzaylı paranoyasının dünyayı rayından çıkardığına da şahit oluyoruz.
‘Arrival’ bir yanıyla, dünyanın bugünkü haliyle ilgili bir film. Çağımızın çok kutuplu dünyasında ulusların ilişkilerini, işbirliğinden ziyade karşılıklı güvensizlik ve endişenin belirlediğini söylüyor. Gerçekten de Batılılar Çin, Rusya ve İslam ülkelerinin askeri gücünden korkarken; diğerleri de Batı’nın emperyal emellerinden rahatsız değil mi? İşbirliğinin bittiği ve 12 ülkenin ekranlarının kapatıldığı sahne, halkların yaşadığı endişeyi yansıtıyor. Her ulus tek başına ve birbirine karşı! Paranoya militarizmi besliyor ve dünya gerçekten rayından çıkıyor...
BENZERİNİ PEK GÖRMEDİK
‘Arrival’ bu sorunların tek çözü- münün iletişim olduğunu vurguluyor. Louise ve Ian, ulusların birbirine güvenmediği bir ortamda, korkmayı bırakıp sonuna kadar iletişimde ısrar ediyorlar. Louise’in manevi direncini, kızına karşı duyduğu sevgiden alması kritik bir nokta... Burada film, anne ile kız arasındaki iletişimi öne çıkarıyor.
Yönetmen Denis Villeneuve filmde hafıza, sevgi, iletişim ve zaman boyutu arasında daha önce benzerini pek görmediğimiz görsel bir bağ kuruyor. Bizi filmin ilk cümlesine götüren sürpriz final bir yana, ben daha çok Louise ile uzaylılar arasında kurulan iletişimin lineer zaman akışının ötesine geçmesinden etkilendim.
Hatıralar ‘Interstellar’da (2014) olduğu gibi uzay zaman boyutunda bir iletişim aracına dönüşüyor... Yakın akrabaların anahtar nitelik taşıması itibarıyla ‘Mesaj’ ve ‘Interstellar’a yakın duran film, iletişimin trans haline dönüşmesiyle ‘Üçüncü Türden Yakın İlişkiler’i hatırlatıyor...
DÜŞÜNSEL YANI AĞIR BASIYOR
En orijinal yanıysa dilbilimi daha itibarlı bir yere koyması. ‘Mesaj’da matematik uzaylılarla iletişimin temel taşıdır. ‘Arrival’da ise dilbilim, zafer bayrağını dikiyor. Uzaylıların yuvarlak şekiller üzerindeki lekelerden oluşan ve sesleri değil düşünceleri, ifadeleri yansıtan dili etkileyici... Üniversite yıllarında yolu dilbilim derslerinden geçen biri olarak ‘Arrival’ı bu açıdan gerçekten çok sevdim. Politik olarak günümüzün meselelerini de iyi yansıttığını düşünüyorum...
Macera ve aksiyondan ziyade düşünsel yanı ağır basan bilimkurgu filmlerini sevenler ‘Arrival’ı kaçırmasın. 2010’lu yıllar bilimkurgu sinemasının en orijinal ve nitelikli örneklerinden biri...