Şairin peşindeki dedektif
Nobel ödüllü Şilili şair Pablo Neruda 1948’de senatoda yaptığı konuşmanın ardından iktidarın hedefi haline gelir ve kaçak bir hayat yaşamaya başlar. “Neruda” şair ve peşindeki dedektifin hikâyesini anlatan yarı gerçek yarı hayal bir deneme
Pablo Neruda deyince çoğu kişinin aklına “Postacı” (1994) gelir hâlâ. Şiirin insanı değiştiren gücünü anlatan duygusal bir filmdir. Şilili yönetmen Pablo Larrain’in Guillermo Calderon’un senaryosundan çektiği “Neruda” da şiirin gücü üzerine... Ama “Postacı” gibi bir “kendini iyi hisset” öyküsü değil. Senaryosu ve anlatımıyla deneme yanı ağır basan bir film.
YARI GERÇEK YARI HAYAL
Larrain, “No” ile “Jackie”de yaşanmış olaylardan yola çıkıyor ve her ikisinde de ikna edici bir gerçekçilik kuruyordu. “Neruda”da ise yarı gerçek yarı hayal bir atmosfer yaratıyor. Filmin anlatıcısı ve ana karakterlerinden biri, hayali polis dedektifi Oscar Peluchonneau (Gael Garcia Bernal). Kaçak bir hayat yaşayan Neruda (Luis Gnecco), Soğuk Savaş’ın ateşlendiği 40’lı yılların sonunda ülkeden kaçmanın yollarını ararken Oscar da peşine düşüyor. Ama bildik bir kaçma – kovalamaca hikâyesi değil bu.. Larrain özellikle finale doğru takip unsurunu kullanmaktan hiç kaçınmasa da asıl olarak Neruda’nın yaşadığı sıkıntılara ve Oscar’ın geçirdiği değişime odaklanıyor.
Oscar, bir faşist ya da kötü adamdan ziyade Neruda’nın hain olup olmadığını sorgulayan Şili halkını temsil ediyor. Hatta bir noktada Neruda’nın vicdanını sızlatan bir kurbana dönüştüğü dahi söylenebilir.
İÇ SES ANLATIMI BOĞUYOR
Filmin güçlü yanı, Oscar’ın değişiminden ziyade Neruda’nın vicdani hesaplaşmalarını, çevresiyle yaşadığı sorunları cesur bir içtenlikle karşımıza getirmesi... Neruda filmde, orjilere katılan, evindeki partide Arabistanlı Lawrence makyajıyla şiir okuyan, sahici bir insan olarak gösteriliyor. Neruda’nın komünist dahi olsa elit kesimden gelen bir entelektüel olduğu da vurgulanıyor. İçkiyi fazla kaçırmış partili bir yoldaşın aralarındaki sınıf farkından şikâyet ettiği sahne önemli... Gerçi Neruda, sosyalizmde herkesin birbiriyle eşit olacağından çok emin görünüyor. Ama filmin kuşkuları var... O günlerde Picasso’nun uluslararası basına “Neruda Şili’de yeraltı direnişini örgütlüyor” dediği de hatırlatılıyor. Gerçi filmde gördüğümüz Neruda’nın örgütlemeyle ilgisi yok; ama şiirleriyle direnişe büyük katkıda bulunan, hükümeti zorlayan sembol bir isim.
Larrain’in başarısı, kolaycı, sığ bir duygusallıktan ve politik hamasetten uzak durması... “Jackie”yle birlikte düşünüldüğünde Larrain’in herkesin bildiği tarihi olaylara değişik bir perspektiften yaklaşmak istediği kesin.. Ve bunu yine farklı bir anlatım modeliyle yapıyor. “Neruda”, senatonun erkekler tuvaletinde geçen sahnedeki hareketli kamera kullanımından itibaren baştan sona biçim oyunlarıyla dolu. Özellikle kurgu ilgiye değer. Larrain, iki karakterin farklı zaman dilimlerindeki diyaloglarını çapraz bir montajla birleştiriyor. Seyirci üzerinde renk, ışık ve kadraj düzenlemesi açısından bir devamsızlık efekti yaratıyor bu sahneler ama diyalogların anlamını derinleştiriyor, ritmi hızlandırıyor. Yeni model dijital kameraya 1960’larda kullanılan anamorfik lensler takılarak elde edilen farklı bir görsel dokusu var filmin. Bu denemelerin tümünü sevdim ama Oscar’ın iç sesinin ve diyaloglardaki aşırılığın anlatımı boğduğunu ve yorucu hale getirdiğini düşünüyorum. Yine de kayıtsız kalınamayacak bir film olduğu kesin.